BELLEKSİZ TOPLUM

BELLEKSİZ TOPLUM

 

BELLEKSİZ TOPLUM 

Bellek (*); yaşama ilişkin izler, öğrenilenleri zihinde tutma yeteneğidir, birden çok duyumuzun algılamasıyla oluşur. Görülenlerin işitilenlerin, okunanların bir daha anımsanmasına yönelik, olan bellek, zihnin öteki işlevleri arasında en önemli olandır. Anımsanan olgular, dikkatimizi uyandırır. Deneyim dediğimiz, yaşamdan sonuç çıkarma olgusunun yarattığı birikim, zamanla kültüre dönüşür, uygarlığın yapılanmasını sağlar.

Belleğimize yerleşenleri yazıya dökmezsek, olanların bir bölümü unutulur, olgular gerçekliğinden sıyrılarak söylenceye dönüşür. Söylenceler de ağızdan ağza geçerken, anlatanların düşünce/anlayış yapılarına göre değişikliğe uğrar, özünden uzaklaşır. ( Kimi zaman da söylence bile  olamayıp, bir kişinin kafasının derinliklerinde kalır, sonunda, onunla birlikte yok olup gider.) Geçmişte yaşanılan gerçeklikler; ders çıkarılacak, ibret alınacak bir değer olacak yerde, masalsı bir havaya bürünür. Kişi ya da toplum; belleğindekileri, geleceğin yöntemini belirlemede doğru dayanak noktası yapamaz artık; masalsı birikimlerden yola çıkarak bilimselden uzaklaşır, çağının ardında kalır.

Toplumsal bellekle kültür arasında sıkı bir bağ vardır: Kültür; bireyin ya da toplumun özdeksel ve tinsel varlığının temeli saydığımız dil, düşünce, gelenek, yasa, kurumlar, kullanılan araç/ gereçlerin, yöntemlerin tümünün oluşturduğu bir bütündür. Doğru yorumlanırsa eleştirme, değerlendirme yeteneklerinin gelişmesini sağlar, zihinsel atılımlara dayanak olur. Giderek dışımızdakilere karşı olumlu/olumsuz  tepkilerimizin kaynağıdır. Buradan hareketle üst düzeylere ulaşma düşlerinin ardına düşeriz. Yaşadıklarınızı tam olarak belleğinizde saklayamıyorsanız, sizi bütün yönlerinizle yansıtan kültüre nasıl varabilirsiniz? Temelinize uygun bir kişilik kazanabilir mi siniz?

Kültürlü ve uygar sayılabilmeniz için, önce belleğinizin sağlam olması gerekir. Yaşadıklarınızı, aklın terazisine koyup neyin nereden geldiğine, nereye gittiğine bakmalısınız, karşılaştırmalar yapıp, bağıntılar kurup sonuçlar çıkarmalısınız. Olguların irdelenmesi, belleksizlikle  olası  mıdır?

Ulusumuzun geçmişte yaşadıklarını örnekse; Şeyh Bedrettin,  Köylü İsyanları, Celali İsyanları, Islahat Hareketleri, Tanzimat, Meşrutiyetler, İttihat ve Terakki , Serbest Fırka, cumhuriyet dönemindeki iç ayaklanmalar, Demokrat Parti ve dönemi, 27 Mayıs,12 Mart, 12 eylül gibi olayları, bireye ve topluma yansıyan sıcak yanlarıyla belleğimizde tutmuş olsaydık; bunları, aklın ve mantığın terazisine vursaydık; ince ayrıntıları göz ardı etmeseydik ; çağdaş/bilimsel ölçütlerle sorgulasaydık; neyi, nerede yanlış/doğru yaptığımızı, nesnel bir bakışla inceleseydik kültür ve uygarlık düzeyimiz, böyle mi olurdu?

Trabzon’un Boztepe’sinde Ali Şükrü’nün gömütünü gördüm (18.9. 1992). Üzerindeki yazıtta Ali Şükrü olayının bir bölümü saklanmış; sanki Ali şükrü eceliyle ölmüş…Ülküsel bir havaya bürünmüştü yazıt. Ali Şükrü olayıyla Topal Osman Ağa olayı bağlantılı ya, Giresun Kalesi’ne  gidip Topal Osman Ağa’nın gömütüne baktım (20.9.1992). Onda da aynı sakat yöntem: Osman ağa’nın yiğitliği vurgulanıyor, sonrası gizleniyordu. Bu olayların içinde yaşayanlar, teker teker göçüp gidiyor. Şimdiye kadar, bu konuda yazılanlar, teker teker göçüp gidiyor. Şimdiye kadar, bu konuda yazılanlar ise etkisel/tepkisel anlatımlardan başka bir şey  değil. Olayın gerçek yüzü, karanlık içinde.

Yıllar geçince ne olacak?  Yeni kuşaklar yazıttakileri, gerçeğin kendisi sanacak; bir yanlıştan bir yanlışa doğru gidecek. Ulusal belleğin gizledikleri, ulusun yanlışa düşmesine neden olmayacak mı?

Bekir Semerci hakkında bir yazı hazırlıyordum. Semerci, Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlı, Yedek subay Okulundan dünya görüşünden dolayı çavuş çıkarılanlardan biri. Kitabında, çavuş çıkarılan arkadaşlarını sayarken 16 kişinin adını verebilmiş. Bildiğim kadarıyla bunlar 22 kişi. Sayıyı gerçeğine  ulaştırmak için kaynaklara başvurdum. Yok. Bilebileceğini sandığım ve  bu acıyı yaşamış kişilere telefon ettim: sayıyı 18 den yukarı çıkaramadım. Halbuki bu yüksek Köy Enstitüsü çıkışlıların çoğu, eli kalem tutan kişiler, Türkiye’nin sosyal savaşımına önemli katkıları var. Hepsi yaşıyor, hemen hemen. Pek çok acılar çekmiş bu insanlar yaşarken, bir gerçeği yakalayamıyorsam, bu bir belleksizlik değil mi? Yarın doğrular/gerçekler nasıl öğrenilecek* Doğru değerlendirme nasıl yapılacak?

12 Eylül 1992 günü bütün gazeteleri aldım. Kenan Evren’in kendisini haklı göstermeye yeltenen yorumundan başka bir yazıya rastlamadım. Nereye gitmişti, o vurulanların, öldürülenlerin yakınları?

İşkence çekenler yok muydu? Sağlığından, işinden gücünden edilenler neredeydi? Generallerin nefesine göre kalem oynatmak  zorunda bırakılan basın erbabı, bellek yoksunluğuna mı düşmüştü? 12 Eylülün hesabını soracağım bayrakları dalgalandırarak yurttaşın oyunu alan siyasi kuruluşlar, bellek yitimine uğramıştı? Bunlara oy  veren milyonlar,  uyuyor muydu? Köylü çocuğu olan Osman Bolulu’nun haşarı ellerine baktım; 41 tane yara izi vardı, her biri, ayrı ayrı bir acıyı yansıttı. Ellerim kadar beynim yok muydu? Beynim ellerim  kadar çalışmıyor muydu?  “Belleğimi kullanamayışım mı, olaylardan sonuç çıkaramayışım mı, beni bugüne razı varlık durumuna getirdi? “ diyerek üzüntülerin denizinde boğuldum.

Kişi ve toplum olarak bellekten yoksunuz, hemen unutuyoruz. Yaşananların hepsini, olağan sanıyoruz. Yanlışlıkları, olağanlık olarak bizden sonrakilere aktararak, onların da bizler gibi duyarsız, irdelemesiz kişiler olmasının nedeniyiz, mimarıyız. Böyle gidersek, hep çağın gerisinde kalacağız. Geleceği yaratmak için geçmişi doğrularıyla yanlışlarıyla sorgulamalıyız. Gereksiz mi bu?...(Bir de 500 yıl önceki İstanbul fethini kutlarız!) Bellek yitimine uğramışlıkla, çağdaş bir yarını, nasıl yakalayabiliriz?

Basılsın, basılmasın; herkesin, yaşadıklarını, anı defterine de olsa-içtenlikle- kişiselin tuzağına düşmeden yazıya dökmesi gereğine inanıyorum. Yazıncılar, ütopik yaratılarla beraber, bu toplumun belleğindekileri, belleğine  kazınması gerektiği halde  geçiştirilmiş olan gerçekleri yazmalıdırlar diye düşünüyorum. Bizim gerçek kültürümüz , bizim gerçek uygarlığımız, bizim belleğimizden kaynaklanacaktır görüşündeyim.

Belleksiz, toplum, bitkisel bir hayat yaşar, doğanın kendisine verdiklerinden daha ilerisine gidemez, olduğunu yerde kalır. Bellek, aklın işlemesine temeldir,irdelemenin ana verisidir. Onun değerlendirmesiyle duyan, eleştiren, sorgulayan dolayısıyla gelişen bir toplum/ulus olabiliriz, evrensel boyutlara ulaşabiliriz,  kültürel bağımsızlığımızı koruyabiliriz.

 
­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­-­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­-------------------------------------------------------------------------------------------

(*) Belleği; algılama, saklama, dışa yansıtma yönü bulunan bir yeti olarak düşünüyorum. Yazımda da böyle yorumladım.

 

 

 

 

 

 

                                                                           ( Karşı Edebiyat Dergisi, Ocak 1993)

Etiketler:

Yorumlar (0 )