IŞIK

 

 

IŞIK

(Işık Üreticiliği, Işık İşçiliği Üstüne)

Uyanır uyanmaz, pencereye koşarım: Dünya ışımış mı, yerinde duruyor mu? Dünya bir yere gitmez, yerinde durur da; Nasrettin Hoca hesabı, dünya varsa biz de varız, ben de varım…

Dupduru sabah yeli, afacan çocuğunun başını sevgiyle okşar gibi, saçlarımı karıştırır, uykudan arta kalan uyuşukluğu, başımdan savurur, gecenin üstüme sıvadığı karanlık kalıntılarını siler süpürür. Işıklı serin hava ciğerlerime doldukça dirileşirim: Arı duru ışığın getirdiği yeni gün, yeni yaşama çağırır.

Aradığım, henüz insan eli değmemiş sabah ışığı, yabancı katkı almamış duru sudur. O ışıkta çimmek, yeniden doğmak, yeni güç edinmektir, coşkudur; gövdesel/düşünsel üretime iteler insanı.

Yaşamın damarındaki kan, yüreği tetikleyen heyecan; ışıktır, ışık! Karanlığı yaran ışık, güzellikleri örtüsünden soyunduran ışık, dünyayı, Yunus’un ana sütüyle, çırılçıplak kucağınıza bırakan ışık, sevgilimizin gözünde aşkı yalazlandıran ışık! Sizi birleşmeye, bütünleşmeye götüren ışık! Yaşamın olgularıyla buluşma, ötekiyle yüzleşme penceresinin perdelerini aralayan ışık!

Geceleri, tavuk kümesinde ışığı, sürekli açık tutmuşlar da daha çok yumurtlamaya başlamış tavuklar.

Üretimden sevgiye, insanın içinde esenliği dalgalandırmaya değin ışık! Doğanın varlığını sürdüren/kanıtlayan ışık! Yaşadığımızı, bir kez daha muştulayan ışık! Dünden yarına, Kaliforniya’dan Hindistan’a evreni yalazlayan ışık! Bir çimdik ışığın koşusunda insanoğlu. Ben de…

Dostluklarımız, sevgilerimiz, sevecen bakışlarımızdaki bir çimdik ışıktan yeşermiyor mu? Kinlerin, hırsların kara tohumu, gün/ışıl parıltısız gözlerin dölyatağında beklemiyor mu, kötülükleri emzirmiyor mu, kara yüzlü ışıksızlık? Onu geçelim, gül yalazlısına bakalım: Duru, puslanmamış ışık; ille de duru, puslanmamış ışık; çiçek gözlü ışık; insanı güzelleyen, sevgi domurtan, aşka yönelten ışık!

Kadın erkek, insan cinsinin birbirine vurulmasının, birbirine tutulmasının otuz saniyelik ışıklı bakışlardan filizlendiğini söylerler. Kalıbımı basarım bu sözün doğruluğuna: insanoğlunun, ışıklı gözlerin çakımıyla çarpılıp yıldırım aşklarının çağıltısına -düşünmeksizin, hesaplamaksızın, kuralları ıskalayarak- kapıldığına; insan olmanın hazzını yaşadığına; birbirinde tek gövdeye dönüşerek doğasal tapınmanın doruklarında esridiğine.

Sizi bilmem, benim dostluklarım, sevgilerim, bir çakımlık ışığın dölü. Kimin kim olduğunu, kim olabileceğini, gözlerindeki ışıktan yakalamaya çalışırım. Dediğimin, önyargı olacağını, kişiyi yanıltacağını düşünebilirsiniz. Haklı olabilirsiniz de benim gözlemlerimden çıkardığım sonuç, hiç de öyle yabana atılacak deneyim değil: Işık gözlemlerim, beni yanıltmadı, % 80 doğruladı. Yanıltıcı saptırıcı rollerin oynandığı ortamımızda % 80 doğruyu yakalamak, az şey mi? Bana yetiyor. Daha yanılmasızını, saptırılamamışını siz çıkarırsanız, ona dünden hazırım.

Gecesi var, gündüzü var: Doğal ışık, bir açılır, bir kapanır. Ama yazarların, düşünürlerin, sanatçıların, bilgelerin beynimizde yaktığı ışık, hiç sönmez: Dilinizi şakıtır, düşünüşünüzü devitken kılar. Beyinsel, düşünsel ışığı, yazarlar, düşünürler, sanatçılar üretir, umut ışığımızı, yanık tutan onlardır.

Toplumsal yaşamda ışığın karardığı, açıldığı dönemler vardır: Kararıksa kötümserliğe sürükler; yanıksa umutlarımızı parlatır. Toplumların, ulusların ışıkçısı; yürekli, bilinçli aydınları, yazarları, düşünürleri, sanatçılarıdır. Onlardır, insanlık değerleriyle iç dünyamızı ışıklandıran; insanlık değerlerini kemirenlere karşı atağa kalkmak için, -dil, düşünüş, sanat ışığıyla- beynimizi besleyen, yüreğimizi incelten, yaşamımızı esenlikli kılma kılavuzumuz.

Yazmak, sanat yapmak, bilgelik; insanın salt kendisini gönendirme, kendisi gibilerden kabul alma aracı olmasa gerek. Umut ışığını yanar tutma; insana ışıklı çevren açma; iç dünyamızı aydınlatma emekçiliği, ışık işçiliğidir yazarlık, düşünürlük, sanatçılık!

Dünyamızın gündüzünü doğal ışık, gecesini yapay ışık aydınlatıyor da, ışıkta mıyız?

* Gerçekten, esen miyiz? İnsanlığın gidişi, içimize siniyor mu?

* İnsanlık değerlerinin, kıyın kıyın kemirilmesi,

* Hoşgörü, eşitlik, barış, insan sevgisi kavramlarının içinin boşaltılması,

* Dünyanın para sultasına teslim olması,

* Dünyanın, belli bir azınlığın kuşatmasına kıstırılması,

* Bir takımın (zümrenin), yönetilenleri iş kulu durumuna düşürmesi, üstümüze kara bulutlarını salmıyor, iç ışığımızı karartmıyor mu?

Doğal ışığı, bulutlardan kurtarınız, gecenizi yapay ışıkla aydınlatınız. Yetmez! Anamal köleliğinden kurtulamazsınız: Vay haline insanlığın! Vay haline, beyin ışıkçılarından yoksun ulusların, yaşlı dünyanın!

Işıkçı, ışıkçılığının gereğine koşulmazsa, aydınlığa gereksinimli, ışıkçısının değerini bilmezse…

Yurdumuzla birlikte dilimizi, düşünümüzü aydınlatan ışık karartılıyorsa,

Dünyamızın başına kara duman çökmüşse: Yazar, şair, düşünür, sanatçılar ışık üreticiliği, ışık işçiliği öz görevlerini anımsamayacaklar mı şimdi?

 

Türk Dili D. 120.s. Mayıs-Haziran 2007

Etiketler:

Yorumlar (0 )