BÜTÜN GERÇEK İNSANDADIR

BÜTÜN GERÇEK İNSANDADIR

 

 

BÜTÜN GERÇEK İNSANDADIR

 

Gerçeğin temeli doğadadır ilkin. Ama gerçeğin gerçekliği, insan tarafından ifade edilmedikçe, bunu gerçek sayabilir miyiz? Neyin gerçek olduğunu ayırdedebilmek için, gerçeğin nereden kaynaklandığını, neye dayanarak, nasıl oluştuğunu bilmek gerekir. Ondan sonra bilim, ideoloji, felsefe, sanat ve edebiyattaki gerçeklerden söz edebiliriz.

Bilim; doğadaki nesnelerin, olguların, insanın sorgucu aklıyla irdelenip dizgelenmesi, kuram ve kurala oturtularak insanın yararına sunulması ya da yeni yarar ve düşünme yollarına ön açıcı bilgilerin üretilmesidir. Doğayı, doğa-insan-nesne ilişkilerini gözardı eden bilim düşünülemez. Bilim, doğa insan-nesne ilişkilerini değişmez gerçek yasalara oturtmaya; olguları, buna göre çözümlemeye çalışır. Koyduğu kuram ve kurallar kesindir; ancak yenisi bulununcaya kadar... Sorgulamalarla yeni alanlara ulaşıldıkça bilimin gerçekleri, yasaları değişir. Eski gerçekler, birer aşama taşı olarak kalır. Bilimin gerçekleri, doğadan devşirilip dizgelenenlerin ya da bilimin bulgularından yeniden üretilenlerin bir üst aşamasının eşiğine kadardır. 

Doğa, insanı, milyarlar kere aşan bir güçtür. Ancak karşısında insan aklı vardır. İnsanlık bütün ömrünü, bu büyük gücü aşmaya, onu değiştirip kendi yararına dönüştürmeye adamıştır. Bilim doğadan temel aldığı gibi, insanla doğa arasında sürekli bir savaş vardır. Bilim, insan-doğa ilişki ve çatışmalarına göre oluş ve ivme kazanır. Doğanın kendi başına varlığı, sadece bir varsayımdır. Doğa, onu değiştiren, dönüştüren, olgularını irdeleyen yani bilimin üreticisi insandan ayrı düşünülemez.  

Doğa karşısında güçsüzlüğünün farkına varan insan, kendi ötesindeki gerçeklerin, olguların ardına düşmüş; fizikötesini, algılayabildiği somutların dışındaki sezgisini sorgulamaya başlamıştır. Buna da felsefe demiştir. Felsefe, gerçeği düşünce yoluyla araştırır. Gerçeğin temelinin doğada, insanda yattığını,  düşüncenin (sorgulamanın) salt insana özgü yeti olduğunu kabul ettiğimize göre; felsefi gerçek, gerçeklik de, dolayısıyla doğadan ve insandan bağımsız olamaz.  

İnsan bulunduğu sosyo-ekonomik konum ve düzeye göre olguları sorgulamaya çalışır. Ulaştığı sorgulama ve yorumların üstüne çözüm önerilerini kurar. Böylece dünyaya bakış açısını yaratır, ülkülerini üretir. Davranışının ne olması gerektiğini saptayarak yol ve yoldamına yön verecek ideolojisini yaratır. İdeolojik gerçeği; insanın konum ve algılama yapısının üstüne temellenir. Böyle olunca, ideolojik gerçeğin; insandan ayrı olması, insanın öznel gerçeklerine yadırgı düşmesi düşünülemez.  
 

Sanat; insanın doğadan esinlenip algılanarak düş ve düşüncesindekileri, var olanla yoğurup güzelde dokumasıdır, kurmaca gerçeklikleri yaratmasıdır. Edebiyat ise duygu, düşünce, tasarım, doğayla insan, insanla insan arasındaki etkileşim ve çatışmaların dile dökülmesidir. Dolayısıyla insan-doğa ilişkilerinin etki ve tepkileridir. Kaynağı, bir anlamda insanın kendisidir. Doğadan insana, insandan insana yansıyanların, insanın içindeki açmazların; insanın düş ve düşüncesiyle yoğrulup; biçimlendirilmesidir. Demek oluyor ki, sanat ve edebiyatın gerçeği de, doğadan kaynaklanıp insanda düğümleniyor.  
 

Her türlü gerçeğin, gerçekçiliğin temelinde doğa, doğayla boğuşan insan, doğayı kendine göre değiştirip dönüştürmeye çalışan insan vardır. İnsanoğlunun bütün çabası, doğaya üstünlüğünü kanıtlamak, kendi yerini sağlamlaştırmak, iç dünyasını gönendirmek, bununla birlikte özdeksel bir esenliğe ulaşmaktır. Böyle olunca insan gerçeğinin iticisi kendisi, temeli doğa, sezinleyicisi felsefe, irdeleyip dizgeleyicisi bilim, yönlendiricisi ideolojisi, güzelleştiricisi sanat, dillendiricisi edebiyattır. İnsan, gerçeği kendisinden başkası için aramaz. Kendisini sağlam bir yere oturtmak için gerçeğin ardına düşmüştür ya da merakını yenmek, görünenin ardını yoklamak için... Bütün gerçekler, insana yöneliktir, insan içindir. Hiçbir gerçek, insandan ayrı düşünülemez. 
 

İnsandaki değişim ve gelişimler; felsefi ideolojik ve sanatsal değişimlere neden olur. Doğayı algılayış ve ona bakışa yenilikler getirir. Gerçeğin göreliliği bundandır. Fakat yeniden bir doğa yaratılamayacağına göre, gerçeğin doğaya ilişkin, doğadan kaynaklanan verileri süreklidir. 

 

  (Damar, Mart 1993)

 

 

Etiketler: insan edebiyat deneme

Yorumlar (0 )