Osman Bolulu - Dil Deneme Şiir

ALİ DÜNDAR

 

 1-

 

 

 

Kaleminden Kan Yerine Sorumluluk Damlayan Bir Yazar: OSMAN BOLULU  

ALİ DÜNDAR 

Ardıçkuşu: 62 s. Mayıs 2004

 

 

Osman Bolulu, öğretmen kimlikli bir yazar ve ozan. Benim bildiğim O. Bolulu söz konusu kimliğiyle, öğrencilerine verdiklerinin, başkalarına sunduklarının yanı sıra; kendi kendinin hem öğretmeni hem öğrencisi olma özverisini de birlikte sürdüregelmekte, sürdüregitmektedir. Şiirden düzyazıya, öyküden denemeye yürüyüşlerinde, gidiş gelişlerinde, onun bu ırasal yapısı açıkça belli olur. İnanmazsanız şu dizelere bakabilirsiniz:

 

"Ey bulvarları süsleyen kızlar

Ve güzel kadınlar

Kirizma edilmiş tarlalar kadar sıcak

Ve yumuşak

Tümünüze bir tavsiyem olacak

Rüzgâr kıracak dalı varsa rüzgârdır

Güzelliğiniz seviştiğinizce vardır

Gerisi masal gibi resimlerde kalacak" (1) 

O nedenle, iyiyi isteme, hep doğru koşuyollarını izleme, bulma gibi, kolay şaşmayan, şaşırtılmayan bir yazınsal/düşünsel doğrusu vardır O. Bolulu’nun. Kaynağını yapıcı/yaratıcı bir insansallık ve doğasal bir doğallıktan alan; kirletilmemiş çimeklerde çimmeyi, bulandırılmamış sularda durulanmayı özleyen ve arayan etik kokusu bulunur yazdıklarında. İyiliğin, güzelliğin ve değişik ölçümlemelerle belirlenen değer kavramının, gerçekte gözlemlediğimiz olay ve alımladığımız olgularda, nesne ve devinimlerde, onlara ilişkin olmadığını doğru algılayan sağlıklı bir ben bilinci’dir, Osman Bolulu’nun etiğini tamamlayan temel öge. Onun için, "Sözün çıplak doğruluğu yetmiyor anlatıma. Şöyle söyleyelim; bir ağaç resmi/fotoğrafı görür, hoşlanır, uzun uzun bakarsınız. Her bakışınızda aynı duyguyu yeniden, daha boyutlandırarak yaşarsınız. Dünyada hesap makinelerini çatlatacak kadar ağaç vardır. Onlardan herhangi birinin resmi/fotoğrafı, sizin böylesine ilginizi, beğeninizi çekmiyor da neden bunda bir güzellik buluyorsunuz, açıklar mısınız?"(2) diye sorar, okurunu gerçek değer konusunda düşünmeye yönlendirir. Bu bağlamda insanı/insansalı temel aldığı için, yazınsalı: "İnsanlığın ördüğü ulusal değerleri evrilterek, insanoğlunun esenliğini sürdürmeye koşulma" olarak tanımladıktan sonra, görüşünü şöyle açıklar O. Bolulu: "Köklü kültür ve birikim güdüklüğünü örtülemek için edebiyat, sanat adına, uçuk kaçık ve özellikle insansız, etiksiz görüşleri piyasaya sürenlerin kıstağına kısılarak mı? Öznel duygularını özgürlük sanıp, kendi özelini işleyerek mi? Evrensel olmak hevesiyle yabancı yellerde savrularak mı? Yok, bir ulusun çocuğuyum, o ulusla varım diyerek, kendi üstüne kapanık değerlerin hapishanesinden bağırıp çağırarak mı? Yoksa içinde bulunduğum ters gidişi karşı olayım başkaldırısıyla, sanatı güncelliğe bukağılayarak mı?..."(3) diye soru yumruğuyla. 

Başta da söylediğim gibi, öğretmenlik tepkesiyle (refleksiyle) öğrencilik, öğrenmek açlığı arasında doyum ve esenlik avcılığına soyunmuş bir yazar ve ozan Osman Bolulu. Mutluluğu, özgürleşmeyi, kendini aşamasında gördüğü için, kendi kendinin öğreticisi ve öğrenicisi olamayanların acıtıcılığından yakınıyor, "Kalıplaşmış düşüncelerin güdümündeki kafaların çapı aynı. Devlet dayatıyor, polis barikat kuruyor, din yasaklıyor, ana baba öğütlüyor, öğretmen yönlendiriyor, kitap, yazı, yayın aynı düşüncenin, anlatımın yörüngesinden çıkamıyor. Anadilimizi aynı söyleyiş kullanımda evirip çeviriyoruz; boyutlandırıp arka alanlarını yoklayarak, yenilikleri değişimleri, dolayısıyla yeni kullanımları, yeni düşünüşleri yaratamıyoruz. Başka başka düşünceleri dillendirdiğimizi sansak da aynı kulvarda akıp gidiyoruz... "(4) diyor. Kendi ekeneğini kendi yaratan bir kişilikte olduğu için, düşünce ve sanat anlayışında, insansal ilişkilerinde başkalarının ekeneğine saldırmaktan/sataşmaktan özenle kaçınıyor Osman Bolulu. Hazırlopçuları yadırgıyor: "Oluşturulmuş düşünce, aklın ulaştığı sonuçtur; ta başa dönmek sıkıntısından kurtarır insanı. Hazır çıkış noktası verir size, doğrunun yolağını gösterir. Önceden üretilmiş düşünceleri bilmek, bir varsıllığı yakalamaktır. Yönünüzü gösteren kılavuz elinizdedir artık. Edinilmiş düşünceler, öncesini deşeleyen soruların yanıtıdır. Hesaplaşmanın sonuç hanesine işlenmiştir. Ama yeni hesapları, nasıl yapacaksın sorusu çıkar karşımıza. İşte burada düşünce/düşünüş, hazır düşünceleri kullanmak üçlemine takılır kalırsınız. Üretken düşünüş dizgesi kuramamışsanız, çıkamazsınız, bu cangıldan..."(5) sözleriyle okurlarını uyarmayı yeğliyor. 

Osman Bolulu, Köy Enstitüsünde yetişmiş bir aydın, adı yaygın ozanlarımızdan biridir, şık dilini, deyişini ve demesini ozan diline, ozan söylemine dönüştürmüş sayılı ozanlarımızdandır. Köy Enstitülü kimliğiyle bağırıp çağırmayı değil, iletisini yaşadığı topraklardan üretmeyi yeğliyor: "Bu toprak Yunus’un toprağı / Kış yaz açan / Öfkeye bal emzirip / Erdemi erişleyip arkaçlayan / Sevecenlik bohçasıdır / Burada insan / Bu toprak Pir Sultan’ındır / Vurdukça düğümlenen / Kozasına yarınlara demlenen / Açımlacak gürlüryan" dizeleriyle kanıtlamıştır, ayakları ulusalda gözü evrenselde olmanın ne anlama geldiğini. Yazı ve şiirlerinde hep dil/anadili ortamında kurgulandırıyor diyeceklerini, demek istediklerini. İnsanın yüz haritasını bile sözcüklerle çizer, "… İnsan, anlama anlatmanın yaratıcısıdır, taşıyıcısıdır. Anlam alavereleriyle insan, birbirini tanır, çoğaltır. İç varsıllığı genişler, birbirleriyle elleşir, kaynaşır. İşte o birleşmenin gücüyle kendisini kuşatan çemberi kırar; özdeksel, tinsel genlik edinir de esen yaşar. Böylesi insanların yüzleri dümdüz değildir. Bir coğrafyası vardır; deresi, tepesi, doruğu, engebesiyle, mevsimine göre çiçek açan, yaprak döken, üşüten, ısıtan iklimiyle, olumlu olumsuz yanlarıyla, içindekini dışına yansıtan bir haritadır bu..."(6) der. 

Benim bildiğim Osman Bolulu, yazıya başladığından beri, hep anlağı, düşünüşü ve düşünceleriyle oluşturduğu kendi kulvarında koştu, yürüdü. Ne kuşdiline özendi, ne türkilizce sapkınlığına şapka çıkardı, ne de cezaevi ağıt yakıcılığına soyundu. Yazdıkları ile konuştuklarıyla birlikte çok badireler atlattı. Meslek örgütlerine, siyasal kuruluşlara girdi çıktı; değiş tokuşlar, barış küsüşler geçirdi. Ama hep yazdıklarının, düşündüklerinin ardında durdu. Ne dilini sulandırmak gibi bir açmaza düştü, ne de ta başından beri benimsediği Kemalizm’den, Kemalist felsefeden ödün verdi. Roman dışında denediği yazın türlerinde olsun, söyleşi ve konuşmalarında, insansal ilişkilerinde olsun, ağırlığını hep Kemalizm'den, Kemalist düşünüş yoldamından yana koydu. Bunu yaparken, çoğu kimsenin, çoğu yazarçizerin düştüğü kendini yineleme, aynı sözcük, terim ve kavramlarla halvet olma gibi bir yazış ve düşünüş ayıbından uzak durdu. Hem düşüncesini, düşünüş yoldamını, hem de dilini yenileme, açımlama ve varsıllaştırma çabasında oldu. Örneğin; dilimizde bulunup da yazımıza, yazınımıza henüz girmemiş olan ve ağaçlarda çürüme başlangıcı anlamına gelen ardak; kurumuş kökleriyle beslenemez duruma gelmiş, ama henüz dikelen, dikliğini koruyan anlamına gelen ayağan; bir dokumacılık terimi olan gergef, eriş; koyunları yatağına sürme anlamındaki (bir yandan da el dokumacılığı terimleri olan) arkaç ve arkaçlama; yağmur getirmeyen esintili bulut urağan vb. birçok sözcük Osman Bolulu’nun yazı ve şiirlerinde yazım ve yazma dolanımına girdi. 

Osman Bolulu, kendi işini kendi gören kurt örneğinde olduğu gibi, kendi işini kendi gördüğünden, başkalarının kendisine taşeronluk yöneltmesine katlanamaz. Bu konuda kendine karşı da bağışlamasız ve acıtıcıdır. (Kanada/Montreal) Bizim Anadolu Gazetesinde yayımlanan ‘Evyah, Bana kin mi Bulaştı’ yazısında, insanı, insanlıktan uzaklaştıran birtakım kötülük virüslerine değindikten sonra sözü kendisine getirerek, şöyle bir duruşma sahnesi çizer: "....Yapıp ettiğimizin tümünü, iç aynamıza düşen yüzümüzü tümden beğeniyor muyuz? Siz nasılsınız, bilemem. Ama ben hiç rahat değilim. On iki yaşımdan bu yana, her gün kendi kendimi yargılarım. Yatağım her gece, bir süreliğine, yargı yeridir. Yaşadığım o günün hesabını vermek için enine boyuna sorgulanırım. Yargılama sonunda, iyileri hemen yok olur, uçar gider de, hoş olmayanları tortulanır içimde..." 

Kişiliksizliğe, kimliksizliğe ve kemiksizliğe karşı olmayı, kendince bir aydın sorumluğu olarak üstlenmiş gibidir Osman Bolulu: 

"Ne suyu noksan, ne ekmeği noksan

Kitabı da kelâmı tastamam

Ayaklanamaz, belkemiği noksan 

Bu türdendir, bizdeki aydın adam" 

dizeleriyle ‘Süper Aydın’ tanımını yaptıktan sonra ‘Gibiler’ şiiriyle bu sözde aydın ve aydınımsıların bir tür insansal ve davranışsal açılımını da yapar: 

"Her rüzgâra boyun eğeni,

Bayırda yeşermiş ot gibi.

Zayıf enseden kan çekeni

Apış arasında bit gibi.

Gelene gidene üreni,

Zengin kapısında it gibi.

Her akşam her sabah çekeni,

Daldan düşürülmüş dut gibi.

Ömrü boyunca yük çekeni,

Yokuşta zorlatan at gibi.

Olura olmaza öteni

Gazı baskınlaşmış göt gibi.” (7) 

Vaktiyle okuduğum bir yerden SEGHERS’in şu sözlerini alıp defterime geçirmişim. Ama kaynağını almamışım. O alıntıyı yazandan ve çeviricisinden özür dileyerek burada anmak istiyorum. Şöyle diyor SEGHERS, " İnsan doğru yazınca, ne kalıcılığı, ne geçiciliği düşünür. Bunu kesinlikle umursamaz. Çünkü onun görevi alımladığını başkalarına da anlatmak, duyumsadığını başkalarına da duyumsatmaktır. Yalnızca doğru, duru ve anlaşılır dili bir kullanmasındadır yazarın sorumluğu. Yazdıklarının doğruluğunu yanlışlığını, kalıcılığını geçiciliğini zaman ve tarih belirler. Don Kişot hiçbir zaman ayrıntılar içinde boğulup gitmemiştir. Yel değirmeni başlangıçta sadece bir yel değirmeni iken, Zaman ve tarih onu bambaşka bir simgeye dönüştürmüştür. Servantes sonrasızlığı düşünmüş müdür, onu da bilemiyoruz." 

Ben, sadece, Osman Bolulu’nun yazdıklarından anladığımı, çıkarsama yoluyla dillendirmeye çalıştım. Gerisi yazara ve okuruna, okuyanlara kalmış. 

 

 

(1)    Osman Bolulu : Taşın İyisi, s. 41 ‘Kara Yorum’ 

(2)    "       "       : Güzele Göz Ağrısı Yakışmaz, Ardıçkuşu, Şubat 2004 

(3)    "       "       : Ayağı Yerli, Gözü Evrensel, Türk Dili Dergisi, Mart/Nisan 2004 

(4)    "       "       : Sahibinin Sesi Marka Yazılar, İnsan İnsana Eklene Eklene, s.l 15 

(5)    "       "       : Üretilmiş Düşüncelere Tüneyip Kalmak, a.g.y. s. 11,12 

(6)    "       "       : Haritasız Yüzler, Atatürkle Aklın Aydınlığına , s. 31,32

(7)    "       "       : Taşın İyisi, s. 5-8

 

   

 

2-

 

OSMAN BOLULU'NUN 

ORTAK PAYDASI

ALİ DÜNDAR

 

Aykırısanat Dergisi, s:69 Kasım-Aralık 2004 

 

Damar Dergisi, s:132 Mart 2002

 

Dünyasını dil üstüne kurmayı yeğlemiş Osman Bolulu. Ortak paydanız dil...” diyor. Bir savaşım süreci olarak kavradığı yaşama, dil penceresinden bakıyor İçinin sesini, anadilinin ürettiği sözcüklerle ilmikliyor: Ünlü bilginin

deyişiyle içini, anadilinin havasına koşuyor. Bilge Konfüçyüs'e öğrencileri; Kimi zaman bunalıyoruz, olaylar/olgular karşısında açmaza (düşüyoruz, içimiz daralıyor, işe güce yönelmeye özümüz elvermiyor; ne önerirsiniz, diye

sorduklarında ulu bilge “Hiçbir şey” demiş, “içinizi seslendirin rahatlarsınız!” demiş. Asiye Bibi, köydeki evimize dip komşumuzdu. Sabahları erkenden kalkar, bizim bahçenin bir başındaki yaşlı iğde ağacının dibine çömelir,

kendi kendine saatlerce söylenir, mırıldanır dururdu. Doksanına merdiven dayamış Asiye Bibi'ye bir gün, neden böyle yaptığını, böyle saatlerce kiminle, kimlerle konuştuğunu sorduğumda: “Kiminle olacak, hiç kimseyle (ellerini göğsüne götürerek) kendimle, kendi içimle söyleşiyorum.” yanıtı vermişti. Asiye Bibi, binlerce yıl derinlikteki bilge Konfüçyus'u yineliyordu.

Osman Bolulu, çalışkan olduğunca, üretken bir Türk Dili ve Yazını öğretmeni. Dolu'sunu köy enstitüsünden içmiş olmanın hızı henüz kesilmemiş bir Cumhuriyet aydını, ozan ve yazar. Ama her şeyden önce öğretmen. Yolunda yürüdüğü Mustafa Nihat Özön'ün: “Sınıfa tek kafayla girerseniz, karşınızda en azından 30-40 kafa vardır. Her şeyinizle, elinizi pantolonunuzun cebine sokuşunuza varıncaya değin denetim  altında olacağınızı unutmayın...” dediğini hiç unutmamış Osman Bolulu; emekli olduktan sonra dış denetimi kendi iç denetimine evriltmiş. İlk Dersimiz Atatürk söylemiş-"le başlattığı dil tadında yürüyüşünü hep denetleyerek sürdüregelmiş. Anadilini yazılı konuşmanın, yazılı konuşturmanın uyanıklığını, bilincini taşımış. 

Osman Bolulu, çalışkan olmasının ötesinde, üretken bir Türk Dili ve Yazın öğretmenidir, dedim. Ama burada kalmıyor, salt bildiklerini, bilinecekleri geçmişten geleceğe aktarmakla yetinmiyor; dilin  artakalanlarını kurcalamaya, oralardan birtakım dilsel, dilbilimsel, anlambilimsel olanaklar yaratmaya, yazın sanatlarıyla ilgiler oluşturmaya yöneliyor; romanın dışında, şiir, öykü, deneme, düzyazı (nesir) vb. yazınsal sanatları konu alan etkinliklerinde anadilinden seçtiği sözcüklerin anlam ve anlatı alanlarını genişleten, gereğinde zorlayan, ayırtılara (nüanslara) dikkat. Çeken yazınsal örnekler vermeye yöneliyor. Sözü, söylemi arıtırken, araya birtakım  aytalar (*) sıkıştırarak, anlamın/iletinin anlamının da arıtılmasını, okurlarıyla paylaşmaya özen gösteriyor. Halk Ağzından Derlemeler gömüsünden seçtiği:Ağmak, darlık, döl, döllenmek, eklemlenmek, koşmak, koşulmak, tarla, tarlı, yoz, yozutmak vb. yüzlerce sözcük, (deyiş ve deyimi çalışmalarında kullanmış ve gerçekten kusursuz yazma, anlatma örnekleri vermiştir Osman Bolulu. Bir de Çoğumuzun yaptığı gibi, kolayı/alışılmışı değil, kendini aşma çabasını göze alarak, alın teri gerektiren bir yolda yürüyüşü hep göze alır bir tavır içinde bulunmuş" Gecenin karanlığından  aydınlığa çıkmak için, doğanın/dilin güzelliklerinden  kanatlanmayı. . . ” yeğlemiştir. 

Osman Bolulu, dili bölümlemiyor, yani, kimilerinin yaptıkları gibi, sözcükleri şiire, öyküye, romana, düzyazıya, denemeye ya da sözel'e, sayısal'a diye bölümleme açmazına (düşmüyor, seçime uğratmıyor. Nermi Uygur'un deyişiyle, yazın türlerine göre sözcük arayışına çıkmıyor, türlere göre sözcük dağarcığı oluşturma özengeçliğine girmiyor. Bunun yerine, şiiri şiir, öyküyü öykü, denemeyi deneme yapmanın yolluna bakıyor; sanatsal/düşünsel gücünü, bilgisini ve hünerini o yönde yoğunlaştırıyor. Her yazınsal yaratının, doğal dilin, yoğun iletişim/bildirişim dilinin ekeneğinde gelişip olgunlaşacağının bilincinde olarak da, sözcüklerin ya da söz öbeklerinin/söz kalıplarının halk anlatımında/halk dilinde, halk kullanımında nasıl yer aldığına özel bir dikkat ve özen gösteriyor Osman Bolulu.

Örnegin: Öfkeye bal emzirmek, diyor, erdemi erişleyip arkaçlamak ya da sevecenlik bohçası kurmanın erincini gündeme getiriyor, vurdukça  düğümlenmek ve kozasında yarına demlemek gibi yoğun felsefesel içerik taşıyan dize ve sözleri o kaynaktan, halktan, halk kaynağından üretiyor, düşün/sanat izlemlerini (tema) (**), inançla, bilinçle iz sürerek o kaynaktan kazıp çıkarıyor. 

Osman Bolulu, sözcükleri/kavramları yazın dallarına göre ayırmasa da, anlatının tam olması, iletinin doğru oluşması için, gerekli sözcüklerin bulunması, gerektiği yerde kullanılmasında olabilecek titizliği göstermekten de geri durmuyor. Kendi deyişiyle sözcük seçimini önemsiyor, “Anlatımın temel taşı sözcüktür. Sözcükler doğru sıralanarak tümce; tümceler bir düşünce çevresinde toparlanarak bölümce; bölümcelerin anlamsal, dilsel, örgüsüyle anlatım oluşur. Anlatımın, iletinin oluşmasında sözcüklerin sıralanması yetmez söz mimarisinin kurulmasına.

Anlamsal, mantıksal bütünlüğün oluşması için, iletimize, bakış açımıza uygun sözcükleri, terimleri de titizlikle seçmemiz. . gerektiğini öneriyor. 

Yabanıl anamalcılığın yutucu/uyutucu küreselleşmeye dönüşerek, ulusal sınırları, ulusçu birliktelikleri, ulusçu katılımcılıkları ve düşünüşleri allak bullak ettiği internet denilen elekrometal iletişim yaratığının, insanları dilin

den, dileğinden, bireysel/insansal kimliğinden soyutlamaya yoğunlaştığı günümüzde Osman Bolulu, dil diyor, gene de ortak paydamız dil diye diretiyor. İnsanlığını inancını ve geleceğini anadilimizin, güzel Türkçe'mizin söz varlığı üstüne, anlatım ve iletişim olanakları üstüne kurmada arıyor mutluluğu ve yaşamın gizini. 

          Kin gemilerini hurdaya çıkardık

          Jilet yapılıp satılsın diye

          Ve kızlar

          Oğlanların traşlı yüzüne

          Öpücükleriyle katılsın diye 

Yetmez mi?...   

 

 

 

*Ayta, yazıda ve konuşmada okura verilmek istenen iletiye ilgilendirmek amacıyla, yanıtı istenmeyen birtakım sorular oluşturma yordamıdır.

**Tema /konu karşılığı olarak hep izlek kullanıyor. Oysa izlek, önceleri 

cılga, patika, sapa yol karşılığı için üretilmiş, tema/konu karşılığı olarak izlem sözcüğü önerilmiştir. O nedenle ben tema yerine hep izlem 

sözcüğünü kullanıyorum.

 

 

 

 

3-

 

 

 

 
 
SÖZCÜKTEN KAVRAMA BİR “UZUN KOŞU”
ALİ DÜNDAR

Türk Dili Dergisi S:48 Mayıs-Haziran 1995


“Türkçe, anlatım olanakları, anlatım gücü yönünden sayısız özeliklere, sayısız güzellik ve inceliklere sahiptir. Bu güzellikleri, incelikleri tanıyan, tadına varabilen bir yazar, en kapsamlı, en soyut düşünceleri bile diri, canlı bir biçimde diyemleyebilir. Sözü uzatmadan. Dolanmalara başvurmadan, çarpıtıp dağıtmadan yapabilir bunu. Çünkü Türkçenin
sözcüklerinde, tümce kalıplarında başka dillere oranla nice üstünlükler var.”
(Emin Özdemir, Varlık, Temmuz 1973)
 
 
 
Nusret Hızır, Leibniz'den söz ettiği bir yazısında O'nun insanı "kavram kuran yaratık" diye tanımladığını yazar. İnsandaki bu genelleme, kavram kurma, terim üretme; sözcüklere, terimlere içlemsel ve kavramsal anlam ve ileti yükleme yetisi olmasaydı, bilgi üretme ve bilgi biriktirme de olmazdı sonucuna vardığını söylüyor Leibniz'in. Kuşkusuz haklı ve gerçekçi bir yaklaşım. İnsanoğlu, çevresindeki varlıkları adlandırmaya başladığı andan başlayarak dilsel tansık uç vermeye başlar. Adlandırma, bütün dillerin temeli ve hiç eskimeyen ana işlevdir. Adlandırma bir kez başladı mı, artık arkası gelir. Eylemlerle, düşlemlerle, imge ve simgelerle, sesler ve seslemlerle dil, kendi kozasını örmeyi, kendi gömüsünü varsıllaştırmayı sürdürür.

“Düşünme, duy.
Bak, böcekler bile öyle yapıyor.”

İnsanoğlu böcek değil ki. Kuşkusuz düşünecek, düşün üretecek. İnsan evrende var olduğu için değil, düşündüğü, düşünmeye başladığı için insandır. İnsan düşünerek, düşünsel, kurdüşünsel (ütopik) birtakım işlem ve eylemlere yönelerek ham/yabanıl doğanın dışına çıkabiliyor. Yabanıl doğayı da kullanarak, birtakım imgesel/simgesel yeni dünyalar, yeni nesneler yaratıyor. Bu yeni dünyaları, yeni nesneleri üretip çoğaltarak, yoğunlaştırıp incelterek birtakım kurgulara, birtakım soyutlamalara ve düşlemlere varıyor. Sözcüklere ortak anlamlar yükleyerek, anlamlı sözcüklerden kavramlar ve terimler üreterek dilsel ekeneği  bitekleştiriyor: Bu bir " Uzun Koşu " ki, tarihin yazılı döneminden öncesi açık seçik bilinemiyor. Kimi dilbilimcilere göre, yazının bulunuşundan önce insanlar dillerini daha bir şiirsel, daha bir tartımlı kullanırlardı. Gene kimi dilbilimcilere göre, şiirsellik ve tartım (rim), temel işlevi düşün ve ileti aracı olan   dil'e engeldi, sınırsızlığına ket vuruyordu. Dilin genleşimi ve açınımı yazı ile başlamıştır.

Dilbilimcilerin bu görüşleri, öteden beri tartışılagelen konular. Ne var ki, asıl düşüncenin, bu arada dilin asıl işlevinin, yazı ile, dillerin yazılı konuşulmasıyla başladığı da bir gerçek. Alain, bir konuşmasında "... şiirde ve tartımlı sözde belki biraz müziğin yanında, kesinlikle beğeni ve duygulandırıcılık vardır. Oysa düzyazı, sözcüklerin birbirlerine eklemlenişiyle, düşüncenin kılı kırk yararcasına süzdürülmesini ve inceltilmesini gerektirir..." der. Günümüzde ise şiir ile düzyazıya yükletilen işlev bir hayli değişmiştir. Düzyazı, dili daha bir ölçülü biçili kullanmaya; terim ve kavramlardan daha çok yararlanmaya özen gösterirken, şiir, kendini bu mantık ve disiplin içinde görmek istemiyor. Us'u, uslamlama kurallarını zorlamayı, düşlediği dünyayı kendi dilediğince kurmayı yeğliyor. Düzyazı gibi, birtakım terim ve kavramlara gerek duymaksızın, söylemiyle üretip türettiği simgelere, imge ve düşlemlere dayanıyor.
 
Bu yazıyı yazmaya 23 mart günü oturdum. Osman Bolulu'nun “Uzun Koşu" adını verdiği şiirlerini 4 şubat gününden beri elimde evirip çeviriyorum. Kitaba Osman Bolulu'yu ve şiirlerini tanıtan "İlkin Söz Vardı"yı Ali Püsküllüoğlu yazmış. 'Püsküllüoğlu'nun "... Yerel dilin olanakları da ağmış bu şiirlere..." saptamasına tutuldum. Bolulu'nun 24 şiirini içeren "Uzun Koşu"sunu baştan sona tarayınca gördüm ki, Püsküllüoğlu boşa etmemiş o sözü. Çoğunluğu bugünkü şiir dilimize, şiir dilinde dolanıma girmemiş fakat anadilimizde deyim,
deyiş, terim, deyimsi, hattâ argo ya da argomsu vb. olarak kullanılan bir sözcük ve kavram seçkisi hazırlamış adeta. Bunu da şiiri, şiirselliği sakatlamadan yapmış Osman Bolulu. Saptayabildiğim sözcük ve kavramları yazımın sonunda vereceğim. Ancak, Osman Bolulu'nun şiirlerine bakarken ta 1930'lardan beri süregelen bir tartışmayı anımsadım. Kırklı yıllara değin süren tartışmalarda -her kuşun eti yenmez dercesine- her söz şiire girmez, şiire girecek sözcüğün kesinlikle bir denetimden geçirilmesi gerektiği ileri sürülüyordu. A. Hamdi
Tanpınar, bu savda başı çekenlerden biriydi. Temmuz 1930 tarihli görüş dergisinde çıkan bir yazısında "Bundan birkaç sene evvel M. Bramond saf şiire dair Akademide söylediği bir nutukta, şiir lisanına dua etmişti. Kabulü biraz güç olan bu iddiada şiir lisanının alelade konuşma ve nesir lisanından ayrı olması gibi büyük ve esaslı bir hakikat mevcuttur.”diyordu. Çok sonraları, örneğin 28 Şubat 1957 günlü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazısında da, Fuzuli'nin, duygularını şiirleştirirken sözcük ve kavramları seçişindeki titizliğine ve ustalığına değinerek, onun âI-i Abâ Mersiyesi'nden aktardığı: "Kârbân-ı râh-ı tecrîdiz hatar havfın çeküp / Gâh Mecnun gâh ben devr ile nevbet bekleriz" dizelerini örnek gösteriyordu.

Uzun Koşu"sunda yaşama sakınmasız yaklaşıyor O. Bolulu. Doğayı, yaşamı sevecenlikle kucaklıyor. Teğet geçmiyor, eksen çekiyor. Tarihi, yaşamı ve doğayı bölüp bölüştürmeden algılıyor. “Nedeni bilinmez öfkeyle çektik çentik / yalçın dağlardan süzülüp..." gelmiş bir gece Yunus gibi, Halk kaynağına, tarihin derinliklerine indikçe; anadilinin, güzel Türkçemizin ak sütüyle  emiştikçe bilgeleşiyor O. Bolulu. "Yüreğim uluslararası meydan / sevgiler iner kalkar durmadan / sebil...." oluyor karşılıksız.

Günümüzün şiir ve şair bolluğunda O. Bolulu'nun "Uzun Koşu"sundan alınacak dersler var. Özellikle genç ozanlarımız sözkonusu şiirleri dikkatle okuduklarında, nasıl ustalığın sözcüklerde, imge ve simgelerde değil, onları kullanmada olduğunu açıkça göreceklerdir.
 
Kitapta kullanılan ve şiir yazımına henüz dolanıma sık girmemiş kimi sözcük ve kavramlara gelince, bunlar: Abanmak, demlenmek, tortulamak, sinsi koyak, başka dala konmak, özlem, bölük, silaha durmak, ortak payda, tutsak, külhan, tavşancıllık, eğnine dadanmak, dinginlik, gebe, çapraşık, üşüşmek, elini kanına batırmak, savaş kurmak, kaçkın, donatmak, yüzükoyun, terse üflemek, esinti, kösnül, hırsızlama, dinginlik, ömür kuşağı, sıyrılmak, katran, gökçen, pay, çakaralmaz, tetik düşürmek, tıkılmak, kıtır, başağa vurmak, yeğin, gergef, sağrı, kişnemek, imbik, dadanmak, edim, bizcecik, silkelemek, uzam, usulcacık, dillenmiş, sığır, çaput, yalın, korunaksız, yumruk, göbek, eğrilmek, çavmak, vurup çıkmak, gönenmek, kaba dal, gösteri, kara kuyu, dişleye dişleye, özgecilik, durulamak, arılamak, gayriye, tutunmak, topal, dolanmak, halkası halkasına, çıldırmak, geçerlilik, sürdüren, silah çatmak, durağanlık, ikirciklendirmek, uçkun, uçkunlar, çakmak çakmak, çalkantı, seğirtken, sağanak, döllemek, açkı, ertelemek, yüğrüklük, bitiksizlik, adanmak, muştulamak, diri diri, buruk, tıpkısı, dölleyen, sağanak, ayrıksılık, yumaklamak, eğirmik, koşulsuz, yargılı, aşırmak, çıkrak, kuşanmak, dümen kırmak, kendilemek, kısıra ekilmek, siyim siyim, efil efil, ayrıcalıksız, dulunan, boğaz boğaza, yörünge, dalbına dalbına, devşirmek, ekşimiş, tavşan yürekli, ayran suratlı, kaçkın, bağdaş kurmak, iyeliksiz, tekillik, sürgülü, ıslanmak, yeni yetmelik, durulmak,
kurulmak, çitilemek, kara çapak, arıt, eğirip dokumak, esriklik, yeldirmeli, perçem, savruk, delibozuk, açıkdeniz, katık, körkütük, ardak, bukağılı, elgin, dur durak tanımamak, ivedi mekik, kulaç, çağrıltı, çimdik, çentik çentik, çiçeklenmek, sergilenmek, omcasından, güzelduyu, ilmiklemek, ufalamak, yalaz, savat, tozumak, omcalı, haldır ayaz, filinta fişek, ürkütmek, gülgübelek, ipil ipil, kavak yelleri, balkımak, sektirmek, büngüldemek, bilecenlik, yunmak, töredışı, kasığından düşmek, dünya evine girmek, döl döş, yaka yırtmak, boğuşmak,
küsülü...vb.
Böylece uzayıp gidiyor O. Bolulu'nun "Uzun Koşu"su. Saptayabildiğim dört yüze yakın sözcük, deyim, deyimsi, ad, adsı ve terimin bir bölüğünü yukarıya aldım. Kitapta yer alan altı yüze yakın dizeyi anadilinin imbiğinden süzdüğü sözcüklerle kuruyor O. Bolulu. Düşlemleri, imgelemleri var. Yerine göre imgeye, yerine geldiğinde simgeye de başvuruyor. Ama ne sözü soysuzlaştırıyor, ne şiiri yozlaştırıyor. Hasan Ali Yücel’in dediği gibi, diyeceklerini kuşun ötüşü gibi diyor:
 
“Hangi taş duvar kestiyse ufkunu
hangi diken kendilediyse tohumunu
hatırlamıyorum çocukluğumu

Kayayı delmek zorunda olan tohum
Benim kısıra ekilmiş çocukluğum 
Toprağını tırnağımla taşıdım
Gözyaşlarımla suladım siyim siyim
Evrenin oluşumunu tek başıma yaşadım.”

“Biraz kül, biraz duman" deyip gerisine boşveriyor O. Bolulu. Evrenin yaradılışına katılmanın onurunu yaşıyor; ne ölçüde insan, o ölçüde doğa demeye getiriyor. 

 

 

 

 

 

4-

 

 

YURTBOYU SEVİŞMEK

ALİ DÜNDAR

Kıyı S:75 Haziran 1992

 

Bu yazının başlığı, aynı zamanda, Osman Bolulu'nun Selvi Yayınları arasında Şubat'92 ayı içinde çıkan iki şiir kitabından birinin adıdır. İkincisiyse ‘Taşın İyisi / Taşlamalar' adını taşıyor. Bolulu, yıllarca süren ekinsel birikimlerini; gözlem ve deneylerini, duyarlı içsel algılarıyla içinde mayalandırdığı şiirsel söylemini bu iki yapıtında nefis bir şölene dönüştürüyor. 

Osman Bolulu'nun şiirlerini okurken, ünlü düşünür ve bilge Konfüçyüs'ün bir öğrencisine dediklerini anımsadım. “Şiir yazmak istiyorum, hangi sözcükleri seçmeliyim?” diye soran öğrencisine, yüce bilgenin kısa yanıtı şöyle olur:”...yazacağın şiirde önemli olan hangi sözcük değil, kullanacağın sözcüklerin kökünün bastığın toprakta olup olmamasıdır. Çünkü şiir yazmak öğrenmektir. Öğrenme ise bastığın toprakla uyuşup uyuşmadığına bağlıdır. Öğrenme hevesi olmaksızın bir insanın şiir yazmaya kalkışması hem kafa karışıklığı yaratır, hem o insanı basitliğe sürükler..." 

Şiir dilsel bir yaratıdır. Kişinin anadiliyle yaratabileceği bir üründür. Anadiline bağımlılığından dolayı da, yazın türleri arasında, ulusal nitemine en uygun olarak şiir gösterilir. Her ne denli şiir, biçimsel çatkıları ve içdüşünsel içerikleri bakımından uluslararası, evrensel boyutlara ulaşabilse de; dilsel yapısı ve yapıntıları, duyumsatıcı/sezdirici yönleriyle her zaman ulusal sınırlar içinde kalmaya yargılıdır. Onun için derler ki, herhangi bir dilde yazılan şiir, başka herhangi bir dile, kavramsal varlığı ve sözel gücü bakımından çevrilebilirse de; duygulandırıcı, sezdirici ve yüreklendirici yanıyla hep yazıldığı dilde kalır; şiirin bu yönlerini çeviri diline yansıtmak olanaksızdır. Sözgelimi, Bolulu'nun “...Dölü biçilirken yekinmeyeni / Bilmem ki niye sevdim seni” dizelerini nasıl yorumlar, nasıl aktarırsınız bir başka dile. Döl sözcüğü, Türkçede: Bereket, iyilik, esenlik, varlık, varsıllık, bolluk vb. anlamlarının yanında; piç, aşağıcılık, dışlanmış kimse vb. gibi olumsuz anlamlar da yüklenebilen kök sözcüklerden biridir. Yekinmek sözcüğü de öyle. Bolulu, sözcük yığışımıyla oluşturduğu bu iki dizeyi, anadilinin söylem ustalığıyla yoğunlaştırmıştır. Salt yekinmek kavramı üzerinde durmaya kalksanız,dünyanın işi açılır başınıza. 

Yazın'ın şiirle başladığı söylenir. Doğru olsa gerek. Adamın biri, o ünlü kutsal yapıtında “…. Ozan sözüdür, inanmayınız” dese de , kendisi bile halkına şiirle seslenmek, yapıtını şiirle yazmak durumundan kurtulamamıştır. Şiirin ses, ünlem ,duygulandırma ve vurgu gücünden yararlanmayı yeğlemiştir. Osman Bolulu, yıllarca öğretmenlik, eğitim yöneticiliği, denetmenlik yapmış; Türk dilinin, anadilinin eğitimi ve öğretimi üstüne yazılar yazmış, araştırmalar yapmış, yapıtlar vermiş bir kişi. Anadilini, bu dilin inceliklerini, sözgücünü, söylem varsıllığını iyi bilen, iyi de kullanan bir kişi. Şu dizelerdeki sözcük yoğunlaşmasına, anlam birikimi, anlatım ustalığına bakınız: 

“Bu toprak Yunus’un toprağı
Kış yaz açan
Öfkeye bal emzirip
Erdemi erişleyip arkaçlayan
Sevecenlik bohçasıdır
Burada insan.” 

Osman Bolulu, aynı anda yayımladığı iki yapıtından birinde 31, ötekinde 59 olmak üzere 90 şiirle yurtboyu bir sevgiye açılıyor. Bütün kötücüllükleri geride bırakıyor; bütün kötülük ve kin gemilerini yakıyor: “Kin gemilerini hurdaya çıkardık / Jilet yapılıp satılsın diye / Ve kızlar / Oğlanların tıraşlı yüzüne / öpücükle katılsın diye.” Dergilerde, özellikle de Türk Dili Dergisinde çıkan Türk diline ilişkin öğretici yazılarını beğenerek okuduğum Osman Bolulu'nun şiir yazdığını, daha doğrusu ozanlık yanını bilmiyordum. Daha önce yayımlandığını sonradan öğrendiğim “Dalların Ucundaki” (1955) ve “Bileşim Çizgisi” (1963) adındaki şiir yapıtlarını da görmemiştim. Bir dostlar yarenliğinde ortaya çıktı Osman Bolulu'nun ozanlığı. Ezberinden okuduğu şiirleri toplantıya katılanların dikkatini çekti. Bulunanlar, bin bir dereden su getirerek, Bolulu'yu yazdıklarını yayımlamaya kandırdılar. Saklı ozan Bolulu da, onun yıllar içinde, düşleminde mayalandıra geldiği bu pırıl pırıl dizeler de böyle çıktı gün yüzüne. Maya kabına sığmaz olunca: 

(Deneyim)
“Çatık kaşlı yoldaşım
Düşe kalka yiğit
Sabırdan damıtılmış
Acıların serüvenine eşit” dizeleri düşüverdi ağzından. 

Osman Bolulu’nun yüzlerce dizeyi içeren 90 şiirinde, eğer gözümden kaçmadıysa, ben hiçbir yabancı sözcüğe rastlamadım desem yeri. Arkaçlamak, gergeflemek, öksüzlemek, oynaşmak, buğdayca büyülü vb.gibi, daha yüzlerce, şiir söylemine uymaz gibi görünen kavram ve deyimleri, kekeletmeden, yadırgatmadan şiir diline kazandıran Osman Bolulu, “Bilincimin çulhasında kirkit / Beynimin teknesinde hamur / Yoğur bir daha yoğur / Eylemin babası olur” dizelerinde görüldüğü gibi, halkçıl söylemleri bol bol ve ustalıkla kullanarak ısıtıyor; dilsel tadıma ulaştırıyor. Özellikle ikinci yapıtı taşlamalarında , bu halkçıl söylem, daha da yoğunlaşıyor. Örneğin beş dörtlükle deyimlediği ve 'Kazak Abdal Ağzıyla” adını verdiği taşlaması, gerçek bir çağdaş abdal söylemi: 

“Suya varıp boş testi getirenin,
Kirli minderde dik oturanın,
Haramdan verilmiş şu fitrenin
Hem anasını, hem avradını…” 

Şiirlerinde ve taşlamalarında “ Zorda düğümleniyorsa keyfiniz  / Özgürlük yüreğinize köstek oluyorsa / Hangi lekeden geldiniz / Emeğin mührünü vura vura / İri pençeler dökülmüşse yollara / Korkuyor musunuz?” dizelerinde olduğu gibi, tok ve ürküsüz bir ses egemen Osman Bolulu'nun söylemine. Ne lafı eğip büküyor, ne sözü sulandırıyor, ne de şiirden ödün veriyor. Taşlamalardan şu örneklere bakalım: 

“Sanma ki bunlar tamamen sahtekâr
Kapılarına, her gün, yazıyorlar:
“Dikkat! İçeride köpek var!”
Dürüstlükleri, olacak o kadar.” 

‘Yazar’ adını verdiği başka bir taşlamasındaysa: 

“Ula Memet sen sabancısın
Binlerce yıldır
Sabanla üretiyorsun
Seni seviyoruz
Amma
Elin sabancısı kitap yazıyor
Buna ne diyorsun.”  dizeleriyle attığını, alnından vuruyor. 

Bolulu'nun hedefini vuran bir başka ikiliği de şöyle: 

“Vazgeçtim bir baltaya sap olmaktan
Baltaların sapı kıvrılmış sapılmaktan.” 

Bu son iki yapıtına bakıp, ozan dostları Osman Bolulu'ya hoş geldin aramıza diyecekler. O da: 

“Bir işim olmuştur hep
Elimde, ayağımda, kasığımda
Karanlığı doğrayarak
Yeşertiyi coşkulayan su
Yüreğimin nadasında çekirdek 

Bir işim olmuştur hep
Soluğumun belgiti
Birlikteliğin gel-giti
Bir işim olmuştur hep.” dizeleriyle ömür boyu mırıldanıp duracak. 

Geleceğin eleştirmenleri Osman Bolulu'nun şiirlerini, yazınımızda değişik, tok ve kendine özgü bir soluk olarak değerlendireceklerdir. Soluğu sonsuz olsun.

 

 

 

 

 

 









 

 

 
Etiketler: dil türk dili

Yorumlar (0 )