EDEBİYAT KİTAPLARININ ERDEMİ

EDEBİYAT KİTAPLARININ ERDEMİ

 

 

EDEBİYAT KİTAPLARININ ERDEMİ

Söz, yazıyla ete kemiğe bürünüyor, gücünü kazanıyor. Bir de damıtılarak kitaplaştırılırsa, erdemine kavuşuyor, kılavuzu oluyor insanlığın.

Kitapsız sözcüğüyle; inakçı düşünüşteki dinsiz, imansız anlamını aşarak, kafası boş, gönlü kuru, yargıları dar, beğenisi düşük, çağının görüşüne erişememiş, bilgice yaya insanları anlatmak isteriz. Kimi zaman da bu sözcükle acımasızlığı, katı yürekliliği vurgularız.

Kitaptır, geleceğin kapılarını aralayan, dünyamızı aydınlatan, bizi içimizden incelten, yeniden yoğurup pişirip, değiştirip, dönüştürerek daha üst kimliğe taşıyan.

Aklın, sorgulamanın, irdelemenin önünü kesen, yoruma ve üretime kapalı, buyurgan kitaplar değil dediğim. Kitap dediğin, dişi olmalı. Kestirmecilikten uzak olmalı, yeni düşüncelerin tohumu bulunmalı toprağında. Kitap kitabı doğurmuyorsa, zihninize açılım getirmiyorsa, insanı belli görüşlere tıkıyorsa; insanlığın yıkımı orada başlıyor. Kitap, önünüzü aydınlatacak, ışık olacak yerde; sizi değiştirip dönüştürecek, daha üst kimliğe ulaştıracak yerde, kara bir çul olup kapanıyor üstünüze. Özellikle de inakçı kitaplar! Onu bürünenlerin, ışıktan gözü kamaşıyor. Aydınlığa saldırmaya başlıyorlar. Çağdışı kafaların elinde böylesine ters işlev yükleniyor kitaplar. Dölsüz, düşsüz kafayla algılanan kitaplar, hele de inakçı anlayışla yazılan ve kavranan kitaplar, durağanlığın granitle örülmüş kalesi oluyor, geçemiyorsunuz. Dil, düşünüş kısırlaşıyor. Aydınlık pencereleri kapanıyor.

Her iyi kitap, düş döşeği, düşünce odağı, sorular toplamıdır. Onlarla insanın, öteki insan yanındaki varlığını, saygınlığını kabul eden anlayışa varamamışsanız, zihin çapınız genişlememişse, yüreğiniz incelmemişse, başkasının acısını, sevincini kendinizde yaşayamıyorsanız, aydınlığı seçebilir misiniz? Başkalarının da sizin kadar mutluluk hakkı bulunduğunu kabul edebilir misiniz? İnsanı içinden yontan, onaran kitaba değmemişse eliniz, dünyanın en varsıl madenlerinin üstünde oturun, en bitkel toprağında yaşayın, en ileri teknolojiye sahip olun, en iyi yönetim düzenini uygulayın, boşuna!

İnsanı ve onu yaratan doğayı temel almadıkça, bunların gizemlerini kurcalayan kitapların ışığı alnınıza düşmedikçe, yalnızca araç kullanan, hemcinsleriyle kavga eden bir yaratık olarak kalırsınız.

Hümanizmanın doğuş zamanında, 15. yüzyılda buyurgan kralların binlerce kitaba sahip olduğunu öğrenmiş, bilmişiz. Balçıktan yaratıldığı söylenen insanın kuşkuyu yakaladığına, bilincini kuşanmaya yöneldiğine tanık oluyoruz. Önce insanlaşma. Kendini, doğayı, çevresini sorgulama. Yaratılanı, yaratıldığı gibi sürdürmek, var olanla yetinmek değil. Yeniden yaratma çabası, geliştirme, değiştirip dönüştürme. Sorgulama, araştırma, inceleme, irdelemeyle. Bunların ana kaynağı kitap.

Bu noktada bizi düşünüyorum: Mustafa Kemal’in Başkumandanlık Meydan Muharebesi çadırlarında Çalıkuşu’nu okuduğuna, şimdi Anıtkabir’de bulunan kitaplarının (3.997 kitap) çizile çizile, not düşüle düşüle okunduğuna tanık oluyorum. Drina Köprüsü’nü, İsmet İnönü’nün benden önce okuduğunu duyunca utandığımı anımsıyorum. 1961 Anayasası, halkın onayından geçmiş, hukukun üstünlüğünü temel alan demokratik bir belgeydi. Önü eyleme, sürekli devrime açıktı. O Anayasanın hazırlanmasına ön açan 27 Mayıs Devrimini gerçekleştiren öncü birine ne okuduğu sorulmuştu: ‘Beyaz Zambaklar Memleketinde, Finlandiya’ diye yanıtlamıştı. O kitabı, ben 13 yaşımda okumuştum. Şimdi anlıyorum: Coşkuyla karşıladığımız o atılımın, niçin açılımını sürdüremediğini, çiçeksiz kaldığını.

Hiç okumamışlar mıdır, o dönemin yöneticileri ve ardılları? Okumuşlardır da: Pek çoğununki diplomasını almaya yetecek kadar. Bakmayın kimilerinin kamyonlar dolusu kitap yaktırttıklarına, kitapları suç kanıtı olarak televizyonlarında gösterttiklerine. Onların da kitapları vardır. Vardır da: İnsansız, edebiyatsız kitaplar. Ekonomi okumuşlardır, teknik kitapları okumuşlardır. İnsanın macerasına ilişkin kitaplardaki sınırları polisiyeye bile ulaşamamıştır. Red-Kit’te kalmışlardır. Onların insansız, edebiyatsız kitapları, çıkarlarına yol açma kılavuzudur. Varın sorun, o egemenlere: kaçı, bir yılda, bir akşam yemeğinin ederi kadar edebiyat, sanat kitabına ödeme yapmıştır.

Kitapsız, dolayısıyla yüreksiz kalınınca ne yapılacağını, nasıl tutum ve tavra düşüleceğini kestirmek güç değil. Şaşmayalım birilerinin yapıp ettiklerine.

Nüfusça çoğalıyoruz. Bir bakın, ülkemizdeki edebiyat, sanat kitaplarının satışı buna koşut mu? Yıldan yıla çoraklaşıyor kitap dünyamız, yüreklerimiz. Nerden beslenecek bu kafalar, neyle incelecek bu yürekler? Hangi üniversitemizde çağın kitapları, sıcağı sıcağına okunuyor, inceleniyor? Eski yargıları içeren kitapların tarlasında patates söker gibi, hep toprağın altını mı deşeliyorlar? Bellenmiş kurallarda döneleyip duruyorlar?

Çağa ulanmadıkça, yaşananı yakalamadıkça, çağının adamı olmadıkça, çağının ister ve ereklerinin gereğini yerine getirmek olası mı? Gerçekçi, edebiyat, sanat kitaplarını, kaç kişi okuyor? Kaç kişi gerçek anlamda gazete okuyor? Hani şu cinayet haberleriyle kanlanmış, pornoyla boyanmış, suya tirit gazeteleri, promosyon için mi alıyorlar, gününden haberli olmak için mi? Bu kadarından bile yararlanamıyorsak, iktidarın borazanı gazetelere teslim olmuşsak…

Kafası tarihin irdelenmiş belgeliği, gönlü hoşgörü yaylası, dünyanın öteki ucunda bir çiçek çiğnense yüreği ezilen, evrensel kimlikli insan var ya, onun gerçek anası kitap desem, hiç yalan değil. Kitap, kitap da; bilim kitapları mı, ekonomi kitapları mı, edebiyat, sanat kitapları mı? Yoksa bunların emzirdiği insan mı? Tümden dünyanın olanaklarını sağmaya üstünlük kurma eğilimine kaydık da, insansız kitaplara mı tutulduk?

 

 

Etiketler:

Yorumlar (0 )