HER YAZAR KENDİSİNİN HEM BABASI HEM OĞLUDUR

HER YAZAR KENDİSİNİN HEM BABASI HEM OĞLUDUR

      

HER YAZAR KENDİSİNİN HEM BABASI HEM OĞLUDUR

Yaz bitti, güz geldi. Yaz sözcüğü, yazarlığı, yazarlık kurslarını çağrıştırdı.Yaz başlarken yazarlık kursları boşalmış, Kuran kursları, daha da yoğunlaşmıştı. Şimdi güzle birilikte yazarlık kursları yeniden başlayacak, yönetimin göz yumduğu Kuran kursları, hızını artırarak sürecek. Bu kadar birbirinin temelini oyan ekinsel etkinliğin yaygınlaşıp ön alışı, insanı kuşkulandırıyor.

Yozutmanın, saptırmanın karşısında yazarlık kurslarının varlığına seviniyorsunuz. Ama Kuran kurslarının, kafaları inaklar bukağılayacağını; yazarlık sitelerinin tecimsele teğet geçtiğini , yazarlığı salt bir teknik işi olarak algılatacağını, günceli aşamamış sıradan yazarlar yaratacağını,  yazarlığı ucuzlatacağını düşünmeden edemiyorsunuz.

Yazarlık; dili, düşünceyi örgütleme, insanlığın geçmiş gelecek bütün  durumlarını; mantıksal, dilsel, anlamsal tutarlılıkla işleme ustalığıdır. Bu ustalığın, elbette, kendine özgü bir tekniği olmak gerekir.Yazında, sanatta, bilimde, meslek dallarında işinizin gerektirdiği teknik ve yöntemleri bileceksiniz. Ama yalnız teknikte kalırsanız; yazarlığı özdeksele indirme, bilgiye dönüştürme, yazınsalı nitemlerinden ıraklaştırma çekincesi yok mu? sorusuyla karşılaşıyor, kaygılanıyorsunuz. Yazarlık öğrenmeye, becermeye dayalı zanaat değil ki, sanat!


Yazarlık kursları iyi de:

* Bu kursları kimler, kimlere veriyor?

* Kurslara alınanların düşünsel, dilsel, yazınsal altyapıları var mı?

* Varsa çapı ne kadar? Heveslerinin üstüne  kurulabilecekleri götürebilirler mi?

* Yazarlığın ve düşünüşün ana/temel aracı olan dilin kurallarını, işletilişini kavramışlar mı?

* Kaç sözcükleri var, bunların ne kadarını, düşünüşü boyutlandırmada kullanabilirler?

* Kaç yazın, düşün, sanat kitabıyla kafasını beslemiş, yüreklerini inceltebilmişler?

* Dili, düşünceyi örgütlemeye yatkınlar mı?

* Güncel piyasadakilerinden başka temel ve klasik yapıtlardan haberli midirler?

* Dil gömüleri yetmediğinde, düşünüş dizgeleri kısır kaldığında  kullanımdan düşmüş eski sözcükleri ya da yabancı sözcükleri apararak anlatım boşluklarını kapamaya  çalışırlarsa dili, düşünceyi yozutmazlar mı?

* Salt tekniği yeterli sanmak, onları gerçek yazarlıktan uzaklaştırıp sıradan bir anlatıcı durumuna düşürmez mi?

* Yazarımsılar, yazın’a egemen olurlarsa gerçek yazarlar dışa itelenmez, yazın ve düşünüşümüz kısırlaşmaz mı?

* Düşüncenin, dilin, öğretilerin ve yazın’ın isterleri üzerinde hiç düşünmeden, olanı benimseyip ve savunmaya çalışmakla yazar olunabilir mi? soruları düşüyor usunuza.

 

Yukarıdakilerine benzer soruların çengeline takılsam da yazarlık kurslarını küçümsemiyorum. Yeteneği olanlarına ön açabilir, kalanına da yazınsalın güzel hastalığını (!) aşılar, en azından. Yazınsaldan su içen, o güzelliğin tadı yüreğine değen  kolay kolay  kurtulamaz yazınsaldan. En azından okur olabilir, beyni kir götürmez, eli kötülüğe uzanamaz. Kitapsızlık, okumasızlık çorağında, bu kadarı bile bir kazanımdır.

 

Düzgülü gelişmiş her insan, bir şeyler yazabilir. Ama yazarlık, sıradan anlatıcılığın çok üstündedir: Önce yazarlık yeteneğine sahip olmayı gerektirir. Bununla birlikte yetenek, tek başına yetmez, dilinizi, düşüncenizi sürekli işleteceksiniz,  yazınsal yolda. Gördüklerinizi, tanıdıklarınızı, düşündüklerinizi derneştirip yazınsal uygulamaya indirebileceksiniz. Bir olayı, olguyu, nesnenin varlığını duyum yoluyla yalın biçimde bilinç alanınıza alacaksınız. Düşüncelerinizi, özlemlerinizi, tasarımlarınızı anlak (zekâ) terazisine vuracaksınız. Dilsel, mantıksal denetimden geçireceksiniz. Kendinizi ve çevrenizi tanıyacak; algı ve bilgilerinizi duru, aydınlık olarak izleme, irdeleme sürecinden çıkmayacaksınız hiç. Toplumunuzdaki ve dünyadaki tinsel ve özdeksel etkinliklerin ve durumların tümünü kavramış olacaksınız ;  gereklerini yapabilecek, işletebileceksiniz.Olay, olgu, düşünce parçalarını bir araya getirip bir bütün oluşturabileceksiniz. Bu konularda da temel bilgi ve ölçütleriniz olacak. Dahası, yalından karmaşık olana, tümelden tikele, zorunludan olasıya, ilkeden onun uygulamasına, genel yasadan bireysel duruma, nedenden etkiye, öncülden varılan sonuca giden düşünüş dizgesi edinmiş olacaksınız. Ki yorum yapabilesiniz, öneri sunabilesiniz, çözüm getirebilesiniz. Bireyinizden kurtulup toplumunuzun ve insanlığın ağzı ve sesi olabilesiniz.

 

Yazarlık, hem altyapı, hem üstyapı gerektirir. Salt bir teknik işi değildir. Bilgi işi, hiç değildir. Yazın’da bilgi vardır ama o bilgi, kuru bilgiden çok başka şeydir: İnsanı derinliğine tanıyan, yazın’ın gereklerini, hiç eksiksiz kullanabilme becerisine dönüşmüş bilgidir. Var olan yazınsalı kaktılama, evirtme işçiliğidir. Dilsel kısırlığı, düşünsel boyutsuzluğu, yetenek yoksunluğunu sadece teknik bilgiyle aşmak olanaklı değildir. Çileli, uzun dil ve düşünüş işçiliğidir yazarlık. Sürekli çaba ister. Gelmiş geçmiş bütün insanlığın duyumsamalarını, özlemlerini, sevinçlerini, düşlerini, kırgınlıklarını, acılarını tek başınıza yükleneceksiniz. Kendinizi bunların tek sorumlusu sayacaksınız. Tek başınıza, bütün dünyayla savaşımı göze alacak kocaman, teklemez, caymaz  bir yüreğiniz olacak. Var mısınız buna?

 

Önceki yazarlara değindim, yazın’ın temel ve klasik yapıtlarından söz ettim, onun için söylüyorum:  Önceki yazarlar, olsa olsa, size bir yolak çizmişler, yön göstermişlerdir. Sizin için onlar, birer yolağzıdır. Orada kalıp kalıt hırsızı olamazsınız. Onların açtığı çığırın nereye vardığını, daha nereye ulaştırılması gerektiğini de hesaba almak zorundasınız. O yetkin yazarların, size hazırladıkları düzeyin değerini bilir, kendilerine saygınızı eksiltmezsiniz. Ama onların benzeği olmaktan korkmalı, gölgelerine düşmekten sakınmalısınız hep.

 

Yazarlığın okulu, öğretmeni yoktur aslında. Her yazar, kendisinin kılavuzu, eğitmenidir. Her yazar, kendisini ve dünyayı yeniden yaratır. Öncekileri, birer aydınlatma fişeği olarak  sonrakilerine yön imlemiş olsalar da  yazar, yazarı doğursa da hiçbir yazar, öncekinin öz dölü değildir. Her yazar kendisinin hem oğlu hem babasıdır. Özgün yazar, kendisiyle başlar, büyüklüğe ‘oldum duygusu’na kapılmadan ve kendisini yinelemeden sürdürür varlığını.

    

Günlük yaşamı kolaylaştıran özdeksel erince (konfora) adanmışların gözüyle bakarsanız, her yazar, insanlığa kılavuzluk etmeye soyunmuş bir çılgındır (!).

     Çılgınlarından (!) yoksun dünya, kendi düşyıkımına (hüsranına) ağlasın! Düşsüz dünya, döşsüz dünyadır: İç organlarını neresine yerleştirir, nasıl sağlıklı

 

?????????????????????????????


Patika 57.s. Ağustos 2007

Etiketler:

Yorumlar (0 )