MÜNEVVER OGAN

 

 
 
YAĞMUR SONRASI (*)
Münevver Oğan

Ardıçkuşu, S:62 2004
 
 

a. Konu ve Kurgu
 
Osman Bolulu’nun öykülerini okurken ilk dikkatimi çeken şey; bu öykülerin yapay değil gerçek kurmacaya dayandırılmış olmasıydı. Güçlü bir gözlem ve yaşanmışlıktan güç alan öyküleri konusu ve kurgusu açısından irdelediğimizde dört ana başlık çıkıyor karşımıza: 

1.Çocukluk - Öğrencilik Anılarına Yaslanan Öyküler
 
Sen Kimsin öyküsünde, yazar küçük bir çocuğun gözünden öldürülen ağabeyi Çoban Abdullah’ı anlatıyor. Abisinin öcünü almaya yeminlidir çocuk... Ne var ki öğretmenin verdiği kitapları okuya okuya, onu dinleye dinleye doğru yolu bulacak ve töreye uygun davranmayacaktır. Kitabın ilk öyküsü ‘Bu Eller Kimin’ başlığını taşıyor. İkinci Dünya Savaşı yıllarında, ülkemizdeki bir yatılı okulda okuyan gencin kendini bulma uğraşı anlatılıyor bu metinde. Eğer yatılı okuldaysanız gözleriniz iki kez açık olmak zorundadır. Öykü kahramanı genç de sınıf içinde yapılan öğrenci ayrımının, sınıfsal konumunun farkındadır. Gururludur. Yatılı okula öteki öğrencilerden daha yoğun bir birikimle gelmiştir; ama kimse bunun farkında değildir. Bir haksızlık sonucu ortamın iyice gerginleşmesine kadar. Böyle bir gerginlik anında Türkçe Öğretmeni Sabahat Hanımı tanıyacaktır. Ondan, yaşama, kente, kentliye bakışı öğrenecek, yepyeni bir insan olacaktır. Yatılı okul öğrencisi genç, ellerine her bakışında Sabahat Hanım’dan kendisine yansıyan ışığı, sıcaklığı duyumsayacaktır yaşamı boyunca. ‘Şairlere Verdim Küheylanımı’ öyküsünde, önce at imgesinin belleğimizdeki yerini arıyor yazar.
 
Ardından İkinci Dünya Savaşının yokluk günlerine götürüyor okuru.
 
Küçük bir çocuk buğday yüklü bir atın üzerine oturtulup değirmene yollanır. At, yolda yılandan ürker ve üzerindeki çocuğu düşürür. Daha sonra çocuğun kurtarılmasında Küheylan’ın rolü büyük olacaktır. Babası iftiraya uğrayınca mahkeme masraflarını karşılamak üzere Küheylan’ı Gürcülere satar. Daha sonra çocuk atın ve babasının ağlayışına tanık olacaktır. Toplumsal yaşamın zaman içinde at imgesinin içi boşaltılacaktır... Yazar, bu çocukluk acısını dile getirir öyküsünde.
 
2.Gençlik - Yedek Subaylık Anılarına ve Kadına Bakış Açısına Yaslanan Öyküler
 
‘Zulamdaki Kadın’da öğrencilik yılları yatılı okulda geçmiş, taşralı bir şairin yedek subay öğrenciliğinin öyküsü... Salaş bir meyhanede arkadaşlarıyla kadeh tokuşturmak üzereler; fakat binbaşı da orada... Kısa süren bir gerginlik, tedirginlik... Binbaşıdan izin alınır, üstüne üstlük binbaşı rakı da ısmarlar gençlere... Gündüz, hukuk fakültesindeki şiir şöleninde bol bol alkışlanmıştır delikanlı. Tören bittikten sonra ise söyleşecek tek kişi bile bulamaz. Bu yüzden arkadaşı Dursun’la meyhaneye sığınmışlardır.
 
Bir süre sonra Dursun yanından ayrılmıştır. Arkadaşının peşinden gider ama o, hastalanmıştır. Yolda, iki üç sınıf gerisinden arkadaşı olan Hamza’ya rastlar. Hamza, bir fakültenin resim bölümünde öğretim üyesidir. Şair genç, Hamza ile oturabileceklerini düşünür ama onun da işi vardır; avucuna bir tomar para sıkıştırıp randevusuna gider Hamza da... Genç şair, kahırlanır, kentte sıkıyönetim vardır. Ne olursa olsun yalnızlığın da paranın da canına okuyacaktır. Yedek subay öğrencisi kıyafetiyle pavyona almazlar şairi. Geri dönüp sivil giysilerini giyerek tekrar pavyona gelir. Kendisi gibi yalnız bir kadın bulur, sabaha dek onunla söyleşir. Kendisi engel olmasa kadın onunla birlikte olacaktır; ama şair, kadına bir sömürme nesnesi olarak bakmaz. Üstelik hesabı öderken parası yetişmediği için paranın üstünü kadın tamamlamıştır. Kadının bu davranışı onu yıkmıştır. Hemen yedek subay okuluna gidip parayı bulur ve kadına olan borcunu da öder. Bu olay ona zulada para saklamayı öğretecektir. Şair genç, yedek subaylığı bitirip öğretmen olduktan sonra yeniden kadına rastlayacak ama o geçmişte bölüştükleri yalnızlığın, dost söyleşinin büyüsünü kösnüllüğe feda etmemek için, onu tanımazdan gelecektir. Bununla birlikte, o kadını hep özlemle /buruklukla anımsayacaktır.
 
Eskimeyen Öpücük öyküsü öğrenciliği yatılı okulda geçmiş bir gencin, yıllar sonra Ankara’da eski bir arkadaşıyla karşılaşmasıyla başlar. Yeni milletvekili Hüsmen, onun özel kalem müdürü Piç Fikri onun gecesini renklendirmeye niyetlidir. Hepsi yanlarına birer hayat kadını alarak Kırmızı Değirmen’e ‘aşk yapmaya’ giderler. Ötekiler kadınları kendileri seçmiş, genç adam ise kadınlardan birinin kendisini seçmesini yeğlemiştir. İçki faslı bittikten sonra herkes sevişmek üzere odasına çekilir. Genç adamı seçen bal gözlü hayat kadının adı Fatoş’tur ve Akhisarlı bir tütün işçisinin kızıdır. Genç adam, Fatoş’la yatmaz, çünkü kadın bedeni alınıp satılacak bir meta değildir. Ötekilere de bunu söyler.
 
"Dünya Böyle Oluyor İşte" öyküsünde yazar, düşmanlıktan dostluğa insanın iç dünyasındaki dönüşümü anlatıyor. Yatılı okulda ölesiye dövüştüğü Ahmet, gencecik yaşta kendi nişanına giderken bir trafik kazasında ölür. Eski düşmanı, büyüdükçe, olgunlaştıkça dostu olan bu gencin ölümü onun kanını dondurmuştur.

3.Öğretmenlik Anılarına Yaslanan Öyküler
 
‘Niye Durgunlaştın Hocam’ öyküsünde 1953’lerin Reşadiyesi’ne giden, nasıl karşılanacağını bilmememin tedirginliğini yaşayan bir gencin öyküsüdür.
 
‘Bu Siz misiniz Beyefendi’ öyküsünde yazar, cenaze törenlerine kendi duygusallığı yüzünden katılmayan bir adamın mezarlıktaki ruhsal durumunu veriyor. Ölen bir arkadaşı, yönetici olarak korumaya çalıştığı bir öğretmen arkadaşıdır. Kahramanımız geriye dönüşlerle ölen adam, karısı, çevresi ve kendi tutumuyla ilgili kesitler verir. Mezarlıkta yanına yaklaşıp bir fotoğraf uzatan adamın "Bu siz misiniz beyefendi?" sözleri onu yıllar ötesine götürmüştür.
 
‘Herkesin Çizgisine’de yazar, eğitimde dayağın yerini sorguluyor. Kendisi, çocukluğunda hırsızlık yaptığı sanılarak annesi tarafından öldüresiye dövülmüştür. O doğmadan köylerinde çalışmış Mustafa Muallim de dayağı ile ünlüdür. Öykü kahramanı da öğretmen olduğu zaman, bilincinin derinliklerindeki bu etkiden kurtulamaz. Öğrencilerinden birini doğru söylesin diye sıkıştırır. Sonra hem öğrenci hem de kendisi ağlamaya başlar. Okula gelen müfettişin kendisini yatıştırması işe yarayacaktır. Genç öğretmen, kızı doğduktan sonra çocuklara kendi çocuğuymuş gibi bakmasını öğrenir. Askerden izinli dönüşünde de Demirci Mehmet’in oğlu Hasan’dan çocuğa bakmayı, onların çizgisini çiğnememeyi öğrenecektir. C’nin Göz Yaşları’nda yazar, Anadolu’da yaptığı güzel, olumlu işler takdir edileceğine görmezden gelinen, sürgüne yollanan nice öğretmenin çığlığını dile getiriyor. C de böyle bir tuzakta kullanılan, öğretmeni aleyhinde konuşan bir öğrencidir. C, yıllar sonra kimya mühendisi olur, öğrenciyken yaptığı haksızlık belleğinden hiç silinmemiştir. Öğretmeniyle karşılaşınca gözyaşları içinde, onun ellerini öpmeye çalışır.

4.Toplumsal Yaşama Yaslanan Öyküler
 
Terör, gelenek ve göreneklerin irdelendiği ‘Ak Poşu’ öyküsünde genç yaşta teröre kurban giden bir yeğen, gelenekler-görenekler yüzünden dedesi Çimen Osman’la kavuşamayan Ayşe Teyze, sevdiği gencin cenazesinin bir ladin fidanın dibine gömülmesini sağlayan genç kızın ve öykü kahramanının dramları iç içe verilmiştir. Genç kızın ladin fidanına bağladığı ak yazma, kahramanımıza, dedesinin anısına Ayşe Teyze tarafından armağan edilen ak poşuyla benzerlik gösterirken kavuşamama dramıyla örtüştürülmüş. Burada sormak gerekir; en çok acı çeken kim diye? Düğün-ölüm gibi törenlerin dışında köyüne gitmeyen aydın mı? Gelenek ve göreneklere yenik düşen insanlar mı? Terör kurbanları mı? Yazar bu sorular üstüne düşündürüyor bizi...
 
‘Özür Dilerim Hüseyin Pehlivan’da öykü kahramanımız bir cipe binip köylerde seçim propagandası yapmaktadır. Sömürülme, ezilme, yeni bir dünya konularında da sayfalar dolusu nutuk belleğindedir. Toprak damlı evlerin birine konuk olurlar. Zaten kendisi de tanınmış bir imamın oğludur. Bu yüzden destek bulacağından emindir. Hüseyin Pehlivan’ın evine konuk olurlar. Hüseyin Pehlivan’ın gençliğindeki tek seçeneği tütün kaçakçısı olmaktır. Başka çıkışı yoktur. Kahramanımız nutkunu bitirdikten sonra, Hüseyin Pehlivan kendi gerçeğini, nutuksuz, yalın bir dille anlatıverir. Yaşamın gerçekleri, nutuklardan üstündür, kahramanımız özür dileyerek Hüseyin Pehlivan’ın evinden ayrılır.
 
‘Sakarya Caddesi Silme Hüzün’ öyküsünde, adını 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Savaşı’ndan alan Caddenin nasıl güdük bir sokağa dönüştürüldüğü, mafyaya, çıkar çevrelerine terk edilişi anlatılıyor.
 
‘En Güzel Enayi’ öyküsünde kahramanımız Sakarya’daki birahanelerden birindedir. Dershaneden çıkmış kızlı erkekli grubu izlerken kendi gençlik günlerine döner. O zaman da iki grubun birbiriyle kapışmasını önlemiştir. Kahramanımız o zaman yedek subaydır. Kapışan grubu masasına davet etmiş, onlara içki ısmarlamış ve kendi kimliğini vererek onların karakola götürülmesini önlemiştir. Şimdi benzer bir olay yaşanmak üzeredir; gençler kavga edecektir. Onların, kız arkadaşlarının yanında madara olmasını istemez. Masasına davet eder ve onlara bira ısmarlar. Ayrılırken, arkasında kalan gençlerin arkasından "enayi" diye söz ettiklerini duyar. Kahramanımız etiğin bazı gençler için hiçbir şey anlatmadığını görmenin üzüncünü yaşamıştır.
 
‘Boş Versene’ yazarın acımasıca kendini irdelediği bir öyküdür.
 
Yazarın çocukluk-gençlik anılarına yaslanan öykülerde hem ülkemizin kırsal kesimindeki sosyal yaşam gözlerimizin önüne seriliyor hem de bir çocuğun dünyasındaki iç dönüşümleri kavrayabiliyoruz.
 
İkinci kümede yer alan öyküler, kadının toplumdaki yeri, algılanışı, bir meta olarak görülmesiyle ilgili. Bu kümede yer alan her iki öyküde de yazar, öykü kahramanını doğru tavır içinde yansıtmıştır; çünkü yazar toplumsal yapımızda kadının algılanışından bir aydın olarak dertlidir. Üçüncü kümedeki çocuklardır! C’nin Gözyaşları’nda, çağcıl, özverili, aydınlanmayı savunan bir eğitimcinin başına gelenler ve yaptığı yanlış davranıştan dolayı yıllar sonra öğretmeninden özür dilemek isteyen öğrencinin karşılaşması oldukça çarpıcı bir biçimde verilmiştir.
 
Toplumsal yaşama dayanan öykülerinde yazar, terör, gelenek-görenek, halkını tanımayan politikacı, Sakarya Meydan Savaşı’nı unutacak kadar belleği zayıf yöneticileri ve çıkar çevreleri, hiçbir etik değeri olmadan yetişen gençliği ve bütün bu sorunlarla boğuşan aydının dramını dile getirir. Osman Bolulu’nun öyküleri klasik öykü çerçevesinden uzaklaşmış kesit/durum öyküleridir. Ancak klasik öyküyü iyi bilen bir yazarın elinde geleneksel öyküden de beslenmiştir. Kısa öykünün kıvraklığı içinde yazar, anı, deneme türünden de bol bol yararlanarak akıcı, hareketli sürükleyici metinler oluşturmuştur.

b.Dil ve Anlatım Özellikleri
 
Osman Bolulu, Yağmur Sonrası’nda kullandığı dille de övgüyü hak eden bir yazar. Hem seçtiği, dilimize kazandırdığı yeni sözcükler hem de dilimizi özenle kullanması ardıllarına örnek oluşturacak nitelikte. Öykülerinde ikinci tekil kişili anlatımı yeğleyen yazar, şimdiki, geçmiş ve gelecek zamanı kullanırken de ustalığını yansıtıyor.
Örneklerle yazarın dil ve anlatımını yansıtmaya çalışalım;
 
"O kirli gecenin karanlığında çoban yıldızıdır Fatoş’un öpücüğü, otuz yıldır sıcaklığı eskimeyen." (s. 14)
 
"Hani senin ayak izlerin? Onlardan biraz daha üst düzeyde doyunmuş, giyinmiş, adı aydına çıkmış olmak, sana yetecek miydi? Onlara çam ağacı kadar yakınlaşmış mıydın? Aynı türküyü söyleyebiliyor muydunuz, ezgisi uyumlu?" (s. 29)
 
"Yaşanmamış sevdaların iç yurdudur, senin toprağın; hele İç Anadolu’nun kırsalı..." ( s..61)
 
Kullanılan yeni sözcük ve sözcük öbeği örnekleri; “ ön almak (s.6), arık düşmek (s. 6), eklemlenerek gönenmek (s. 6), içindeki ökteler budanmak (s. 6), bakımıza düşen kızlar (s. 8), yadırgı düşmek (s. 8), imrenceyle bakmak (s. 10), iviğini civiğini tanımak (s. 10), eğgin bir yüz (s. 12), duyumsamaların yığıntıları (s. 24), eprimek (s. 26), yerlek (s. 26), yüzgeri etmek (s. 26), kökendeş (s. 27), cılga bir ayaklık (s. 31), yuyup arıtmak (s. 44), üzgü girdapları (s. 54), dembel düdük olmak (s. 56), kerestebay (s. 56), ulaşımsız aşk (s. 68), söve (s. 66), ayıngacılık (s. 68), ekeleşmek (s. 78), kışırında yaşamak (s. 79).
 
c.Yer, İzlek ve ileti
 
Bolulu’nun öykülerinde İç Anadolu kırsalının rüzgârıyla üşürsünüz. Umarsızlık, yoksulluk üşütür sizi de... Ardından yatılı okulların o kendine özgü dünyası içinde çocukluğunuzu ararsınız. Çocukluğu arayayım derken gençlik gelir çatar, ikinci bir arayış daha yakanıza yapışmıştır artık; kendilik arayışı... Birey olarak nasıl bir tutum alacaksınız? Kendinizi nasıl tanıyıp geliştireceksiniz? Toplumsal duruşunuz nasıl olacak? İz sürmek zorundasınız! Sabahat öğretmenlerin, ödünsüz anaların, bilge babaların izini süreceksiniz. Yeri gelecek halkınızın önünde yüzünüz kızaracak, yeri gelecek Hüseyin pehlivanlardan özür dileyeceksiniz...
 
Kadınlar mı? Görkemli ana kadınlar, töreye yenik Ayşe teyzeler, toplumun utancı hayat kadınları... Hepsinden öğreneceğiniz çok şey var yaşam yolunda... Bolulu da böyle yapıyor; öğreterek ve öğrenerek yolunu açıyor... Sürgüne gönderiliyor, açığa alınıyor ama toplumuna küsmüyor; çocuklar ona öğretmiştir, başkasının çizgisine basmamayı, çocukları anlamayı...
 
Bolulu’un öykülerinin ana izleği insanlaşmaktır, aşkla, sevgiyle yoğrula yoğrula insanlaşmak... İletisi; "Yurdundan, yurdunun insanından umudu kesme."dir... Yer İç Anadolu dedim; ama değil... İç Anadolu’dan başlayarak yurdumuzun tüm coğrafyasıdır bence...
 
 
 
(*) YAĞMUR SONRASI, 2. bası, Kültür Bakanlığı Yayını Ank. 2001
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Etiketler: dil türk dili

Yorumlar (0 )