ZEKİ BÜYÜKTANIR

 

1- 

 
 
CUMHURİYET KUŞAĞINDAN BİR DEĞER
 
ZEKİ BÜYÜKTANIR 
Ardıçkuşu S:62 Mayıs 2004
 
 
CAN DOST OSMAN BOLULU,
 
Yazının her türünde kalem oynatan, yazınsal her metinde çıtayı yüksek tutan bir yazın ustası.
Yazın, hiç kuşkusuz bir dil ürünüdür; ancak yazınsal metinlerde dil, alışılagelenden farklıdır, dil başka türlü kullanılır yazınsal ürünlerde. Ve bu söylem yazarın kaleminde dengelenir.
  
Yazarın aracı sözcüklerdir. Sözcüklerden yararlanarak eserini oluşturur. Yazar; ancak bunu yaparken sözcüklere ruh veren; bellek, duygu katan bildiğimiz soyut sözcükleri somut birer varlık gibi canlı söz dizini durumuna getiren o kalemin ustalığıdır.
 
Yazınsal ürünlerde her sözcüğü, taş ustasının elindeki taşa benzetirim. Bu taş, becerikli ustanın ellerinde başka başka anlamlar çağrıştırır.
 
Bir bahçe duvarındaki taş ile Selimiye’nin, Süleymaniye’nin ya da Ayasofya’nın kubbesindeki taş aynı taştır. Belki o taşı ayrıcalıklı kılan; taşa ruh veren, taşı sanat harikası haline dönüştüren ustasının elidir, yaratıcılığıdır.
İşte kalem oynatanlarda da aynı kurallar geçerli.
 
29 harften kurulmuş tümceler, bir ustanın elinde, deyim yerindeyse:
 
"Homerus’un ilaydası’nda destan
Shakespeare’de bir tirad,
Tolstoy’da bir tümce, bir paragraf
Nazmı Usta’da bir dize" olur çıkar yüreklerimize kazınan.
 
Kalem sahipleri vardır; dilini bir oya gibi işleyerek zamana kafa tutarcasına yazar ve yazdıklarıyla da Fidyas’in benzersiz eseri gibi bin yıllar ayakta kalır.
 
İşte, 1923 Anadolu Ayaklanması’nın aydınlığında oluşan Cumhuriyetin ve Devrimlerin ışığından yaratılan eğitim kurumlarında yetişen dil ustalarından (Eğitimcilikteki yeteneği ayrı) Osman Bolulu sıradan yazılar değil: aranan, sevilen, yararlı yapıtlar sıralamıştır yaşamı boyu.
 
Çok titizdir bu konuda. Hiç ödün vermeyen ve kolay kalem oynatanları da çok sert çıkışlarla uyarmaya çalışan bir ustadır o.
 
O, bu konudaki titizliğini, sert eleştirilerle ortaya döktüğü karşı çıkışlarını sürdürür.
 
"Ne çok müderrisleri  (Medrese öğretmeni-ders veren) var."
 
Bilinenler, yinelenip yeğleniyor hep. Öncesinden çırpıştırılan notlar aktarılıyor. Kalemi eline alanın, ağzını açanın çoğu, bir kaval; önden üfleneni, arkasından savuruyor, ezgisiz. Üretimsiz, değişim, dönüşüm getirmeyen klişe sözler, düşünceler kapatmış yazını, söylemi, aklî bilgiler aktarılıyor; tek ayrım bu.
 
(SÖYLEM :SAYI:76)
 
(Sahibinin sesi marka yazılar sf: 11)

Sevgili dost Osman Bolulu için (Ah O Kuşak) adlı bir yazımda şöyle demişim:
"Ah O Kuşak!... Söylem: Aylık Kültür ve Sanat Dergisi
Sayı: 84 Mart 2002 Sf: 20
Hani, özüne kadar erkek dedikleri türden, adam gibi insanlar vardır. Niceliği sayıyla ama niteliklerine doyum olmaz. Onlar doğaya, sevgiye, iyiye, güzelliğe yöneliktir. BEN’ini yoğurur, bencillik kazanında pişirerek olgunluğa erişir. Adları çok çok duyulmasa da çevrelerinde bir ışık çemberi oluştururlar. Kargodan bir paket dolusu kitap geldi. Sevgili Dost Osman Bolulu yollamış."
İnsanlık tam iki bin yıldan beri hep bir arayış içinde çırpınıyor... Önceleri çok güzel bir kulvara girmiş: Mezopotamya Anadolu – Ege uygarlığının usa sığmaz gelişimine, tiyatro kültürü üzerine kurulan uygarlığına bugün yetişemiyor, o günleri özlemle anıyor, arıyor ve kahroluyoruz günümüz sığlığında. O: sanata, sevgiye, gelişmeye, araştırmaya, hümanizmaya yönelik tiyatro kültürü çağı. Musa–İsa Muhammet üçlüsünün geliştirdiği, sözde, din dediğimiz tapınak kültürüyle durağanlaştırılmış ve böylece de insanlık yeni ve içinden çıkılmaz bir kulvara girmiştir. Daha doğrusu düşüncesizlik çağı başlamıştır iki bin yıl önce: düşüncenin sömürüldüğü, sunulan her görüşün sorgulanmaksızın benimsendiği kul-ümmet döneminin kalıntılarını, sıkıntılarını yaşıyoruz bugün bile. Karanlık mağara yaratığı kimselerin oluşturduğu bu düşünce yapısından Anadolu’da nasibini almış; ancak 1923 Anadolu aydınlatmasıyla kurtulmaya yönelmiştik. Bu aydınlık 1938’lere kadar da istenilen sonucu verdi. Yeni bir aydınlanma yaşanıyordu; Anadolu bozkırında. Ancak I950’de karşımıza çıkan karşı devrimin gerici güçleri gökten zembille inmedi. Hepsi de bir süre devrimi savunan, çağdaşlığı alkışlayan, gelişmeyi (demek ki sözde) destekleyenlerdi. Ama bir de gördük ki 1950’ye kadar ak diyenler 1950’den sonra kara demeye başladılar.
Dil Devrimi’nin en sıcak savunucusu Köprülü bir Prof’dur. Anayasanın Teşkilat-ı Esasiye Kanunu biçimine dönüştürülmesi için parmak kaldıranların başında geliyordu. Ezanın Türkçe okunması konusundaki yasanın hazırlanışında, uygulamaları sırasında parti müfettişi olarak ülkeyi dolaşan, konuyu Türkçe yönünde savunan Adnan Menderes iktidara gelir gelmez 39 gün geçmeden ezanın yeniden Arapça’ya çevrilmesi girişiminin başını çekiyordu. Bu örnekleri ne kadar çoğaltsak üzüntümüz de o kadar da artar. Bu karamsar tabloyu bir yana atarak biz gelelim iyimser yönüne.
Cumhuriyet Aydınlanması’nın o ilk mumlarını yakmaya çalışan Eğitmen Ordusunun uygulanışı, Köy Enstitülerine giden yolun başlangıcıydı. Altı aylık bir kurs sonucunda köylere dağılan bu ışıklar ilk çırayı tutuşturuyordu. Bir kış bir köyde bir eğitmenle birlikte kaldım. Onun kendini yetiştirmek için gösterdiği çabayı, bugün sığlıklarına mazeret uydurmaya çalışan gençlerimize göstermeyi çok isterdim. İşte bu çırayı tutuşturan o kuşak, çağdaş eğitimin temellerini attı. Bu hız Köy Enstitüleriyle sürdürdü aydınlığını. Henüz feodal kalıntılardan kurtulamamış bir toplumun kalkınmasına ancak köyden başlanabilirdi.
Bugün bu kurumlar ülkeye, Türk Eğitimine yaptığı hizmetler yanında tarihteki yerini aldı ve dünya eğitim tarihine damgasını vurdu. İşte Osman Bolulu Öğretmen de bu saygın kurumun yetiştirdiği değerlerden biridir. Büyük Fikret deyimiyle: "kırılan ama eğilmeyen" sevgiyle çalışmak, başarmak, koşturmak, ödünsüz başarıya ulaşmak... Bu kurumdan yetişenlerin amacı, ırası, sevdası buydu.
1948’de başlayan eğitim mesleğini 50 yıldan beri yükselen bir ivme ile sürdüren, ayrıca eli kalem tutan bir yazar, bir ozan olan Osman Bolulu. Öğretmenim doğup büyüdüğü topraktan almıştır ırasını; Amasya’nın yalçın dağları gibi sert, eğilmeyen, ödün vermeyen, Yeşil ırmağın durgun, süzgün akışı gibi sevecen bir yürek taşıyan kalem sahibidir. Onun bütün savaşımı, çoğu Köy Enstitü çıkışlıların felsefesi gibi, kendi deyimiyle: "kafası kısırlaşan, yüreği çoraklaşan kimseler içindir." İşte; "sözü açık, yüreği sıcak, özü sözüne uygun" deyimlerini hak eden, aydınlanma ve devrimsel atılımlar çabası içinde yetişen bu kuşaktı. Osman Bolulu da bu kuşağın, bu okulun yetiştirdiği değerlerden biri.
Osman Bolulu Öğretmenimin kişiliğinde Anadolu Aydınlanması’na omuz veren, (bir mumla da olsa katılabilen) tüm eğitimcilere, yazarlara merhaba…
 
 
 
 
 
2- 


SABAHAT ÖĞRETMENİN ELLERİ
ZEKİ BÜYÜKTANIR
Aykırısanat S:69 Kasım-Aralık 2004
 
Sabahat Öğretmen gitti mi, benimle mi gezer, benden öğrencilerime mi atlamıştır? İnsanları sevdimse, doğayı ana kaynak kabul ettimse, yurdumun acıları ile bütünümün kökenini biliyorsam; Sabahat Öğretmenin kitaplarıyla örülmüştür bu dünya. Bugün, değil öç alma, değil düşmanına bile acımanın ötesinde, iğne ucu kin gütmek... Saksılarımdaki çiçeklerin dibine sokulmuş ısırganları bile yolamıyorsa ellerim; bu eller, hem de çokçasına, Sabahat Öğretmenindir.
 
“SABAHAT ÖĞRETMEN'İN ELLERİ " adlı yazısından aldığım bu parçayı okuyan insanın içinde öyle bir duygu fırtınası yaratıyor, öylesine deniz durgunluğu içinde düşündürüyor ki tanımlaması olanaksız. İşte diyorsunuz, buradaki yalnız bir anlatım değil, burada çağdaş bir eğitimin, öğretnen öğrenci ikilisinin ilişkilerindeki sıcaklığın, gerçek eğitim felsefesinin aydınlığı parlıyor. Sonra da günümüze bakarak bu kavramların yokluğunu görüyor kahroluyorsunuz. Bu kısır döngü içinde bocalayan MİSYONER OKULU benzerliklerinde beyinsel yapıları dumura uğratılan çocuklarımıza acıyor, umarsızlık içinde susuyorsunuz, haykıramıyorsunuz.

Bu derin duyguları böylesine sanatsal bir düzlemde, böylesine ince, sade bir dille ancak Osman Bolulu yazıya dö-
kebilir; bir kalem ustası olarak.
Onun yazılarındaki ustalık, tümcelerindeki düzen, görüşlerindeki gerçeklik, düşüncelerindeki aydınlık, nice kalem sahibine, özellikle genç yazarlara örnek olacak niteliktedir. Yazılarını beğeniyle izliyoruz. Onun dost sıcaklığı, dobra dobralığı, kırılan ama eğilmeyen ırası, kısacası her insanda özellikle, her aydında bulunması gereken nitelikleri övgüye değer. Onun yaşam felsefesi biraz da o ilk cumhuriyet kuşağının yapısından, ırasından, cevherinden geliyor.
 
Onuıı yapıtları, öyküleri, denemeleri, şiirleri, birbirinden ilginç yazıları, yazarlık etiğinin ödün vermeyen ilkeleri içinde sürer gider. Bugünkü üzücü, çoğunluğun sığ sularda seyreden yazarların; sapla samanı birbirine karıştıran, edilgin, biraz da MÜTAREKE BASININI anımsatan yazılarına baktıkça Bolulu gibi değerler daha bir anlam kazanıyor.
 
Sözde aydınlık bir çağda yaşıyoruz. Oysa bu kavramla taban tabana zıt bir karmaşa yaşanıyor bütün toplumlarda. Öldürme krizi içinde birbirini yiyen, kapitalizmin yabanıl acımasızlığı içinde her gün birbirini boğazlayan ortamı nasıl açıklayabilirsiniz? Bu hırsı ve kapitalizmin acımasızlığını, küçülen dünyamızın, akcamın aydınlığını
karartan görüntülerinde izliyor, kahroluyoruz. İşte bu ortamda da yazar görevini kendi silahıyla, sivriltilmiş kale-
miyle, huzursuz, yüreği sızlayarak, isyanını dile getirmeye çalışıyor. Bolulu Usta'nın UZATMALI ACI'sı gibi:
 
 
UZATMALI ACI 
 
“Çivilenip kalmıştır  
Uçsuz bozkırın ortasında 
Üç beş silik nokta  
             birkaç sığır 
             başı çaputlu, ayağı yalın 
             kara kuru bir çocuk
 
Bosna-Hersek'te 
             korunaksız kuş 
Afrika'da 
bir dilim ekmekle vurulmuş
Filistin'de
             fitili çekilmiş bomba 
Hiroşima'da  
             kara bulutlara savrulmuş 
Günebakan yaylasından uzak 
Bu siyah-beyaz resim 
             eskitilemeyen 
Göbeği sokakta 
             döllenen
Hüzün eğrilir çıkrığında 
Yüzünden bulutlar çavmaz
Elektrik ışığında...”
 
 
Onun için diyorum ki bu kalemler daha uzun yıllar yazmalı, uyarmalı, duyurmalı sesini bu sağırlar diyaloğunu oynayanlara, çarpmalı yüzlerine bir tokat gibi.
 
Sevgili Bolulu Dostum: 
 
Bunun için yazmak zorundayız, uyarı görevimizi sürdürmek zorundayız. Biz dogduğumuzda Cumhuriyet henüz yedi yaşında bir çocuktu. Bak bizimle birlikte yaşıyor. Öyleyse birer Cumhuriyet kuşağı olarak bu aydınlık
kalemlerimizi sürdürelim sonuna dek. Size çok uzun yıllar sağlıklı mutlu ve umut dolu günler dilerim.
 
 
 
 
1- SABAHAT ÖĞRETMENİN ELLERi: Ç.Türk Dili Dergisi Sayı.44 Ekim 93
2- UZATMALI ACI (Şiir): Ç.Türk Dili  Dergisi Sayı.76 Haziran 94 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Etiketler: dil türk dili

Yorumlar (0 )