YAZI MAKASSIZ YAZILMAZ

YAZI MAKASSIZ YAZILMAZ

 

 

YAZI MAKASSIZ YAZILMAZ

 

Dergici/yayıncı; kimi zaman, önüne gelen yazıları, şurasından burasından makaslamak zorunda kalır. Buyurmacı bir tutum mudur bu? Yoksa okurun önüne derli toplu çıkma titizliği mi? Yazıya saygı, edebiyatın gereğine özen mi?

Dergicinin, yayıncının bana karışma hakkı olabilir mi diyecekseniz; sizin de onların okurları, müşterilerine saygılı olma hakkını düşünmeniz gerekmez mi? Yazınsal donanım ve uygulayımla özenle kurgulanmış yazılar gönderirseniz, yazılarınızı kimse kesip biçmez.

Ayıklanmayan ne var dünyada? Bilim, sanat, yazın, hatta yaşam birer ayıklama/arıtma değil mi? Yargı yerlerinde tutanak yazıcısının yazdıkları, neden bir sanat ürünü olmuyor da; aynı konu ya da olay, yazınerinin dokumasından sonra sanata dönüşüyor? Patlıcanı, pırasayı ayıklamadan, işlemden geçirmeden yemezler de; savruk yazıları, dil ve güzelduyu işlemcesinden geçirilince küplere biner, kimi yazın heveslileri.

Dünyada pek çok yazarın imrendiği Çehov, ne diyor? “Yazdıklarınızın birinci yaprağını atınız.” Gazete yazarlığına başlayacak birisi, ücret konusu görüşülürken, gazete sahibine der ki: “Uzun yazarsam, yazı başına yarım altın alırım, kısa olursa bir altın.” Nedir bunun anlamı? Arıtma değil mi?

Niçin, “Boğaz dokuz boğumdur.” demiş atalar? “Dokuz düşün, bir söyle” sözü, dokuz kez elekten geçir anlamını içermiyor mu? Halk neden “Çok lâf yalansız, çok para haramsız olmaz.” demiş? “Kısa kes, Aydın havası olsun!”, “Bu ülke çok laftan battı.” deyişlerini, sık sık duymaz mıyız? Ya koca Fuzulî, “Ey sevgili, zamanım olmadığı için kısa yazamadım. Bağışla!” sözünü niçin söylemiştir? Bir düşünmek gerek. Bir yazıyı güzel kılan, salt yaşanmışlığıyla boyutu mu? Yoksa öz ve söyleyiş özelliğine özen göstererek sözü çekip çevirmek; dile özenle, söze, söyleme açılım kazandırmak, anlatıma yeni boyut eklemek ustalığı mı?

Duyarlığı olan, irdeleyip elemesini bilen, başından olaylar geçen, izlenim ve gözlemlerini belleğinde saklayan, okumalar ile kafasını beslemiş her kişide bir yazarlık gömüsü vardır, bir oranda. Ama yeter mi? Hemen kaleme sarılıp aklınıza eseni yazıvermekle yazarlık katına çıkabilir misiniz?

Bahçıvan çekirdeği toprağa atınca, “Benim işim bitti” diyor mu? Öldür billah çapayı, makası elinden bırakmaz. Fidanlarının gübresini, suyunu eksik etmez. Gerekirse, olumsuz doğa koşullarına karşı önlemler alır. Bahçıvanın öz yaşamı ile fidanların yaşamı, sanki iç içe geçmiştir, bir bütün olmuşlardır artık; tek gövde gibi yaşar, gelişir bahçıvanla fidanları, ürüne durur.

Yazınla insanı değiştirip geliştirecek sanatçının işi, bahçıvanın işinden daha az özen mi ister? Yazın, başkasına karşı saygı gerektiren bir sorumluluk değil midir? Kendisi özlü ve güzel olmayan yaratı, nasıl başkasının özünü etkiler, onu güzelleştirir? Güzeli, güzel olan doğurur.

Yazdıklarının altında imzasını görmek, kişiyi gönendirir ya, bir de onun sorumluluğu vardır. O yazı, sizsiniz artık: Kim olduğunuzu kanıtlamak için kimlik belgenizi göstermeye gerek yoktur, siz yazdığınızdasınız.

Yüzünü görmediğimiz birçok yazarı, neden varlığımızın özünde duyumsar, duygu kardeşi, düşündeş sayarız da; niçin kimilerini dışlarız? Bir daha yüzüne bakmayız (okumayız)? Acaba, düşündeşimiz olup olmamasından mı ya da ilgi alanımıza girip girmemesinden mi kaynaklanır yazarlara uzaklığımız/yakınlığımız? Yoksa önümüze, bize saygı duyularak çıkılması mıdır, önem kazanan? İlgi alanımız dışında olmasına ve bize yadırgı düşmesine karşın, bir türlü gözümüzü çekemediğimiz, elimizden bırakamadığımız yapıtlar/yazarlar olmamış mıdır?

Yazar, özüne duyduğu saygıdan daha çoğunu, okuruna duyacaktır. Toplumu, kişiden büyük saydığı için, onun önüne, sallapati çıkmayacaktır elbet. Okuruna saygının (sanatına saygının), kendisini yarına ulaştıracak dayanaklardan birisi olduğunu unutmayacaktır. Düşünce tutarlılığı kadar söyleyiş özellik ve güzelliğinin kendisini geçerli kıldığının ayırdında olmayan gerçek yazar var mıdır? Yazar bilir ki, arıtılmış yazılarla kendisine ilgiyi sürdürecektir, dahası yeni okurlar kazanacaktır. Kötü yazının, kişiyi yazından soğuttuğunun bilincindedir yazar. Bundan ötürü, alıcısız satıcının ezikliğini yaşamaz.

Yazı yazmak, salt yaşanmış ve gözlenmişin öykülenmesi, düşünülenin anlatılması değildir: İşlediğiniz konuya ilişkin kaynaklara ya da kişilere başvuracaksınız, okuyacaksınız, araştıracaksınız, soracaksınız, danışacaksınız. Yazarken sözcüklerin özel, genel, soyut, somut anlamlarını, karşıt anlamlılarını, anlam çevrelerini, neleri çağrıştırdığını bileceksiniz. Neyin, hangi durumda doğru, hangi durumda yanlış olduğunu ayırt ederek kurguladığınız yazınızla; belli ileti için ya da izlenim kazandırmak; kiminde düşünce aşılamak için sunuş yapacaksınız. Ama bunlar da yeterli değildir: Yazı yazan, yazısını, başkasının göz ve düşünüşüyle okuyup kendisini eleştirebilmelidir. Yazısına, nikâh masasına gidecek gelin/kızı, törene hazırlar gibi özen göstermelidir. Arıtma ve damıtmayı, vazgeçilmez bir yazma yöntemi saymalıdır. Hele makası, hiç elinden bırakmamalıdır. Yazı çocuğunuz gibidir, onu iyi eğitmekle yükümlüsünüz, gerçek anaysanız.

Yaratılarının ilk biçimine aşırı sevgiyle bağlananlar, yazılarını kesip biçerek eli yüzü düzgün duruma sokamayanlar, yazılarını makaslamaya kıyamayanlar; yazı yazıyorum diye başkasının zamanını çalmamalıdır. Herkese saygınlık kazandıracak uğraş alanı, o kadar çok ki…

Kimileri, başkalarına kızacaklarına, makas kullanmayı öğrensin; kendi makası, insanı acıtmaz: özeleştiriye taşır yazarı, kendisini denetleme, yazarını da geliştirir. Başkasının önüne derli toplu çıkarak saygı alma aracıdır makas!

 

 

 

 

Etiketler:

Yorumlar (0 )