BULUT ÇOBANI

BULUT ÇOBANI

 

 

BULUT ÇOBANI

Anamın en aşağılayıcı sözü, "İşten alçak, itten alçak!"tı. Bu güdülenmedendir ki, hep bir işim olmuştur. İstim üstünde motor gibiyimdir; devinime hazır, üretime yönelik. Elimle, ayağımla, kasığımla, beynimle üretime durmanın getirileri gönendirdi, onurlandırdı. El içinde, başım dik kaldı. Övgülerle, alkışlarla büyüdüm de, hep koşulu olmanın gerginliğini seziyorum içimde. O sıradan adamı, içimdeki büyümeyen çocuğu  arar gibiyim. Onun özgürlüğünü kısıtlayan, sere serpe yaşamını tıkayan ben miyim yoksa?..

Neyi ıskaladığımı seçikleyecek gibiyim:

Bir öğrencim vardı, İncesu Lisesi'nde, hep pencere yanını seçerdi. Dersle ilgilenmez, beni dinlemez, gözü dışardaydı. Çukura gömülmüş okulun, gökyüzüne açık tek yeri, onun penceresiydi. Alaysamayla uyarmak için "Bulut çobanı, sen de bize katılır mısın?" derdim. Bulutları başıboş bırakmadı hiç. Geceleri, düşünde de güder miydi bulutları, bilmem ki. Ne ekerdi bulutlara, ne biçerdi onlardan? Bulutlara binip kaç ülkeye gitti? Nereleri, neleri, özel ülkesine kattı, o tembellik padişahı?

Bulut çobanı nerdedir şimdi? Ben, ona bir şey öğretemedim. O, bana bir şey öğretmek istermiş de, ayırdında değilmişim. Öğretmenini eğitmeye çalışan, benim tembellik padişahım, yaşamın hangi kesiminde, hangi işbölümünde, neler yapıyor, neler üretiyor?.. Aydım: Bizler varız da yazar çizer, düşünür takımı, ama onlar, bizim evriltmeye çalıştığımız yaşamın ham tabanının hizmetine koşulmuş gidiyorlar, sessiz sedasız, adsız sansız..

Namludan fırlayan kurşunu, ağızdan çıkan sözü, yerine geri koyamıyorsunuz. Hele zaman; içinde yanlışlarınızla akıp gitmişse, dert oluyor size. Hiç mi hiç geri döndüremiyorsunuz. Zamanı değerlendirememişseniz, özünüzden, insanlık işlevinizden eksiliyorsunuz. Zamanı harcamak, kendinizi harcamak... Hele bir de özgöreviniz (misyonunuz) varsa, zamanı özenli kullanmaya yargılısınız. Ama sizin özyaşamınızın da bir ikincisi yok ki, o da ele avuca sığmıyor, yelden keskin, sudan hızlı yaşamınızın eksilişi, zamanın akışı. Çoğu kez, ayırdında bile olamıyorsunuz. O çocukluğunuzun topal yılları, dörtnala kalkıyor sonradan. Yaşanmamışlıkları, terkisinde tutmuyor zaman. Sizin eliniz de gerilere uzanıp unuttuklarını çekip getirme yetisinden yoksundur zaten.
 
Geçmişte işlenmiş hatalarınız vardır, içinizde tortudur. Onları eritememenin sıkıntısını duyumsarsınız sürekli. Hayıflanmalardasınız. Eee, peki, yaşamı başına döndüremeyeceğinize göre; etinizden, kemiğinizden, kanınızdan vuran ipi kırıp gitme eğilimleri n'olacak?.. Gövdenizin iç depreşimleri böğetlendikçe, daha da tortular birikmeyecek mi? Tadına bakılmamış duyguların burukluğuna düşmeyecek misiniz? 
Özyaşam da geri döndürülemiyor, eski adreslerine. Konulanlar yerinde durmuyor ki, ayrıca.

Özgörevinize ayarlı zamanın tutsağı mı olacaksınız, gövde isterlerinim koyağında yitip gidecek misiniz? Ot gibi, ağaç gibi, doğal yaşam süresini bitirip, izsiz, yok mu olacaksınız? İnsanlık niteminizden, toplumsal işlevinizden ne kalır geriye?... Ot, ağaç defterine mi, insanlık defterine mi kaydınız düşülecek? İki uç arasında gerili ip psikolojisi; hem özgörevli insanlığı, hem adı sanı belirsiz insanlığı, iki ucundan budarsa, siz nesiniz?..

İnsan sorumluluğumuz kadar, tembellik hakkımızı da kullanma özgürlüğü var. "Satayım anasını!" deyin! Anası satılacak nice kişi, nice olay var. Öyle bütünü bütününe kendinizi, koşulmuşluklarda bitirmeyin! Siz, bütün üretici yeteneklerinizle, aksaklık eksikliklerinizle insanı yaşamazsanız, öteki insanları nasıl içinden kavrar, onlara yardımcı olabilirsiniz ki?..

Sıradan insanlar, doğal yaşamın balını somuruyorlar mı ne?.. Nerde sizin payınız?..
 
 İpin ucunu kaçırmadan, kendinizi yaşayın biraz da. Nasıl derseniz, benim bulut çobanını bulun! Size yol gösterir, o tembellik padişahı.
 
 
 
Etiketler:

Yorumlar (0 )