YAKASI KARANFİLLİ ÜÇ DELİKANLI

YAKASI KARANFİLLİ ÜÇ DELİKANLI

  

 

YAKASI KARANFİLLİ ÜÇ DELİKANLI

(Öykü, şiir, deneme)

Yazın türleriyle içime yaptığım yolculukta yakalamaya çalışırım kendimi. Yazın türleri benim eğitmenim, içimden yontup inceltiyorlar, kaba özümü. İnsanlık katına ulaştımsa, onların eliyle, onların emeğiyledir. Tümünden katkılandım. İçlerinde delişmen, üç akraba çocuğu var ki bayılırım onlara. Yeniyetmelik aşkını yaşayan, yakası karanfilli delikanlılar gibi, bu üç afacan, yakamdan inmiyor. Onlar inse ben onların yakasındayım: Şiir, Öykü, Deneme, aynı gözeden serinletici sular sunup esenliyor insanı.

Niçin akraba çocukları diyorum onlara biliyor musunuz? Şiir, öykünün kız kardeşiymiş; öykü şiirin oğlan kardeşi; deneme de şiirin teyzesinin delişmen oğluymuş gibi gelir bana da, ondan.

Aynı gözeden su taşırlar dedimse de içimleri, sunuşları, biçemleri farklıdır. Aynı gözenin çevresinden devşirdikleri çiçeği sunarlar size, ama herkesin çiçeğinin soyu aynı gibi görünse de renkleri değişik, demet bağlayışları birbirine benzemez, ayrı gülücük saçan demetler. Damarlarındaki kanın rengi, yaşatıcı dolanımı benzeşik fakat nabzınızda vuruşları başka. Bir de sevimli sevimli içinizden sürtünürler ki size, dokunuşlarından haz alırsınız, gönenirsiniz. Fırça vuruşlarıyla sizi bezeyen üç usta mimar, bu tatlı yaramaz kardeşler, tanışıklığı dostlukla pekiştirirler, hemen. Her biri, bağımsızlığına titizdir, oysa imeceye aynı anda katılırlar. Hani Olimpiyat Çemberi vardır; çizimleri iç içe geçmiş ama her biri ayrı alana sahip. Öyle bir akrabalık, öyle bir yakınlık vardır; şiir, öykü, deneme arasında. İmecedeki payları ortakmış gibi görünür, kaba düşünüşe. Neden mi?

* Dil işçiliği,

* Yoğun, sıkı anlatış,

* Doku örgütlülüğü,

* Kurmaca,

* İmgenin kanadında uçuşa çıkmak,

* Okurun düşlerini genişletmek,

* Anlağı kamçılamak,

* Okurunu, okuma öncesinden farklı/üst konuma çıkarmak bakımından aynı işleve koşulduklarını sanarsınız.

Aslında üçü de kendi sıkıdüzenini uygular, alttan alta. Bakmayın, çemberin iç içe geçişine. Her biri, ayrı imparatorluk, bağımsızlığının burnundan kıl aldırmayan. Her ne kadar birbirlerinin yöntem ve öğelerinden çalıntıları olsa da, bilirler, ötekisinin suyundan çokça içtiler mi nitemlerine, özelliklerine gölge düşeceğini, kişiliklerinin zedeleneceğini. Asla, birbirlerine teslim olmazlar; öylesine kıskanç, öylesine bencil ve özenlidirler sınırlarını korumada.

Şiir, çalımlıdır “ ‘İlkin söz vardı’ diyorsunuz, işte o benim, ben varım” diye öyle tafralı sallar ki bayrağını, görmeyin! “İnsanoğlunun ilk dili benim’ sözü düşmez ağzından. Düzyazı türlerini dölü sayar, analık taslar, biraz haklı mı ne?

Anayım dese de hiçbir erkekle halvet olmamış, kız oğlan kız. Meryem’den önce Meryem, yalvaç anası… O, ne fettan ne kösnülü kızdır! Tüm şairlerin ‘imkansız sevgilisi’. Yüzyıllardır ardına düşmüş şairlerden hiçbirisi yatağa atamamıştır bu haspayı. Ele avuca gelmez sığmaz, kuramını, kuralını kendi koyan, yöntemini kendince değiştiren… Kesin tanımsızlığından belli kurama çakılmamışlığından, sürekli özgür kalan… Özgürlük susamışı insanoğlunu ardından koşturmasındandır, albenisi, ölmezliği.

Tutmaya çalışırsınız, kaçar. Avlama yolunu yöntemini yakalayacağım derken, yeni giysi, yeni imgelerle çıkar karşınıza. Amanın, ne zordur onunla uyuma girmek, onunla iş birliğinde ustalaşmak! Emek, yöntem, ustalık yetmez, onunla sürekli barışık kalmaya. Kendi adıma diyorum ki, onun böyle tutulmaz, elde edilemez haspa olduğunu bilseydim, hiç ardına düşer miydim? Ama onunla tanışmak öyle güzel sayrılık ki bir daha kurtulamazsınız, ömür boyu sancısını, erimini, erincini yaşarsınız, bu güzel sayrılığın.

Hele kaprisine, akıl erdiremezsiniz, bir türlü doyuramazsınız onun isterlerini. Hiç kimseyle ilgilenilmesin, hep kendisine çalışılsın ister. Onunla bir kez tanıştınız mı, aynanıza başka güzel düşmeyecek, ümüğünüzü sıkmış egemen... Azıcık boşlarsanız, hop başka kucağa, ne kadar geri çağırsanız, bir daha döndüremezsiniz, asla! Yitirilmiş sevdasında kırgın, çırpının durun artık, ömrü billah. Gittiği kucağı adres tutar mı, nerde?… Size göre maymun iştahlı bal arısı, herkesi, kendi yaylasına tutsak edecek. Başka adresleri yasaklayacaktır.

Yaşam bir uzun öyküdür. Herkesin öyküsü, öyküleri vardır. Kendi öykülerinizi ayırdına varmadan yaşanmışlığın dolabına atarsınız ya da anıya dönüştürüp birisine aktarma fırsatını kollarsınız. Kendi öyküsünden kendisini çıkartıp evrilmeye eğilimli değildir insanoğlu, nedense. Başkalarının öyküsündeki olmuşluğa yakın duruşumuz, dedikodu düşkünlüğümüzden mi geliyor. Belki de öğrenme, başkalarını tanıma merakımızdan. Öyküye daha çabuk uzanıveriyor elimiz. Öykücünün kurmacayı dillendirmesi, düşlerimize kanat mı takıyor ne? Düş tutkunluğumuz mudur, bizi öyküye yönelten, ilmikleyen? Öykünün, yaşamın bir kesitinde geçmesi, bir durumu, bir olayı, izlenimi düşünsel görüntüye dökmesi, onu sevimlileştiren, kabul kolaylığına ulaştıranı mıdır, bilmem ki. Öykünün tek dilli olmaması, her ağızdan konuşması, bizi toplumsallığa ilişkilendiriyor gibi gelir bana.

Romandan çalar öykü. Kimi kez, romanın karnında gizlenir. Denemeden aşırır, biraz. Şiiri barındırır dokusunda. Kumaşında düz şiir de vardır.

Doğrudan insan yaşamından, duyumsamalarından, özlemlerinden, izlenimlerinden, düşlerinden örülü olmak, öyküyü sıradan insana bile yakın kılar, kavgacı okurla bile barışa hazırdır.

Çoğuncası, kendisini sorgulamayan, eleştiri deyince cinlenen insanoğlu, öykünün içinde hallerinin, enine boyuna dokunduğunun ayırdına varamaz pek. Bir başkasına bakıyormuş gibi seyreder, öykünün aynasını. Bilmez ki kendisidir, gördüğü. Öykü kişisine imrenirken, onun yanlışını teraziye vururken kendisidir, yeniden dokumaya aldığı, evrilttiği.

İmgesellik, yoğunluk, dil işçiliğiyle şiirin oğlan kardeşi olan öykü, efelenmeden yaklaşır size. Macerasına katılırız, onda kendimizden kesitleri yeniden yaşarız, daha bizdenlik buluruz öyküde. Onda, denemedeki düşünce şimşekleri, şöyle bir çakıp geçiverir. O bakımdan denemeye teğettir de, öyle birdenbire açamazsınız, ikisi arasındaki kapıyı. Doğrudan insan yaşamına konuşlandığı için, daha bir yakın buluruz öyküyü kendimize. Çat kapı, girebilirsiniz onun bahçesine.        Afacan akraba delikanlılardan öykü, en halkçıl olanı desem, yanlış mı olur?

Deneme, yazarının özel ülkesinden insanın topografyasına yolculuk.

Şiirin alt dokusunda gizlenen; öykünün koynundan ara sıra başını uzatan düşünce, boylu boyunca karşınızdadır. Kesin yargı biçmeden, düşünsel çevreninizi genişletir, size sözünü etmez görünerek. Deneme kardeşlerine göre ökecedir, bilecendir, filozof özentisini örtüleyerek söyleşir. İnsan soran, sorgulayan bir yaratık değil midir? Deneme, insanın bütün hallerine soru çengeli atıyorsa, nasıl uzak durabiliriz ondan? Konusunun özgürlüğü; toplumsal, geleneksel kurallara sıkışmış insanı, niçin, gizli özgürlük yaylalarına götüren kılavuz olmasın?

Bir kişiyi odak almış, bir kişinin ağzından konuşuyormuş gibi görünse de, bir insanda bütün insanlığın gizli oluşundan ötürü, kendinizi kolay bulursunuz denemenin içinde. Özel bir alanı yok sanarsınız ama bütün alanlara giriş vizesi vardır elinde, peşin. Özgür yapı onun omurgasıdır. Kuralların ağına takılmaz. Sizi de özgür kılar, okudukça. Genel geçer olarak kesinlemeden, özel görüş ve düşüncelerini sunar kabulünüze. Özel söyleşi örtüsündedir sav’ı, özel etiketli. Söyleşir dedikse de kavgacıdır, aba altından tartışmacı…

İçinize sokulurken kavgacılığını, tartışmacılığını koltuk altında saklar. Buyurganlık taslamadan, düşüncelerinizi boyutlandırmak amacı yatar derininde.

Hani diyorum ya, denemeyi özgür yapısı, belli alansızlığı, kural kırıcılığı bakımından, şiirin teyzesinin delişmen oğlu saymak, hiç de yakıştırma sayılmaz, gerçektir.

Yazın türleridir, bizim iç mimarımız. Dış kalıbımızı, iç donanımlı kılmak için onlardan uzak kalmamak gerekir de, bana göre delişmen üç delikanlı; düşlerimize kanat takmak, kurallardan yozutmak, sürekli yeniliklerin kapısını aralamak, özgür düşünceye uzanmak bakımından, insana daha çok yakışıyor mu ne?

 

 

 

 

Etiketler:

Yorumlar (0 )