KENDİNİ AŞAN POLİTİKACI

KENDİNİ AŞAN POLİTİKACI

      

KENDİNİ AŞAN  POLİTİKACI

 

Son birkaç yıldır, bütün dünya büyük değişmeler içindedir. Nedir bunun anlamı? Uygulana gelen politikaların, insanların mutluluğuna tam olarak yanıt verememiş olması değil midir? Tek partiyi iktidara getirmek üzere ince oyunlarla hazırlanmış bir seçim yasasına karşın, yurttaşımız, bu seçimde, (1991 seçimi) hiçbir partiyi tek başına iktidara getirecek bir eğilim göstermemiştir. Bunun altında "Bütün eğilimleri Meclis'te görmeliyim. Hiçbirinizin tutumu bana tam olarak güven vermedi. Toplumun ortak çıkarlarında anlaşmayı, bir arada birlikte yaşamayı öğrenin! Yalnız kendini vurgulayan, çağa göre değişim göstermeyen politikacı istemiyorum." anlamları yatmıyor mu? Belki de "Sizin siyasal sisteminiz, bana göre değil" demek istiyor halk.

Yurttaşımızın oylarıyla ileri sürdüğü "uzlaşma isteğine" ya da değişim, dönüşüm özlemlerine hangi politikacı çözüm getirebilir? Sürekli kendini vurgulayanlar mı? Eksikliklere tutunarak sürtüşmeleri kızıştıranlar mı? Geçirdiğimiz deneyimlerden ders almayıp alıştığı yöntemlerin tuzağından kurtulmayanlar mı? Karşıtlarının eksiğinden alacağı primle büyümeyi düşleyenler mi? Yoksa kendini yenileyip, toplumun isterlerine çözüm arayanlar mı? Duruma göre kendini özeleştiriden geçirenler mi? Sorun işte burada!.. Politikacının yurttaştan geride kalması, kendisinin zararına olabileceği gibi, ülkemize de insanımıza da çok şey kaybettirir.

Politika; zaman ve mekân bakımından evrensellik ve süreklilik göstererek devlet işlerini yürütmektir. Ulusun örgenleşmiş biçimi olan devleti esenliğe kavuştururken insanını mutlu kılmaktır. Siyasal iktidar savaşımına dayanır. Ancak bu savaş, hukukun kuralları içinde sürer, çıkarların uzlaşmasında düğümlenir. Politikada siyasal erkin meşrulaştırılması ve buna itaat için maddi ve moral değerlerin yaratılması gereklidir. Toplumun, alınan kararları kabul etmesi ise, bunların ortak değerlerin ekseni olmasına bağlıdır. Politika, uygulandığı toplumun tümünü göz önünde tutan bir anlayışın üstüne oturtulursa insanî bir sanattır.

Her politikacı önce milletvekili, sonra bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olmak ister, bu amaçlara ulaşma çabasındadır. Böylesi bir tutku doğaldır, politikada itici, yüceltici bir etkendir. Ama bu tutkunun, "devlet işlerini düzene koyma, toplumu mutlu kılma" amacından saptırılması, tutkunun sahibi için de, onun önderlik yaptığı toplum için de büyük tehlikeler doğurur. Eğer politikacı, politikayı, "amacına ulaşmak için kimi duyguları okşayarak, zayıf noktalardan yararlanarak uyuşmazlıkları kullanmak" yöntemi sayıyorsa, ondaki yükselme tutkusu kişisel hırsa dönüşmüş demektir.

 

Kendisini Aşan Politikacı

Politikacıdaki yükselme tutkusu, başlangıçta tutku sahibinin, yolu açıksa, yapacakları, toplumun o günkü eğilmelerine yanıt veriyorsa; politikacıyı yükseltir, önder kişi durumuna getirir Yükselme tutkusuna sarılmış politikacı, kimi temel değerlerden, yoksunsa, işleri ters gittiği, önüne engeller çıktığı zaman hırslanır, kızar, tehlikeli bir yaratık olmaya başlar. Ülkenin yararınaymış, zararınaymış, buna bakmadan, başkalarının başarısızlıklarından zevk duyar, bundan kendine pay çıkarmaya çalışır. Huzursuzlukların dev dalgaları üstüne fırladığı zaman, bunu başarı sanır, büyüklük saplantısına düşer. Giderek kendisini de partisini de batırır, ülke için zararlı bir öğe olur. Vaktiyle toplumun alkışladığı politikacı, şimdi toplumun değerlerini kemiren bir kurda dönüşür. Örnek ve önder tutulan tanınmış politikacının hırsına yenik düşmesi, ülkedeki siyasayı yozlaştıran nedenlerden biri olur.

Tarihin sayfalarında anıt gibi duran politikacılara baktığımız zaman, bunların işportacı gibi günlük çıkarlara itibar etmediklerini, yüzyıllar ilerisine doğru ulusun mutluluğunu düşünen, gerektiği zaman kendilerini günlük çıkarların insafsız bıçağı altına atarak, doğrular uğruna, âdeta intihardan kaçınmayacak kadar soylu kişiler olduklarını görürüz. Amigo tipi politikacıya alışmış toplumlarda, kendilerine "mıymıntı" denmesinden çekinmediklerine, hep doğruların örsüne, gürültüsüzce balyoz salladıklarına tanık oluruz. Bunların, çoğunu, onlar ölüp, gerçeklerin tokmağı kafamıza indiği zaman anlayabiliyoruz, işte burada, politikacı, toplumun mutluluğu için kendini adamış bir kahraman mıdır? Yoksa kendi söylediklerine kendisi bile inanmayan, sürekli kendini vurgulayan, yıllar boyu kişisel tutkularını uygulamak için çırpınan ve kendisini topluma lidermiş, gibi gösteren sahte şöhret midir? Sorularıyla karşılaşırız.

"Nutuk"la dil anıtı yaratacak kadar Osmanlıcaya egemen olan fakat arı Türkçe için bizzat çalışan, kendisi klasik Türk müziğini beğendiği halde konservatuvar açtıran, iyi bir savaşçı olarak tarihe geçen ama "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesini koyup gerçekleştiren bir Mustafa Kemal'in; başbakanlığına kadar Arap harfleriyle kolayca yazdığı halde, harf devriminden ölümüne kadar tek satır Arapça yazmayan, dine saygılı olmasına karşın dini politik sömürü aracı yapmayan bir İnönü'nün ülkesinde; onların kurduğu devletin yönetiminde söz sahibi olmak isteyen politikacıların, bir düşünmeleri, kendilerini aşma zamanı gelmemiş midir? Onlar bizdendir, kolay yetişmediler, bazılarının yeri de pek kolay doldurulamaz. Hem kendilerine hem bizlere yazık etmemeleri için KENDİLERİNİ AŞMALARI dileğiyle.

 

(Abece Dergisi, Mart 1992)

Etiketler:

Yorumlar (0 )