DİL KİRLENMESİ Mİ, ANADİLİNİ YOZLAŞTIRMA MI ?

DİL KİRLENMESİ Mİ, ANADİLİNİ YOZLAŞTIRMA MI ?

  

DİL KİRLENMESİ Mİ, ANADİLİNİ YOZLAŞTIRMA MI?

 

Siyasa, ekonomi, kültürdeki dağınıklığa koşut olarak dilde de bir dağınıklık, savrukluk yaşıyoruz. Daha kestirmesi, anadili bilinci hayli savsaklandı. Sadece bir kesim değil; kimi bilim, sanat, yayın çevreleriyle resmi kuramların neredeyse tümü, anadiline özeni umursamıyor. Böylesinin bizi, hangi yıkımlara sürükleyeceğinin ayırdına varamamışlar sanki. İşin garibi, öz Türkçesi tutunmuş yabancı sözcükleri diriltmekle, yabancı dillerden gerekli-gereksiz sözcükler aktarmakla dilimizin, kültürümüzün boyutlanacağını, dünyayla bütünleşebileceğimizi ileri sürebiliyorlar. Kimi çevrelerce dil -bilimsiz, felsefesiz, edebiyatsız dil var olacakmış gibi- yalnız günlük düzeyde, tecimsel konumda bir anlaşma aracı sanılıyor. Dille düşüncenin yaratılacağı, anadilinin bilimsel düşünüşe temel olacağı, ancak bilimle çağa ayak uydurabileceğimiz, uygarlık düzeyimizin yüceleceği gözardı ediliyor. Türkçe’yle bütünleşip kaynaştığımız, sevgi ve saygımızın onunla göneneceği, gündemden çıkarılacak mı kuşkusuna düşüyorsunuz. Neredeyse görünüm, kirlenmenin ötesine kayıyor. Kirlenme dışyüzeyle ilgilidir, yur, arıtır, aslını çıkarırsınız altından. Yozlaştırma aslını bozmaktır. İşte en büyük çekince buradadır. Önemlice bir kesimdeki dil kullanımı; özensizliğin, savrukluğun ötesinde, Türkçe'nin söyleniş biçemini, kazanılmış, tutunmuş sözcüklerini ve yapısını, tümce kuruluşunu ıskalıyor; Türkçe'nin mantığını, düşünüş yollarını, sarsarak yozlaşma ivmesinde genelleşiyor.

Her dilin kendine özgü bir yapı, işleyiş biçimi olduğu gibi, kendine özgü düşünüş yolları vardır dillerin. Bu da, o dilin kurallarına, düşünüş dizgesine, sözcüklerine, kavramlarına, öbekleşmesine, sözcüklere anlam yükleyişine, tümce kuruş biçimine vb. dayalıdır. Anadilinin yapısını, biçemini, işleyiş yollarını bozdunuz mu, genel düşünüşte (dolayısıyla ulusal mantıkta) bozukluk başgösterir. Ulusal kağşama başlar. Yabancı kültürlerin kuşatmasına girilir. Ulus, ortak düşünüşten doğan toplumsal bir yapıdır, ortak paydası da anadilidir. Dil, insan/ulus gibi canlıdır; insan/ulus gibi, o da su, hava, bakım ister, özen ister. İnsanla/ulusla birlikte geliştirilmesi/boyutlandırılması, yaşamsal bir dayatmadır. Yoksa yaşlanır, damarları tıkanır, dirimini yitirir. Ulusun ölmezliği dilindedir; dilin ölmezliği de ulusun ölmezliğindedir.

Anadilini kollamak korumak; ulusal düşünüşü diri tutmak, onu geliştirmek, kültürünü varsıllaştırmak, ulusal bağımsızlığına titizlikle sarılmaktır. Anadili temel alınarak bilime, evrensel boyutlara ulaşılabilir. O bakımdan anadili bilinci, ona özen göstermek, hem kişisel, hem de ulusal bir ödevdir.

Türkçe Yozlaşmaya Elverişli Bir Dil midir?

Türkler Müslümanlığı (Karahanlılar, 955) kabul edince, 1200 yıl süren şamanlık dönemi kapanmış, dilimiz Arap, Fars etkisine girmişti. 26 Eylül 1932’ye kadar (977 yıl) Türkçe, devlet dilindeki yerini koruyamaz duruma itilmişti. 1300 yıl önce yazılı anıt (Orkun Anıtları) dikmiş, bu anıtta soyut kavramları karşılayabilen sözcükler kullanmış Türkçe; söylenceler, masallar, atasözleri, deyimler, türkülerle dirimini, öz benliğini koruyabilmiş, Türk'ün bulunduğu her alanda, halk ozanlarının sesleriyle dalgalanımını sürdürmüştü.

Ne zaman ki Kurtuluş Savaşı'nın üstüne temellenen, ulusal bağımsızlığımızdan hızını alan dil devrimiyle Türkçe arılaşmaya, özvarlığına dönmeye başladı; kültürümüz, çağdaş katkılar aldı, bilimde, sanatta aynı oranda ivme kazandık. Edebiyatımız dünyaya ulaşır oldu. Görüldü ki Türk dili sağlam, tutarlı bir gömüdür, ona dayanılarak uygarlaşılabilir. 900 yıl dinlenceye (tatile) çıkarılmış Türkçe, özünü, esemesini, işleyişini, dün nasıl koruduysa, bundan sonrasının da (hele bu aşamalara erişmişken) sağlıklı aydınlarımızın, yazarlarımızın dil bilinci ve halkımızın sağduyusuyla Türkçe'nin dirimini sürdüreceğinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Dil Savrukluğunun Nedenleri

Bir dilin kirlenmemesi, yozlaşmaması için, onu sevmek, bilincini kuşanmak, öğreniminden geçmek, dilin kurallarını, kullanımını iyi bilmek, o dille oluşmuş yetkin ürünlerle sürekli beslenmiş olmak gereklidir ilkin. Bu konudaki eksiklik, yöntemsizlikler nelerdir, bunları saptarsak, önlemlerimizi ona göre alabiliriz.

Önce neden dolayı, kimlerin diretmesi, densizliğiyle dil kirlenmesine girdiğimizi, yozlaşma çekincesinin doğduğunu saptamaya çalışalım: (Nedenleri sıralarken verilebilecek pek çok çarpık örnek var... Bunlardan kimilerini, Türk Dili Dergisi'nde / 33. sayı, Temmuz 1993 / yazmıştım. Burada yazının oylumunu kabartmamak için, örnekleri atlıyorum. Günlük dil kullanımında sık sık rastlayabilirsiniz dil densizliğine.)

Sağlıklı Türkçe İçin Ana/Temel Kaynaklar Oluşturabildik mi?

Daha öncelerinden, öz dilimize dönme özlemleri varsa da, anadili bilinci, Kurtuluş Savaşı’nın, ulusal, bağımsızlığın sonucudur. Dil devrimi, öteki devrimlerin ön bağdaşığıdır. Eskinin bağnazlığından kurtulamayanlar, öteki devrimlerle birlikte, en çok da dilde arılaştırma, geliştirmeyi, öz benliğine dönüşü, siyasal yorum konusu yaptılar, ona karşı savaşımlarını sürdüregeldiler. Öz Türkçe'den yana olanlar, özellikle Atatürk’ün kurduğu TDK, Türkçe'nin kaynağını, gömüsünü gün yüzüne çıkarmaya, Türkçe'yi Doğu'nun baskısından ayıklamaya, Batı etkisinden korumaya, anadilinin kurallarını yerleştirmeye, arı dili yaygınlaştırmaya çalışırken, Türkçe'nin söyleniş, köken, kullanım vb. sözlükleri gibi kimi ana/temel kaynakları oluşturup kamuya indirmeye olanak bulamadı. Çünkü hep önü kesildi. Çoğu zaman bu tıkama, devlet desteğini aldı. Sanırım, dilimizin doğru kullanılamamasında bu gibi eksikliklerin de etkisi vardır. Onun için bu belirtmeyi, gerekli görüyorum, nedenler bağlamında... (Kapatılan TDK'nın başka uluslara örnek olabilen verimi, dil utkusu unutulmamalıdır elbet.)

Devlet Katındaki Tutum

Çağdışı anlayışlara ödün vererek oy toplamaya çalışan pek çok iktidar, arı Türkçe'ye ya soğuk taktı ya da karşısında oldu. Dil, siyasal kimlik ayrıştırmasında ölçüt sayıldı çoğu kez. Öğretim kurumlarının izlenceleri, politik eğilimlerinin yedeğine alındı, çağdaş yazın dışlandı. 12 Eylül karabasanı, Atatürk'ün kurduğu Türk Dil Kurumu'nu devlet dairesine dönüştürdü. Güdümüne aldı, yanlı, atanmış kişilerin eline verdi. Öz Türkçeyi yasakladı. Resmi TDK, Türkçe Sözlük'ü (1983) bozdu, çağdaş yazarlardan aktarılmış örnek tümceleri sözlükten çıkardı. Uzun yılların imecesiyle hazırlanmış Yazım Kılavuzu'nu İmlâ Kılavuzu'na dönüştürdü, kişi adıyla yayımladı. Yazımı allak bullak edişlerini görmek isteyen, Yazım Kılavuzu'yla imlâ Kılavuzu'nu karşılaştırabilir. Bunun kamudaki kullanıma yansıyanlarını izleyebilir, o zaman yaratılan karmaşanın boyutları ortaya çıkar, bütün çıplaklığıyla. Türkçe'de nasıl bir yıkım gerçekleştirdiklerini görmek için, Resmî TDK'nın Okul Sözlüğü'ne; bunun bilimsel, yazınsal, dilsel yanlışlarını sergileyen Okul Sözlüğünün Eleştirisi'ne (Yusuf Çotuksöken, İnsancıl Yayınları, 1996) bakmak yeter.

Devletin en üst katlarına tırmananların, herkes yerine sürekli her kez dediklerine, patrisini övmek için kullanmak istediği şehâmet (zeka ve akılla beraber olan cesaret ve yiğitlik) yerine şeamet (uğursuzluk) sözcüğünü kullandıklarına bakarsanız; önce sağlam dille gönülleri ve beyinleri kazanıp sonra insanları atılıma yönelten Mustafa Kemal'den sonra nerelere gelindiğini görürsünüz, Türkçe'nin nereden nereye savrulduğunu anlarsınız.

Bürokrasi ve bürokratımızın pek çoğu, politikanın rüzgârgülü olmayı içine sindirebilmiş, dilini ona göre ayarlamıştır. Bir dilin sürüp gitmesinde, yaygınlaşmasında devlet dili olmasının ağırlığı dikkate alındığında, bu husus da belirtilmeye değer bir noktadır.

Anadili Öğretimi Sağlıklı mı?

Atatürk devrimlerinden geriye dönüşle birlikte anadili öğretiminde de savsaklama başladı. Örnekse; Türkçe dersinden bütünlemeye kalmak yoktu, bu dersten borçlu olarak bir üst sınıfa atlanamazdı. Kimi zaman dilbilgisi dersi okutulmadı. Okutulduğunda ise kuralların ezberletilmesi, sözcük türlerinin tanımlanması olarak uygulandı, metinlere dayandırılarak kullanımı içinde anlamanın ve anlatmanın yollarını gösteren bir kılavuz olarak uygulanamadı. İnsan beyninin yansıması olan yazma (kompozisyon) önemden çekildi. Yasak savmaya yarayan ödev konumuna itildi. Üniversiteye giriş sınavlarında kom-pozisyon ölçüt alınıyor mu örnekse? Ders kitaplarına girebilen yetkin anlatılar varsa ayıklandı. Dilde, düşüncede geri metinler yeğlendi. Anadilini yaşamsal boyutuyla destekleyebilecek serbest okuma kitapları (roman, öykü, deneme, şiir vb.) okullara hiç giremez oldu.

Anadili Öğretmenliğinde Açığımız Var mıydı?

Ortaöğretim izlencelerindeki "Her öğretmen anadili öğretmenidir." ilkesi tamı tartıma yaşama geçirilememiştir. Öğreticinin, anadilini çok iyi bilmeden, bilgi ve becerisini öğrencisine aktaramayacağı da kavranamamış gerçektir. Cumhuriyet, öğretmenliği meslek olarak kabul etmişti. Öğretmen olacak kişinin seçimi, ortaokuldan başlardı. Öğretmen yetiştiren özel eğitim kurumlan vardı. Giderek öğretmenlik meslek olmaktan çıktı, işe dönüştü. Örneğin orta dereceli okullarda öğretmenlik için yükseköğrenim diploması yetiyor. Üniversitelerimizi küçümseyemeyiz, ama bir üniversitemizde yapılan sormacada, öğrencilerden önemlice bir bölümünün Robenson Crusoe'yu devlet başkanı sandıkları saptanmıştır. Öte yandan anadili öğretiminin, ulusal varlığımıza tutkal olacağı, tamı tamına kavrandı, gereği yapıldı mı, okullarımızdan pek çoğunda dil derslerini meslek dışı kişiler okuttu mu, sorularından kendimi alamıyorum, emekli eğitim müfettişi olarak.

Melih Cevdet Anday'ın anlattığına göre, Fransa'da üniversite üstü öğrenim görenlerden, ikinci bir dil seçmeleri istendiğinde, bizimkiler kolaylık olsun diye Türkçe'yi seçmişler. Ama Jan Döni'nin sınavından geçince yedi kişiden altısı dışta kalmış...

Anadili, aile çevresinden, toplumdan, okunan iyi örneklerden öğrenilirse de, anadilini öğrenmenin temel kaynağı okullardır. Aile, toplum, devlet olarak anadili öğretimini öneme almak, ulusal bilincin gerektirdiği temel bir zorunluluktur.

Eskiden Kopamayanların Ket Vurması

Eski alışkanlıklarını bırakamayanlar, Osmanlı özleminden kurtulamayanlar, Araptan, Farstan gelmiş sözcüklerin ayıklanmasını, kökten kopma' saymışlar, hep arı dilin karşısında olmuşlardır. Mebde, kaynak vb. sözcükleri yan yana kullanmayı kültür varsıllığı sanmışlardır. Zaman zaman resmi kurumları egemenliklerine alıp öğretim izlencelerinin istedikleri biçimde düzenlenmesini becermişler, çağdaş dilin ve edebiyatın okul kitaplarının dışına çıkarmadaki etkinliklerini sürdürmektedirler. Dille düşüncenin iç içeliğini, çağını doldurmuş imparatorluk dilinin, çağdaş bir topluma yetmeyeceğini, duruk dille durağan kafalar yaratılacağını kavrayamamışlardır. Şimdilerde ise, Türk dünyasının bütünleşmesi için, Türkî devletlerle Osmanlıca buluşacağımız umuduna sarılmışlardır.

Batı Hayranlığının Etkisi

Batı’nın demokrasi, laiklik, özgürlük kavramlarının yaşamımıza geçirilmesini cesaretle savunamayan fakat Batı’dan aşırdığı birkaç sözcükle Batılı olacağımızı sananlar ise, Türkçe'de dil tıkanmasına neden yarattıklarının ayırdında değillerdir. Örnekse bir mega'dır tutturmuş gidiyorlar. Mega, Yunanca'nın örneklerindendir. Türkçe önekli bir dil değildir bir kere. Mega’yı sözüm ona, büyük karşılığında kullanıyorlar. Terim olarak ansiklopedilerimize girmiş "mega"lı otuzdan çok sözcük vardır, onları bildiklerini sanmıyorum. Sadece "mega"da takılır kalırlar. Halbuki; onun karşılığı büyükle sözcük salkımı yaparsanız, yirmi beş kadar sözcük elde edersiniz. Bir de büyük'e ilişkin kavram dizini oluşturursanız, karşınıza seksenden çok sözcük çıkar. Bu kadar sözcüğün temel, yan, iğreti anlamlarını devreye soktuğunuzda, düşünceniz yaylalar gibi genişler.

Temelsiz Batı hayranlığının çarpık örneklerini vermeye gerek yok; televizyonlarınızı açın, gazetelerinize bakın görürsünüz. Dil Derneği’nin, ödül vermek için Türkçe adlı işyeri arayışı, bütün sıcaklığıyla düşürür acıyı bağrınıza.

Basının Tutumu

Maşallah, ortalama dil kullanması gereken basın, Türkçe’yi aştı(!) Yabancı sözcüklerle veriyor iletisini: Top Secret, TV. Guide, Puzzle’larını okutuyor bizlere. Türkçe garabeti de elden bırakmıyor: "...ölüm yıldönümü şenliklerini kutladık." "... Gazetesi üç akülü araba veriyor." diyebiliyor.

Televizyonlar, Radyolar

Önceleri, dil yanlışlarını yakalamak için TRT'yi izlerdik. Özel televizyonlar, yerel radyolar, TRT'yi aratır oldu. Hele o çiğ sesli, yayvan söylemli sunucular, dil kıyımcısı sanki. Reklam Türkçesi (Türk Dili Dergisi: 28. sayı, Ocak 1992) evlere şenlik. RTÜK’ün anadili konusunda denetim yetkisi, yaptırım var mıdır, bilemiyorum. Dünyada, kasaplığa bile, bir eğitimden sonra izin verilirken, ülkenizde anadilinin, bu kadar başıboş kullanımı karşısında şaşırıp kalıyorsunuz.

Kimi Yazarlarımızın Densizliği

Türkçe, bugünkü yetkinliğine, bir zamanlarki devletin tutarlı dil politikasıyla, Atatürk'ün kurduğu TDK’nın çalışmalarıyla ve yazarlarımızın üretileriyle ulaştı. Doğru. Ancak kimi yazar çizerin, noktalamayı, büyük harfi kullanmadığı, dile özeni umursamadığı görülüyor. Adam anadili eğitiminden geçmiş, MEB’da Türkçe müfettişliği yapıyor, bir yandan edebiyat eleştirmenliğine soyunmuş. Büyük harfi, noktalamayı ayrıntı sayıyor, ilginç olabilmek için onları kullanmıyor. Dil mantığını bozuyor. Yüzeysel öz Türkçe özentisiyle söylem, artı olanak, olasılık vb. sözcükleri yerli yersiz kullanarak dil yanlışları yapanları da bunlara eklemek gerek. Kaç yazar, sözlükleri, yazım kılavuzlarını elinin altında bulundurur, merak ederim.

Dil Emekçileri Öneme Alınıyor mu?

Bir edebiyatçı örgütünde Ömer Asım Aksoy'a onur ödülü verilip verilmemesinin tartışıldığını, acı acı anımsarım. Ülkemizde her türlü yaratı için, çaba için ödüller konulmuştur da niçin dil emekçileri unutulmuştur.

İngiltere'nin, dilini iyi kullananlara diplomatik pasaport verdiğini, onların dünyayı dolaşarak İngilizce'yi yaymasına olanak sağladığını, bunu bir kültür politikası saydığını okumuştum. Türkçe emekçilerinin de ödüllendirilmesini beklemek, düşçülük mü dersiniz?

Sonuç

Türkçe, ulaştığı aşamadan kolay kolay geriye döndürülemez. Bu dille üretilen yapıtların koruyuculuğuyla, dil emekçilerinin çabasıyla halkımızın dil sezgisi ve sağduyusuyla dirimini sürdürecektir. Ancak dil, bir kesimin değil, ulusun ortak düşünüş biçimidir, ortak duyarlığının dizgesidir. Onu kollamak, korumak, geliştirmek bütün sivil toplum örgütlerinin, aydınların, yazarların-çizerlerin, özellikle devletin vazgeçilmez ödevi olmak gerekir.

 

Çağdaş Türk Dili: 102-103, Temmuz/Ağustos 1996

Etiketler:

Yorumlar (0 )