UZUN KOŞU

  

                                                                                                                                                        

                                        Üretmek ve yaratmak sancısı

                                                          içimizin en büyük avcısı

                                                          Düşlerin peşine düşmüşüz

                                                          İşte bundan yüğrüklüğümüz

 

Ayakların gerçekleştirdiği uzun koşuyu küçümsemiyorum: En azından yeni bir yerleğe ulaştırır, göz eriminizi genişletir. O, öyledir de benim dediğim bir başka türlüsü: Üretme, yaratma sancısı; değişim, dönüşüm yolundaki devingenlik; beyinde şimşek çaktıranı, gelişime gebe olanı!

Yaşam yüğrüğüyüm: Koşuşturmaların cilvesini yaşarım çok çok. Örnekse eve geç dönmüşümdür: Zamanı aşırmamışsam, bir  ‘Hoş geldin!’ alırım. Hayli gecikmişsem “Nerelerde kaldın Bedia” derler. Her ne kadar ‘bedia’; beğenilen, takdir edilen şey, güzellik’ anlamlarını içerse de, bana öylesine yöneltilmemiştir, tersine göndermelidir: ‘Yeni huylar mı edindin, yaptığın güzel mi?’ gibisinden ince iğneler saklıdır içinde. “Bu soru bana mı?” desem, ‘Ya kime olacaktı?’  bakışları yönelir üstüme. “Ben, bu sabah evden çıkan adam olarak dönmedim ki eve; kendimi yıktım, yaptım, edindiğim değişik şeylerle geldim. Sizin evden bu sabah çıkan adamınıza rastlarsam, yakınılarınızı aktarırım. Bir daha yapmaz böyle densizlikleri.”derim. Şakayla karışık bir özür dileme biçimi değildir bu; gerçeğimin anlatımıdır, dilaltından. Onlara öyle der de sözümü tutar mıyım? Yoo!... Her gün, yeni bir şey yakalama yüğrüklüğüdür benim işim. Tek kırıntı edinmesem de her yeni günün avcılığından vazgeçmem, asla! Beynimle, elimle, ayağımla, düşlerimle koşturur dururum.

Herkesin yaşamı bir uzun koşudur. Ancak onu sürdürenin kafa çapına göredir genişliği; uzunluğu öznesinin sabrı, direnciyle oranlı; verisi; koşucunun işinin gereklerini bilip bilmemesi ve işini kotarmanın yol yöntemini doğru, yerinde ve zamanında uygulama becerisiyle boldur, yararlıdır ya da kısırdır. Herkes özdekselinde ya da düşüncelerinde, düşlerinde bir koşuya çıkmıştır.

Aklını işleteni, eleştirel düşüneni; nerede, kiminle olduğunu, konum ve koşullarını ve engellerini bilir, ona göre davranışa geçer, edimde bulunur: Aşamalar kat eder. Var olanın dışını merak etmeyeni, hazır bulduğu- yararlı yararsız- değerlerin oluğunda, belli bir yöne salınmış su gibi akıp gider, yakınısız. Koşusunu sürdürdüğü ömrün, kendisine niçin verildiğini bilmez. Ömür niçin koşuşturmadır ya da asalak geçirilir gibi soruları, hiç düşünmemiştir. Bilinçsiz bir akışta sürüklenir. 

Tarihin ağır/bilisiz işçileri (uzun koşucuları) vardır, bir de: Toplumun alt katmanındaki hizmetlerde ya da kendi işlerinde yaşamlarını sürdürmek için,  günlük/ilkel gereksinimler için çalışanlar vardır: Halk katmanı: köylü, işçi, emekçi! Hükümdarların, feodal güçlerin, ağzı demokrat, beyni tiran ya da din tacirlerinin, tüm siyasal erki elinde bulunduran (otokrat) yönetimlerin uyuttuğu halk katmanı; kendi dışlarındaki çapraz  gidişe destek olduğunun, birilerinin semirmesine, dolaylı araç yapıldığının ayırdında değildir. Ama onlardır, yaşamın alt tabanı, başkalarını yediren, doyuran. Toplumun alt dokusundaki damar ve kan. Ta başından beri tarihi taşırlar sırtlarında. Ne öneme alınmadıklarından ne yaşamlarının uzun koşusundan haberleri vardır. Ekmek kavgası demişlerdir edimlerine. Onlarınki de bir uzun koşu; ekmek kavgasını düşünmezsek, körü körüne. Bunlardan kimileri, bu dünyayı geçici saymış, ötekisine adanmıştır, din tacirlerinin uyruğudur ya da cambaz politikacının, kendi yararına güdülediği kuru kalabalıktan birisi. Kuru kalabalık, ta başından bu yana tarih tabanını sırtında taşımasına karşın; olumlu gelişimin önünü keser, ilerleyişe ket vurur. Onların yıkıp talana verdiği örneklerle doludur tarih sayfaları.

Uzun koşusunun itici gücünü, ışıklanmış beyninden alanların ayak basmadığı toplumsal coğrafyada, o kara kalabalık, artık kendi çiziklerinden, sessiz akan bir sızıntı değildir; din tacirlerinin, kirli politikacıların destek ve yönlendirmesiyle coşmuş, kök söküp çamur taşıyarak, yukarıdan aşağıya yuvarlanışla büyümüş, önüne gelen çağcıl değerleri silip süpüren kara ırmaktır. Söz arası diyelim: İnsanlığın yolunu kesmede suç, o   günlük/özdeksel  üretime koşulan kuru kalabalığın değil; onların üretici yanını özüne ve çağına kör edip  çıkarına yönelten karanlık mimarlarınındır.

Kişiden kişiye, toplumdan topluma farklıdır uzun koşunun biçemi, yöntemi:  Çağından az çok haberli toplumlarda sosyal adalet kurulmuş, herkese insanca yaşama olanağı yaratılmış, esenlik payı ayrılmış ise; oradaki bireyler, bütünü oluşturan birer öğedir (enstrümandır). Onların değişik biçem ve yönlü uzun koşularıyla bir genel yaşam orkestrası oluşturulmuştur.  Onların değişik yönlere koşusu, genel yaşamı renklendirir, varsıllaştırır. Öylesi toplumlarda kişilerin uzun koşusu; kişiyi, özel çıkarların hızıyla delice bir amaca fırlatarak karşıdan geleniyle çarpıştırıp her ikisini de sırtüstü yere sermez. Yeteneğinin, düşüncelerinin uzun koşusuna çıkmışların kişisel uzun koşuları, sadece sahiplerini değil, toplumlarının anlayış, düşünüş alanlarını katkılayıcı renklendirici edimlerdir.

Benim uzun koşumun yönünü yöntemini; ülkemin özgül koşulları, sorunları; daha çok geldiğim toplumsal katmanın bendeki sızısı belirlemiştir: Geldiğim yerdeki yaşıtlarımın anlayış ve yaşama bakışının değişmediğini, kö-yümdeki evlerin yarısının boşaldığını ve insanlarının gurbete savrulduğunu gördükçe utanıyorum: O köyden İsmail Hoca’nın, tütün tarlasında çocuk doğuran Hatice Kadın’ın oğlu, okuyup adam olacak olanaklara sahip miydi? O kuru kalabalık dediklerim dahil, halkımın parasıyla okudum. Kişiliğimi kuran olumluluklarda onların payı var, borçlusuyum onların. Halk, toplum yararına koşturuşum, onlara borçlu kalma korkusundan. Yazdığım da o. Yazdıklarımda biraz ben varsam; kökenini, ulusal ve evrensel insanlık değerlerini yıpratmadan yaşamayı ilke edinen, ona göre davranışa, edime geçen kişidir o.   

Düzeni oturmuş, insanlık değerlerini yaşamına uygulamış bir ülkede olsaydım; hayatın başka yönlerini sağmanın, sütünü emmenin tadını yaşardım. Acınmıyorum, gocunmuyorum, yakınmıyorum: Yaşadığım çağın, ülkemin koşullarının bana ödev olarak verdikleri düşmüş payıma. Ham insan olarak geldiğim dünyadan, gayrıyı boşlamış asalak olarak gitmekten, borçlu ölmekten utandığım için çıkmışım uzun koşuya. İnsan olmak, başkasının da sizin kadar hakkı ve payı bulunduğunu kabul etmekle başlar. Abartı mı olur ama diyeceğim ki benimki insanlığın uzun koşusu, zahmetli de olsa. Damağıma ulaşmayan tatları, yakalayamadığım ince zevkleri sonrakilerine hazırlamaya koşulmak, daha beynime ulaşmamış ve bilinenden başka ışık için kibrit çakmak; bir ölümlünün bırakacağı en büyük kalıt olsa gerek. Bir şeyler becerebildikse, helâli hoş olsun sizlere. Çünkü ben de birilerinin bıraktığı hazır değerlere doğmuşum. Siz de bulduğunuz güzellikleri çoğaltırsanız, korkmayın, bana borçlu kalmazsınız.  

 

 

 

 

Türk Dili 99.s. Kasım-Aralık 2003
Üç Nokta 98.s. Eylül-Ekim 2003
Ardıçkuşu 71.s. Şubat 2005
Ağın Ocak-Şubat 2005

Etiketler:

Yorumlar (0 )