TANSU BELE

026.jpg 

 

 

 

 
 
1-

YÜREĞİNDEKİ ANAYURDU: DİL
(Osman Bolulu’nun Dili Üzerine)
Tansu Bele

 Ardıçkuşu: 62 s. Mayıs 2004

……. Osman Bolulu’nun denemelerinin (yazınsal/dilsel üretilerinin) başka bir ayrıcalığı da dildeki kendine özgülüğü. Dilde özgünlük, başka bir deyişle düzyazıda tek, değişik, biricik olma ve tümcelerle sözcüklerin bilinen dizimlerini, dil kurallarını bozmadan yepyeni bireşimlerde kullanabilme özelliği, dilin düşünceyi nasıl yoğurabildiğinin açık seçik kanıtıdır. Bu denemelerdeki en önemli bir yan da budur. Dilin özgürce devinimi, Türkçe’nin işleyişi, düşüncenin de yepyeni çevrenlere açılımını sağlıyor. Ayrıca felsefenin dille sıkı bağlantısına özgü Türkçe örnekler sunuyor. (…) Yaşamsallığın ve ulusallığın egemen olduğu konularda, gerek dilde gerekse düşüncede yerli yerindeki Türkçe kullanımıyla birleşilerek özgünlüğe ulaşılabileceğini kanıtlıyor. (Tansu Bele: Osman Bolulu’nun Denemeleri, Damar: 132.s. Mart 2002 )
 
Dil bilinci; Osman Bolulu’nun özelinde şiirinin, genelinde yazına edimi ve sanatının can damarı, özsuyudur. Bu bilinç onun, dil araştırmalarında ve Türkçe ile doğrudan kenetlenmiş yapıtlarında işlevsel ve teknik olarak da göze çarpar. "İnsan anadiliyle düşünebilir, onunla bilime başlar, oradan dünyaya eklemlenebilir görüşü bende egemen" (O.B. Halktan Olmak Fakat Halk Kalmaktan Utanmak adlı özeleştirisinde) derken o, Türkçe’yi kullanmakla kalmayıp anadilini daha işlevsel bir biçimde kullanabilmenin yollarını da araştırdığını vurgulamak ister. Bu yolların, dilin bilimsel kurallarını da bilmek ve saptamaktan geçtiğinin bilinciyle, elindeki ‘aracı’ daha işlek daha yetkin ve kullanışlı kılmak için çaba gösterdiğini, işe yarar duruma getirmeye çalıştığını, dahası bu aracın biricik önemli, yararlı işe yaradığını da kanıtlamak ister.
 
Osman Bolulu; tıpkı okulunun dersliklerini kendi eliyle kuran köy enstitülü öğretmen bilinciyle; bilgi ve becerinin, dünyayla iletişimin insanca ve yazarca anahtarı olan dilin, kendine özgü, kişiliğine uygun temelini atıp çatısını kurmak ister. Bunu yapar, gösterir.
 
Osman Bolulu’nun yapıtları konusunda kaleme alınan çok sayıdaki yazıda, yapılan olumlu eleştirilerin yanı sıra, sürekli dil yönüne değinilmesinin de nedeni budur: Kullandığı arı Tükçe’nin işlevselliği, onun yapıtlarını irdeleyen bütün yazarların ilgisini çeker ve denemesiyle, şiiriyle ya da öykü ve anılarıyla, hangi açıdan ele alınırsa alınsın bu yazılardaki ortak özellik, Osman Bolulu’nun dili kullanışındaki işlevsellik ve çarpıcı güzelliktir. Örneğin Mustafa Şerif Onaran onun için "Şiirden dil çalışmalarına uzanan geniş bir edebiyat kumaşını dokurken, sorumluluk duyan bir yazar Osman Bolulu" (1). derken, yazarın her şeyden önce dilinin bilincine varmış, yazmanın dille, anadille olabileceğinin bilincine ermiş olduğunu vurgulamaktadır.
 
Çok yönlü bir yazın eri olan Osman Bolulu’nun, temelde bir dil (Türkçe) ustası olduğunun ayırdına ilkin deneme yapıtlarını okurken varmıştım. Öykü, anı ve şiirleri de bana onun, dilini varsıllaştırmak için uğraş veren bir yazar olduğunu gösterdi. Cem Erciyes: "Bolulu’nun denemelerinde göze çarpan, etkileyici bir kurgu var. Bunun yanında, yazılar sanki uzun sözcük çalışmalarının sonrasında dinlene dinlene yazılmış, ama bir solukta okunuyor. Dilin ustaca kullanımı da cabası" (2) irdelemesiyle, yazarın dil ustalığını vurguluyor.
 
Osman Bolulu’daki dil bilincini, Nuri Aksakal, onun yapıtlarından yola çıkarak, örnekler vererek şöyle irdeler: "O bir dil işçisidir: Dilimizin kullanımında titiz bir işçilik gösterir, değişik sözcüklerle tümceler kurar. Değişik dedikse arı durudur. Bunda son derece titizdir. Dolanıma inmemiş sözcükleri kültür diline ağdırmaya çalışır. Ali Dündar: ‘Ben şiirlerinde hiçbir yabancı sözcüğe rastlamadım desem yeri (YBS Kıyı, Haziran 1992). Şiir söylemine uymaz görünen kavram ve deyimleri kekeletmeden, yadırgatmadan dilimize’ (kazandırıyor) diyor (YBS, Kıyı, Haziran 1992). Dilin ulusallaşması olgusunu gerçekleştirmiş... Diline karşı görevini, aydın bilinciyle ozanca bir yaklaşımla yerine getirmiş. Gerçek Türkçe’nin ses soluğu olmuş (UK, Halim Şafak), (o aynı zamanda) dilin olanaklarını zorlar (UK, MU Kıyı, Haziran 1995). Bolulu’nun sözcük kadrosu, mevcut kullanımdan biraz değişiktir: Yerel dilden aldığı birçok sözcüğü, uyumlu biçimde şiirine yedirir (UK, MU, Kıyı: 112.s.). Yerel dille konuşma dilinin, kültür dilinin birleşmesini ister (UK, MU, Kıyı: 112.s). Sözcüklerin anlam derinliğine iner (ALÖY, MU, Kıyı: 102.s). Sözcüklerle oynar, onlara değişik/yeni anlam yükler, yeni sözcükler türetir, Türkçe’nin yapı ve işleyişini bozmadan. Şiirine baktığımızda, sözcüklerle savaşımı görülür ve daha çok dilimize özgü, kimsenin pek kullanmadığı sözcüklere ağırlık verir gibidir. Türkçe’nin olanaklarını derinlemesine inceleyip benimsemiş, ozanlık bilinciyle yoğurmuştur sözcükleri (UK). Sözcüğe şiirsellik kazandırır (UK). Bolulu’nun dile açılım kazandırmasındaki kaynağı, Türkçe’yi kendi üzerinden işletmek yanında, halk dili(dir): Halkçı söylemi bol bol ve ustalıkla kullanarak şiiri ısıtıyor, dil tadına ulaştırıyor (YBS, AD). Bugünkü dilimize, şiir dilinde dolanıma girmemiş fakat anadilimizde deyim, deyiş, terim hatta argo ya da argomsu vb. olarak kullanılan birçok kavram ve sözcük seçkisi hazırlamış. Bunu da şiirselliği sakatlamadan yapmış (UK, AD). Halk kaynağının derinliklerine indikçe, Türkçemizin ak sütüyle emiştikçe bilgeleşiyor (UK, AD). Halk diliyle kültür dili, şiirin sesiyle duyarlık ustaca bütünleştirilmiştir. Yerel dilin olanaklarıyla beslemiş şiirini (UK). Halktan yana Türkçe’yi imgelerle harmanlayıp, şiirini hangi temel üstüne oturttuğunu, özsuyunun sesini algılıyorsunuz Kimliğini mırıltılı fısıltılarla söylemiyor Osman Bolulu, fotoğraflayıp adıyla soyadıyla söylüyor (UK). Bolulu’nun dili değişik kullanma çabası, sözcüklerle oynaması bir fantezi değil: Dilimizin varsıllığını, sözcük gömüsünün genişliğini ortaya koymak (UK).Yapmacık deyişlere, söyleyişlere yüz vermez (Tİ). Arı Türkçesi, anlatımındaki yalınlık; dilin kullanımı bakımından, örneklerle derinlemesine incelemesi, üzerinde durulması gereken bir özelliği (ALÖY, RG). Dilin varsıllaşmasına, bugüne kadar yazdığı yazılarla ve çıkardığı yapıtlarıyla katkıda bulunduğunu görürüz. Osman Bolulu halk sözcüklerinin özgün ve kanıksanmayanlarını bolca kullanmaktadır. Hatta bilinen sözcük anlamlarını yeniden oluşturmaktadır. (…) Tökezlemeyen, su gibi akan bir dil (YBS, AD). Baskıcı yönetime karşı kükreyen bir ses (YBS, VT). Bildiği gibi doğru ve doğrudan söylediği şiiri, buluttan sıyrılmış ilkyaz güneşi kadar ılık, bir dost eli kadar sevecendir. (YBS,HA) Diyeceğini iyi ve etkili söyler (YBS-Tİ, GG). Sesine toplumun sesini karıştırmış (Tİ). Yapmacık deyişlere yüz vermiyor (YBS). Özgünlüğü, şiirini konuşuyor gibi yazmasından kaynaklanıyor ( UK, TÇ). (3)
 
Nuri Aksakal, Osman Bolulu’nun dilini irdelemeyi sürdürürken, onunla ilgili yazılardan yola çıkmakta ve benim yaptığım, Osman Bolulu üzerine yazılanlardan alıntılarla kısa bir toplam. Bolulu üzerine yazılanların tümünün, derinlemesine incelemesinden çıkarılabilir, onun kimliğinin net fotoğrafı. (4) demektedir. Aksakal’ın da belirttiği gibi Bolulu’nun değişik türdeki yapıtlarının ortak paydası, Türkçe’nin güzel ve doğru işlenişi; bu yapıtlarla ilgili, çeşitli yazarların kaleme aldıkları yazılardaki ortak savları da, yazarını işinin ehli bir dil ustası olduğu görüşüdür. Başka bir deyişle Osman Bolulu’nun şiirlerinin dokusundaki dil bilinci, öykü, anı, denemelerinde de sürer. Onun şiirinde başlayan dili yoğuruş biçemi giderek bütün yapıtlarında ve özellikle denemelerinde daha da yoğun, düşünsel boyutlara uzanarak, onun Türkçe’deki bütün olanaklara ulaşımını sağlar. Osman Bolulu, denemelerinde doruğa taşıdığı dil bilincini; "ülke, insan çıkışlı eleştiri, saptama yapmak yetmez, işlevsellik gerekir. Denemeyi, nasıl işlevsel duruma getirebilirim diye düşündüm" sözleriyle, bir sohbetimiz sırasında açıklamıştır. Bu işlevselliği Osman Bolulu, dilin düşünceyle olan birliğinden- iç içeliğinden- hareket ederek, Türkçe’nin düşünsel işlevselliğinin yollarını araştırarak gerçekleştirmiştir. Onun denemelerindeki dil çalışması için Talât Sait Halman şu görüşü belirtir.: "İEE için tebrik ve teşekkürlerimi sunarım. Ne kadar ilginç denemeleriniz var. Taptaze düşünceleri berrak ifadelerle dile getiriyorsunuz. Şiirlerinizin yanı sıra denemelerinizle de zevkler ve aydınlıklar getiriyorsunuz. Elinize, dilinize sağlık." (5)
 
Okay Kılıçaslan (Halim Şafak) ise: “(Bolulu) Türkçenin olanaklarını derinlemesine inceleyip benimsemiş. Ozanlık bilinciyle yoğurmuş sözcükleri. Dil devrimine, Türk diline karşı (olan) görevini aydın bilinciyle ozanca bir yaklaşımla yerine getirmiş. Gerçek Türkçe’nin sesi soluğu olmuş. Türkçe’nin sınırlarını zorlamış, onlarla (sözcüklerle) oynamış Bolulu. (…) Cebelleş olduğu, kendisini iklimden iklime, duygudan duyguya, yaşam felsefesine iten sözcüklerdir. Onu var eden, başının (tatlı) belâsı sözcüklerdir. (....) Devrimin yalın Türkçe anlayışı onda genişlik kazanır. Arap’ın kara’sını ak’Iayan, Fars’ın çetrefil’ini yok’layan bir dil anlayışıyla şiirin dünyasında gezinir. (…) Osman Bolulu, felsefeyi yaşam biçimine sindirmiş, aydınca duyan, düşünen, geleneğin sırrına ermiş bir ozanımız" (6) demekte.
 
"Osman Bolulu, düşünceye ufuk açan, dilin önemini ve gerekliliğini anlatan yazılarının yanı sıra pek çok denemeye imza attı, öyküler yazdı. Anılarının yakıcı gerçekliğinde kuşaklar arası kavrayışın dünden-bugüne uzanan görünümünü zaman/mekan ilmekleriyle bir güzel oluşturdu. Bu yapıtlarına şiir çiçeklerinden balözu taşıdı. Yaşadığı an’ların, tanık olduğu toplumun ihanete uğrayan insanıyla, ihanet edenin şiirini yazdı. İnsanın iç dünyasına bir başka sefer eyledi.""(7) diyen Ahmet Özer’in yanı sıra Muzaffer Uyguner’in de dediği gibi: "Bolulu, Türkçe’yi seven ve dilimizin en iyi yazılıp söylenmesini isteyen, bu konuda da birçok uyarıcı yazılar yazan bir değerli yazarımız, (… ona göre) dili yozlaştırmak, ulusal benliğimizi yitirmektir. Atatürk, bunu yıllarca önce görmüş ve bizleri uyarmıştır Ama uyanlar boşlukta kalmaktadır. Atatürk’ün dediği gibi, anadilini kollamak korumak, ulusal düşünüşü diri tutmak, onu geliştirmek, kültürünü varsıllaştırmak, ulusal bağımsızlığına titizlikle sarılmaktır. Anadili temel alınarak bilime, evrensel boyutlara ulaşılabilir. (8) Bolulu’nun yaptığı işte budur. Çünkü o, Ali Dündar’ın deyimiyle : "… çalışkan olduğunca, üretken bir Türk dili ve yazını öğretmeni(dir). Dolu’sunu köy enstitüsünden içmiş olmanın hızı, henüz kesilmemiş bir Cumhuriyet aydını ve yazar. Ama her şeyden önce öğretmen (dir).(9) "Osman Bolulu, yıllarca öğretmenlik, eğitim yöneticiliği, denetmenlik yapmış, Türk dilinin, anadilinin eğitimi ve öğretimi üzerine yazılar yazmış, araştırmalar yapmış, yapıtlar yazmış bir kişidir. Anadilini, bu dilin inceliklerini, söz gücünü, söylem varlığını iyi bilen, iyi kullanan kişi(dir). " (10) Dündar, ayrıca, Osman Bolulu’dan şöyle bir örnek veriyor: "Her ne denli şiir, biçimsel çatkıları ve iç düşünsel içerikleri bakımından uluslararası, evrensel boyutlara ulaşabilse de, dilsel yapısı ve yapıntıları, duyumsatıcı/sezdirici yönleriyle her zaman ulusal sınırlar içinde kalmaya yargılıdır. Onun için derler ki, herhangi bir dilde yazılan şiir, başka herhangi bir dile, kavramsal varlığı ve söz gücü bakımından çevrilebilirse de, duygulandırıcı/ sezdirici ve yüreklendirici yanıyla hep yazıldığı dilde kalır, şiirin bu yönlerini çeviri diline yansıtmak olanaksızdır. Sözgelimi Bolulu’nun "Dölü biçilirken yekinmeyeni / Bilmem ki niye sevdim seni" dizelerini nasıl yorumlar, nasıl başka bir dile aktarırsınız? ‘döl’ sözcüğü Türkçe’de: ‘bereket, iyilik, esenlik, varlık, varsıllık, bolluk vb. anlamlarının yanında ‘piç, aşağıcılık, dışlanmış kimse vb.’ olumsuz anlamları da yüklenebilen sözcüklerden biri. ‘Yekinmek’ sözcüğü de öyle. Bolulu, sözcük yığışımıyla oluşturduğu iki dizeyi, anadilinin söylem ustalığıyla yoğunlaştırmıştır. Salt ‘yekinmek,’ kavramı üzerinde durmaya kalksanız, dünyanın işi açılır başınıza (11)
 
Yine Ali Dündar, Osman Bolulu’nun dili bölümle (mediğine), yani kimilerinin yaptığı gibi, sözcükleri şiire, öyküye, romana, düzyazıya, denemeye ya da sözel’e, sayısal’a diye bölümleme açmazına düşme(diğine) , seçime uğrat (madığına)" değiniyor ve: (Bolulu için) Nermi Uygur’un deyişiyle, yazın türlerine göre sözcük arayışına çıkmıyor, türlere göre sözcük dağarcığı oluşturma özengeçliğine girmiyor. Bunun yerine şiiri şiir, öyküyü öykü, denemeyi deneme yapmanın yoluna bakıyor, sanatsal/düşüncel gücünü, bilgisini ve hünerini o yönde yoğunlaştırıyor. Her yaratının, doğal dilin, yoğun iletişim/bildirişim dilinin ekeneğinde gelişip olgunlaşacağının bilincinde olarak da, sözcüklerin ya da söz öbeklerinin/söz kalıplarının halk katmanında/halk dilinde nasıl yer alacağına özel bir dikkat ve özen gösteriyor Osman Bolulu."(12) diyor. Ali Dündar, Osman Bolulu için kaleme aldığı başka bir yazısında da yazarın UK yapıtında "yeni sözcüklerini şöyle derleyerek, ilginç bir Bolulu araştırması ortaya koymuş: "Kitapta kullanılan ve şiir yazımına, henüz dolanıma sık girmemiş kimi sözcük ve kavramlara gelince bunlar: ‘Abanmak, demlenmek, tortulamak, ortak payda, tutsak, külhan, tavşancıllık, eğnine, dadanmak, dinginlik, gebe, çapraşık, üşüşmek, esinti, kösnül, hırsızlama, ömür kuşağı, sıyrılmak, katran, gökçen, pay, çakaralmaz, tetik düşürmek, tıklamak, kıtır, başa vurmak, yeğin, gergef, sağrı, kişnemek, imbik, edim, bizcecik, silkelemek, uzam, usullacık çavmak, vurup çıkmak, gönenmek, kaba dal, kar suyu, dişleye dişleye, özgecilik, durulmak, arılamak, gayrıya tutunmak, topal dolanmak, halkasına, çıldırmak, döllemek, açkı, ertelemek, yüğrüklük, isteksizlik, adanmak, muştulamak, diri diri, buruk, tıpkısı, dölleyen, ayrıksı, yakalamak, esirgemek, koşulsuz, çıkrık, kuşanmak, dümen kırmak, kendilemek, kısıra ekilmek, siyim siyim, efil efil, ayrıcalıksız, boğaz boğaza, yörünge, dalbına dalbına, devşirmek, ekşimiş, kaçkın, bağdaş kurmak, iyeliksiz, tekillik, sürgülü, ıslanmak, yeniyetmelik, durulamak, kurulamak, çitilemek, kara çarpı, arıt, eğiri dokumak, esriklik, yeldirmeli, perçem, katık, körkütük, ardak, bukağılı, elgin, dur durak tanımamak, çentik çentik, çiçeklemek, omcasından, güzelduyu, ilmiklemek, ufalamak, yalaz, savat, tozumak, omcalı, haldır ayaz, filinta fişek, gülgüpelek, ipil ipil, kavak yelleri, balkımak, sektirmek, büngüldemek, bilecenlik, yunmak, kasığından düşmek, döl döş, yaka yırtmak, kösnülü vb. Böylece uzayıp gidiyor Osman Bolulu’nun Uzun Koşu’su. Saptayabildiğim dört yüze yakın sözcük, deyim, deyimsi, ad, adsı, terimin bir bölüğünü yukarıya aldım. Kitapta yer alan altı yüze yakın dizeyi anadilinin imbiğinden süzdüğü sözcüklerle kuruyor Osman Bolulu.
 
Ali Dündar’ın ilginç saptamasını burada örneklememin nedeni Osman Bolulu’nun ne denli Türkçe tutkunu bir yazar ve öğretmen olduğunu göstermek değil, yalnızca. Ama onun dile verdiği ayrıcalıklı önemle, gerçekte nasıl bir aydınlık bir öğretmen bilincine sahip olduğunu, ne ölçüde pırıl pırıl örnek oluşturduğunu vurgulamaktır. Bir Türkçe yazın öğretmeni olarak Bolulu’nun bütün yazın öğretmenlerine örnek olan öğretmenlik sorumunu, görev bilincini, saygın tutumunu sergilemektir. Kanımca Cumhuriyet öğretmenlerimizden hiç değilse yarısı, Osman Bolulu’nun dilimize gösterdiği duyarlığı, duyduğu bilinçli saygıyı, sevgiyi, özeni taşıyıp işleyebilselerdi, bugün Türkçemizi, tıpkı geçmişteki gibi yutmaya çalışan yabancı dillerin gözdağından uzak olacaktık. Türkçe yeniden (yabancı) başka sözcüklerin, kavramların akınına/baskınına uğramayacak, gözdağı altında olmayacaktı. Dili öğretmek, onu doğru öğrenmek kadar önemli bir görevdir, bir bilinç ve aydınlık sorunudur. Bu görev de ilkin öğretmenlerindir. Kötü ve yanlış olan dil değildir; yanlışlık onu önemsemeyip kötü kullanan, doğru öğretmeyen öğretmenlerindir. Hele onlar, yeni kuşak Cumhuriyet öğretmenleri ise... bozulan dilin ilk sorumlusu, onlardan başka kimler olacaktır? Osman Bolulu’nun dil bilinci konusunda Muzaffer Uyguner şöyle der; "Bolulu’ya göre Türkçe yozlaşmaya elverişli bir dil değildir. Yazısında dil savrukluğu konusunu da geniş ölçüde ele alıp irdelemiştir. Ona göre bu konuda ana/temel kaynaklar oluşturulamamıştır. Devlet katındaki tutum da dilimizin yozlaşmasını önleyecek bir doğrultuda değildir. Anadili öğretimi de sağlıklı değildir. Okullarımızda yazma (kompozisyon) önemini yitirmiş, geri plana itilmiştir. Yabancı dil öğretimine ağırlık verilmektedir diyebiliriz. Fransa’da eğitim gören Türk öğrenciler, kolay diye yardımcı dil olarak Türkçe’yi seçmişler, ama sınavda yedi kişiden altısı becerememiş. Eski/yabancı sözcükten kopamayanların da dilimizin yozlaşmasında büyük rolü olduğuna değinmiştir Bolulu. Elbette Batı hayranlığının da büyük etkisi vardır, bu yozlaşmada, ya basının tutumu?... Televizyonların dilimizi yozlaştıran tutumlarına ne demeli? " (13)
 
Görüldüğü gibi; yapıtları konusunda pek çok yazının kaleme alındığı, şiir, öykü, anı ve denemeleriyle ilgili pek çok sayıda inceleme yapılan, irdeleme ortaya konulan Osman Bolulu’nun dil bilinci, dili işleyişi konusunda da çok sayıda yazı yazılmıştır, Buna karşın dilindeki temizlik, arılık, işlevsellik üzerinde, onun yapıtlarını konu edinen bütün yazarlar ayrıca durmuş, Türkçesine, dil savunuculuğuna değinme gereği duymamışlardır. Osman Bolulu ise yapıtlarında kuyumcu titizliğiyle işlediği, dokuduğu Türkçesinin yanı sıra dille ilgili çok sayıda araştırma yapıtı yazmış, dil konulu yazıları yıllarca sürekli yayımlanmıştır.
 
 
 
 
Kısaltmalar:
ALÖY: Antilaikliğin Önlenmeyen Yükselişi.
UK: Uzun Koşu
YBS: Yurtboyu Sevişmek
Tİ: Taşın İyisi
(1) Mustafa Şerif Onaran, Gazete Ankara, 22-28 Mart 2002
(2) Cem Erciyes, Radikal/Kitap, 15 Haziran 2001
(3) Nuri Aksakal, Osman Bolulu’nun Yazınsal Kimliği Üzerine Bir Özet, Damar: 132.s. Maıt2002
(4) " " " "
(5) Talât Sait Halman, kutlama iletisi
(6) Okaya Kılıçaslan (H.Şafak), Osman Bolulu ve Uzun Koşu, Eşik :18. Mart/Nisan 1999
(7) Ahmet Özer, Bir Cumhuriyet Öğretmeninin Uzun Koşusu, Damar: 132.s. Mart 2002
(8) Muzaffer Uyguner: Osman Bolulu’nun Uyarıcı Yazıları, Çağda Şütür Dili. 127, Eylül 1998
(9) Ali Dündar, Osman Bolulu’nun Ortak Paydası, Damar: 132,. s Mart 2002
(10)  “                            “                        “    “             “            “               “
(11) Ali Dündar, Yurtboyu Sevişmek, Kıyı:75. 1992
(12) Ali Dündar, Osman Bolulu’nun Ortak Paydası, Damar. 132.S. Mart 2002
(13) Ali Dündar, Sözcükten Karama, Türk Dili Dergisi:48.s. Mayıs/Haziran 1995
Osman Bolulu, Türkçe Yozlaştırılıyor mu?/ Türk Dili Dergisi
 
 
 
 
 
 
 
 
2-
 
YÜREĞİN GÖZÜ İLK YOLCULUĞUNDA 
(OSMAN BOLULU'NUN ŞİİRİ ÜZERİNE) 
TANSU BELE
Ardıçkuşu S:62  Mayıs 2004
Aykırısanat S:69 Kasım-Aralık 2004
 
1998 yılında bir gece, Ankara'dan Istanbul'a dönerken, tirende Osman Bolulu'nun denemeleriyle başladığım yolculuk, (Dilden Düşünüşe UZUN KOŞU: Tansu BELE, s.13-27) yazarın bütün yapıtlarına, giderek sanatıyla iç içe geçmiş özyaşamına uzanan yolda, o gün bugündür peşimi bırakmadan sürüp gitmekte. Sanki onun çizelgesini tersine çeviren bir yolculuk yapmaktaymışım gibi. yapıtlarının düzgiden zaman akışını ve (kronolojik sırasını) geri döndüren bir gidişe, bir bakış açısına çevirmekteymişim görünümde, neredeyse suyun denize kavuştuğu yerden başlayıp akışının başlangıcına  ya da kaynağına doğru giden bir yollanışın içinde... Oysa Osman Bolulu'nun yazın ediminde ulaştığı düşünce çizgisinin 'düşün şavaşımı'nın enlemini, boylamını kavramak açısından, tuttuğum yol bana göre hiç de yanlış sayılmaz. Açıkçası denemeleri, onun yazın ırmağının kavuştuğu deniziyse, öyküler ve anıarı da, bu ırmağın aktığı toprağı dillendiren arı. duru, tertemiz ve güzelim çağıltısıdır. lrmağın fışkırdığı kaynağı bulmaya çalışmaksa, onun çıkış nedenine (ilk yerine) varmayı, en azından bu nedene yakınlaşmayı sağlamaz mı? Bu nedenin, Osman Bolulu'nun kalemini yazmaya açan, yüreğinin gözündeki kaynağın  fışkırmasını sağlayan ilk göz ağrısı, yani şiiri olduğunu; onun düzyazılarının sonunda bulgulanarak, bu üretken sanal/yazın bahçesinin köklerine. kök saldığı toprağa kavuşmak bambaşka bir lezzet yaratmaz mı?
 
Osman Bolulu'nun denemelerinden çıkıp özyaşamına, öykülerinden anılarına uzanan yolculuğum sırasında bul-guladığım  en Önemli gerçek. onun Türkçeye bilgece egemenliğinin `yanı sıra. anadilini bilinçle yoğurup çoğaltışındaki şiirsel ve kavramsal ustalıktır. Bence bu ustalık, onun gerçekte ve temelinde. 'iyi' bir şair oluşundan kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle Bolulun'un; özyaşamının çapraşık, çatışkılı. doğru-yanlış çekişmeleriyle çalkantılı ve onu 'dik adam' kılan yollardan geçirerek, denemelerinin son durağı, düşüncenin yapısal/dilsel sorgulamalarına onu vardıran bu ustalığı: dil/sözcük/kavram, ilk kez şiir içinde çözümleyişine denk düşer. Tutkunu olduğu dilinin yüreğindeki devinimi, bu tutkunun, duygulanımlar içindeki dışavurumu yolunu ya da duygularının bu tutkuyla kesişen coşkulanımlarını, Şiirin Türk insanına ve Türkçe yazış/söyleyiş biçemine özgü, yazın gelenekselliğinde yakalaması, kuşkusuz raslantısal değildir. Bilinen gerçek: her üç Türk'ten ikisinin şair olması. gerçekte Türk insanının düşüncelerini dilde anlatımının yalnızca şiir yoluyla yazınlaşması yüzüuden değildir. Ancak; Türk yazınının yalnızca şiirde yuvalanan, gelenekselleşen ve kalıplaşan, geçmişten bu güne imge / kavram / düşünce yapılanmasını yazma sanatına açılan kapılarından geçip giderek, düşünceyi düzyazı alanna çekip kuşatmak: Çok Çağdaş bir yazınsallığı (ve dilselliği) vurgular. Işte Osman Bolulu'nun gerçekleştirdiği de budur; ayrıca onun gerçekte dile egemenliğinin de anahtarıdır. Türkçenin dilde düşünce işlenişinin ilk basamağıdır
şiir: Ama son durağı değildir. Düşüncenin dilde yoğruluşu ve gerçeğe vuruşunu Osman Bolulu; son aşamada düzyazıda başarıyla yakalayacaktır. Ama şiirin, duygu ve düş dünyasını devindiren imgesel /kavramsal gücünü yitirmeden; tersine bu gücü düşüncenin dilsel (Türkçe) gelişimine bilimsel aydınlıklar üretmede, varsıllaştırmada kullanarak bu başarıyı sağlayacaktır.
 
Osman Bolulu'nun şiire açılımıysa, geleneksellik içindeki dilin (kavramların) kalıplaşmasını aşan,Anadolu Türkçesini çağdaş bir şiirsel yapılanmaya taşıma çabası içinde bir amaç güder. Sanırım, Bolulu'nun şiirinin yanı sıra düzyazıdaki düşünsel/dilsel egemenliğini sağlayan da, düşünceyi dille ilişkisinde yoğurup arıtarak *üretip çoğaltma amacı güden, bu çabadır.
 
Yaşamda her şey, duygu düşten düşünceye ve gerçeğe giden bir yol izler, insan için... Düşüncenin tohumları, duyguların ve düşlerin toprağında boy atar. Sanatçının ya da yazarın duygu ve düş dünyası, ayaklarını bastığı yerel toprağındadır; bu topraktan fışkıracakları ise, düşüncelerinin evrensel açılımıdır. Osman Bolulu; Bu gerçeği özyaşamından sanatına giden yolda gerek deneyimsel gerekse akılsal olarak somut biçimde, çok iyi kavramış, düşüncelerinin evrensele açılımını, duygularının ve düşlerinin (ütopyasının) yerellik toprağından yeşertmiştir. Bu yerellik ilkin onun ayaklarını bastığı şiir toprağıdır. Varoluşunun temel kaynağı olan ülkesinin anlatım-dilinin toprağıdır.
 Anlatım-dilinin; duygu ve düşlerinin toprağında gizli olduğu, düşüncelerinin tohumlarının da bu topraktan fışkırıp dünyaya açılacağı gerçeğine ilk şiirlerinde ulaşmış, bu gerçeği yine şiirleriyle kuşatmış ye sergilemiş bir şairdir, Osman Bolulu. Onu 'iyi has' şair kılan da budur.
 
Kökleri '1950'li yıllara uzanan şiirinin, Osman Bolulu'nun uzun soluklu yaşam/yazın koşusu içinde öğretmenliğiyle, müfetişliğiyle, yaşamsal, siyasal savaşımlarıyla ve yazdıklarıyla çok özel, yapıcı, onun bitiği sanat damarı
besleyen nitelikte, cayılmaz bir yeri olduğunu söyleyebilirim. İlk yapıtı olan. '1955'te yayınlanmışDalların Ucundaki' (Türk Sanatı Yay., ist.1955 )uden sonra beş şiir yapıtıına imza koymuş: Bileşim Çizgisi(Mim Yay., Ank. '1963), Yurtboyu Sevişmek (Selvi Yay.. Ank.1992; Doğru Yay.,Ank. 1994),Taşın İyisi (Selvi Yay., Ank.'1992; ProsperoYay., Ank.'1994). Uzun Koşu (İlkyaz Kitaplığı, Ank. 1994-95) ve Güle Yolculuk (Iikyaz Kitaplığı. Aıık. 1996-97)Bolulu için şiir. diyebilirim ki onun uzun koşusunun, Cumhuriyet kuşağından bugünlere süren bu dirençli, umutlu ve verimli, 'düşünme /aydınlanma' koşusunun ana ırmağıdır. Düşüncelerinin taşkınılığını yunduğu arı suyu olan bir duru göldür.
 
Osman Boiulu'nun şiirini “Uzun Koşu” başlığını kullandığı yazısında Hüseyin Atabaş, şu satırlarla tanımlıyor:  İlk şiir kitabını bundan kırk (kırksekiz) yıl Önce yayımlamış. Adı Dalların Ucundaki. İkinci kitabı Bileşim Çizgisi ise '1963 yılında. Sonrasında şiir kitabı adına 30 yıllık suskunluk dönemi var. Onun bu süreç içinde sanattan, şiirden koptuğu söylenmese de, soranlara; 'Şairdim ama/ ş/nin noktası düştü, 'sair` oldum' derdi. O kendine özgü ironik söylemi, kendisiyle gırgır geçmeyi seven tavrı ile. Oysa düşünme, yazma eylemini boşlamayan bir uzun koşucuydu.  Cemal Süreya “gizli şair' deyimini sanırım ilk kez onun için kulla mıştı. 1992'de gün yüzüne Çıkardığı “Yurtboyu Sevişmek' ile 'Taşın iyisi'nden sonra 'Uzun Koşu'nun, bu gerçeklikler nedeni ile , bir dostu tarafından önerilmiş, kitap adı olarak. Aynı adı taşıyan şiirinde dediği gibi, kendi kabuğu içinde; üretmek, yaratmak sancısı, içinin büyük avcısı olmuş her zaman.
 
Kimden mi söz ediyorum? Kendine özgü bir sesi olan  bir şairden  Ankara'nın birkaç delikanlısından biri olan Osman  Bolulu'dan. Soyadı 'Bolulu' ama kendisi Amasya kökenli. Kişiliğine, 'Bey'liğin yakıştığı az insanlardan biri:
Şiirinin sesi, tavrı ve içeriğiyle Bolu Beyi'nin değil de Köroğlu'nun yanında yer alan doğrucu başı bir adam, moda deyimiyle bir “dinozor” belki de. Onu bilen kime sorsanız, İsa'dan öncesinden beri tanıdığını söyler. Uzun Koşu için bir önyazı kaleme alan Ali Püskülüoğlu da öyle başlıyor yazısına. Bu bir sıcaklığın , bir içtenliğin bir sanat adamının sevecenliğinin algılamasıdır. Evet, Osman Bolulu, şairliğiyle, masalcılığıyla, denemeciliğiyle bir sanat adamıdır.
Bugüne dek insanlık adına elde edilmiş tüm kazanımlara sahip çıkan, yurtsever, incelikli bir şair, gerçekçi... Vecihi Timuroğlu'nun; “Osman Bolulu'nun özleşen Türkçe ile beslenmis şiirini, özellikle 12 Eylül'ün baskıcı yönetimine kükreyen yüksek bir halk sesi olarak okudum. Bu şiirin, özellikle böylesi dönemlerde, insanı kıvandıran tadı var.
Son sözüm, zalimi bağışlamayan bir şiir.” demesi doğrudur. Ama onun özellikle bu son kitabında o insancıl, o incelikli,  ayrıntıya varan şair yanını yakalıyoruz;
 
 
Herkesin ortak paydası
Kendi gurbeti'ne tutsak olması
Çatlağından bütün aşkların
Yalnızlık sızar sezdirmeden
 
Hangi şair yalnızlığı duyumsamaz ki? Yalnızlığı duyumsamak, insan tek'inin kaçınılmaz gerçeğidir. Ne ki şairler daha bir ezgindir yalnızlık karşısında. Son zamanlarını, “küreselleşen” dünyanın insanlar üzerinde kurduğu
baskı bir gerçek. En çok da sanatçılar bunun ayrımında ...(...)
 
“Osman Bolulu'nun şiirinin belirgin niteliği, incelikli olması, şairinin kişiliğiyle örtüşmesidir. Sözdizimi ile şiirin oluşan anlam ve ses bütünlüğünü sağlanmış olmasıdır. “Özleşen Türkçe'yi başarıyla kullandığı da söylenegelmiştir. Ben, özleşmeyi bir bakıma kısıtlılık gibi algıladığımdan “arı dil” demeyi yeğliyorum. O nedenle, onu, şiirin kendi yapısından gelen özellikleri saklı tutarak “arı duru” söyleyen bir şair olarak  nitelendiriyorum. Osman Bolulu , cesur bir söylemin şairidir. Halkın dil dağarcığından derlediği sözcük ve deyimleri, kendine özgü bir ironi imbiğinden geçirerek korkusnzca yerleştirir şiirine. Bu işi öyle ustalıkla yapar ki, şiirsel dokuyu bozmaz, yadırgı düşmez. Bir de şiiri, şairin kendi iç güzelliğini paylaşmak "isteği olarak alırsak, Bolulu o mutluluğu bulmuş birisidir. Özel yaşamında da, sanat yaşamında da varsıllığını başkalarıyla bölüşmeyi erdem bilen çağdaş bir ermiş. Ama gerektiğinde öfkeyi de insana özgü niteliklerden biri olarak kabullenen, gerekli gören biri. Bu özelliklerini, şiirinin, özellikle de Uzun Koşu'daki şiirinin genlerine işlemiş. Ve soyluluk diye bir şey varsa yeryüzünde, onun gelmiş geçmiş örneklerinden bir adam, tok sesli bir şair yine de. Hüzünleri kuşanmayan ama içinin gurbetine bayrak yapacak kadar rint bir doğası olduğunu,Yurtboyu Sevişmek kitabındaki şiirinde saptamştık bir başka  açıdan bakınca, bildigi gibi doğru ve doğrudan söylediği şiiri, buluttan sıyrılmış bir ilkyaz güneşi kadar ılık, anlayana bir dost eli kadar sevecendir.
 
Osman Bolulu, tüm söylenenlerden anlaşılacağını umğumuz gibi, aynı zamanda çağının tanığı bir şair, bunu
belki de şair olmanın gereği sayıyor:  
 
Artık buluşma yeri
Cenaze törenleri 
Yelkovan sele gitti
Akrep fırtınada
Altında minnacık bir ada 
Gözünü yumsan
Ayağının dibinde çocukluğun
Bu muydu uzun koştuğun 
 
Uzun koş, kısa koş. ama insanlık için koş; der gibidir Bolulu Kültüre, sanata, diline katkıda bulunanları unutmaz şiirinde. Dil, ulusal şiirin anayurdudur. Bir şair olarak olarak buna son derece önem veriyor.Uzun Koşu'nun son üç şiiri, doğrudan anadili,   "Ana Sütüm Benim” dediği Türkçe üzerine yazılmış. Biri de Ömer Asım Aksoy'a adanmış. Osman Bolulu ile nice Uzun Koşularda buluşacağımızı umuyorum( Dünya Kitap Dergisi: 42.3ayı, 14 Nisan 1995
 
Osman Bolulu'nun, '1996 yılında yayımlanmış son şiir `yapıtı “Güle Yolculuk (GY)', gerçekte öbür beş şiir yapıtındaki şiirlerin toplamı sayılabilir. Yapıtta yer alan yeni şiirlerin yanı sıra önceki şiir kitaplarından aktarılınış birçok şiiri de içermektedir Güle Yolculuk. Bu nedenle, bu yapıtı, Osman Bolulu' un şiirinde bir 'eksen' saymak
yanlış olmaz.
 
Şair, Güle Yolculuk'taki `yaşamöyküsü' bölümünde şöyle der: “Benimle yapılan Söyleşilerin değişmez sorusu şudur: 'Bileşim Çizgisi' 1963'te, 1992'ye kadar (30 yıl şiir kitabı yok. Niye?' Tam bir suskunluk değil bu dönem.
Ama Cemal Süreya''nın 'gizli şair' nitelemesini yadırgatmaz. Şiir, hiç yoktu anlamını da içermez. Öyle olsaydı, 1992`de iki kitap nasıl çıkardı ortaya? Seyrek yayınlanıyordu. Özel nedenlerine gelince; politik düşüncesi olan,
eyleme yatkın birisiydim. Hep sosyal kıpırdanışlarnı içinde oldum. iki kez açığa alındım. Bu arada iki askeri darbe yaşadık. Arkadaşlarım, öğrencilerim içeri atılıyor, öldürülüyordu. Onların yakıcı dalgasından uzak olamazdım. Şiirimiz militancaydı, militanı yeğlemiyordum. Eleştirmenlerin  ilgisini çekmiyordıım. Yayın Çevrelerine yakınlaşmayı, hiç becrememişimdir. Düze çıktığımdaysa, yeni sorumluluklarla karşı karşıya idim: Açıkta olduğum günlerde, evini satarak beni ayakta tutan ağabeyim yaşlanmıştı (....) onlara destek olmak için, sevmesem de, özel dersanelerde çalışmak zorunda kaldım. Buların üstüne tembelliğimi, ürkekliğimi eklerseniz, bir ara soğutmadan söz edilebilir elbet. Dersanelerde çalışmanın olumsuzluğunu, dil incelemelerine dönüştürdüm, sonra.”
 
 
“Sanat anlayışım: Yazdıklarımın sadece kendimi gönendirme, benim gibilerden kabul görme aracı olmasını istemem. Ama şiirde savı'mın sırıtmasından korkarım. Şiirin, salt şiir olduğunu bilirim. Yine de söylediklerimde bir anlam bulunsun, dipten geçen damarlarda benim dünya görüşümün suyu dolaşsın; algıladıklarım, gönendirici biçimde başkalarına yansısın; kötülükleri ,göz ardı etmemekle birlikte, umudun fiiizleri hep yeşersin isterim. Şiirlerimin odak noktası, “ben' demeyi sevmeyen ben, halkım, ulusum, tüm insanlık ve geleceğe ışıklı pencereler açmak çabası...Çünkü umudun ışığı, hep yanık durmalıdır. Ufuk açmadır, bir yerde şiir.”
 
“Elbette şiir ustalığını bilirim, oııdaki değişim ve gelişimleri izleyecektim. (Şiir) kitaplarım teker teker incelenirse. bunun izleri görülür. Ardına düşülmüş, fakat yakalanamamış bir özgürlüktür şiir. Gerçekten kalkıp sonsuz düşlere yönelmiş bir uzun koşu, bitmemiş sözdür şiir. Bilinen dilden başka bir dil. İnsanı mevcudun ötesine koşturan fakat yaşamdan ayağı kesilmemiş bir kanatlanmadır. Bu dediklerimin hepsini yapabildim mi? Bir uzun koşudur tutturdum gidiyorum, daha pek koşacağım” (O.B.GY. 3.127,128)
 
Güle Yolculuk'un 'yaşam öyküm bölümündeki bu satırlarla özetlediği, özelinde 'uzun koşu' dediği şiir serüveninin, yüreğinin Gülistanı' şiir yolculuğumun daha ilk adımlarında, açmaya yöneldiği ufkunu da belirler. Osman Bolulu. ilk şiir kitabı, Dalların Ucundaki'nde yer alan Basü Badel Mevt', Bolulu'nu  şiirindeki çevren çizgisini, çok açık belirleyen bir “yol şiir' gibidir:
 
“Bir kızılcık olurum/ En erken açan çiçeğini/ En geç veren yemişini/ Dalları ince / Tanelerimde yansın /ulaşımsız bir aşkın alevi/ Arada bir indirsinler çarşıya/ Yine arzular içinde/ Yine unutulmuş/ Mahzun/ Beklerim bir köşesinde/ Manavmızın/ Şehre düşmüş köylü garipliğince” (0. B  GY. s.110)
 
Sözlük anlamıyla Basü badel mevt, 'ölümden sonra dirilme' demektir. Bu şiirde simgelenen; bir ulusun, Türk insanının  ölümden sonra dirilişidir. Bir toplumun bireyden bireye geçen , yeniden yaşama gelişini anlatır gibidir” Tanelerimden yansın /Ulaşılmaz bir aşkın alevi...” 
 
Bu çevren çizgisi ya da dünya görüşü. Osman Bolulu şiirinin yatağıdır: Buna karşılık Atatürk ilkelerine ve Türk aydınlanmasına sıkı sıkıya bağlı, iç içe olan bakış açısı, şiirinin yatağında kimi zaman destansı (hamasi) örneklemelerle belirğinleşse de, gerçekte tümüyle şiir dünyası, destansı örnekler de içinde olmak üzere, dizelerin saf ırmağında su gibi saydamlaşan, umudun ışıklarını yeşerten bir imgelemin özgürce koşan şiirsel izdüşümlerini sergiler. Bu izdüşümleri Bolulu'nun, ufuk açma, geleceğe ışıklı kapılar açnma çabasını dünya görüşüyle kenetleyerek, sonsuz düşlere yönelmiş uzun koşusunun imgesel ırmağıdır; yaşamdan ayağı kesilmemiş kanatlanışın çırpınışları 'has şiire" uzanan soluklanışının bitmemiş, hiç bitmeyecek kanat vuruşları, yani söz ve ses verişleridir.
İlk kitabı Dalların Ucundaki`nde yer alan 'Sabahlar İçin Yaşıyoruz  ' sanki gerçeğin ağır toprağından geleceğin aydınlığına açılan yolda umutla kanatlanan yaşam yolculuğunun yeğni, saydam güzelliğini vurgulamaktadır:
 
“Uzun bir yoldasın şafakla beraber/ Eğilmişsin tohumu attığın toprağa/ Dal uçlarında gülümseyen haber/ Ilık müjdeler sinmiş çiçeğe, yaprağa/ Bir ses ki karanlıklarca mahzun/ Bir ses ki umutlarca pembe/ Sır gibidir içinde yolculuğumuzun/ Kimimizde .gündüz kimimizde gece/Örüm örüm sevgiden, arzudan/ Ellerimizde iyilik, ellerimizde merhamet! Belki de sıyrılamadın kara uykudan/ İnsansın evler, ocaklar yıkarsın elbet/ Şafaklar için ektiğin biçtiğin/ Işıl ışıl bakarsın pencerenin perdesine/ Bitimsiz geceler ürpererek beklediğin/Sabah kuşlarının. kulak yer sesine" (0.B. DU.s.33)
 
Bu şiiri ta başından, yılların ötesinden Osman Bolıulu'nun zorlu yaşam koşusunda bütün gücünü verecek, bu çileli koşuyu yaşanası kılacak yürek-gülünün yediveren varsıllığındaki yaman, güçlü sevgi yangınının ışıklarını ilk
yakan, boynu bükük sesinin başkaldırısını ilk kez duyuran birçok ilk şiirlerinden yalnızca bir tanesidir. Koşusunu sürdürebilmesini sağlayan yürek-gülünün gerçekte sevgide açan bir gül olduğunun, bu gülün sevgiyle ve umutla yoğruluşunun tanığı ilk şiirlerinden biridir.
 
Osman Bolulu'nun, toplumuyla birlikte daha aydınlık ve Çağdaş yaşam düzeyine ulaşmayı amaçladığı ve bütün (düzyazı) yapıtlarına eksen oluşturan dünya görüşü: ilk şiirlerinde imgesel olarak hemen belirmiş, giderek bütün şiirlerinde düşünsel varlığını duyurmuş, ağırlığını koymuştur. 'Özgürlük` şiirinde dile getirdiği gibi:
“Küçücük bir köylü çocuğuyum / Kır bekçisinin elleri indirmiş / Bana ilk sopayı / Sığırlara bakmadın diye / Severim özgür-
lüğü / O günden beri” (0.B. GY..S. 107)
 
Onun kendi deyimiyle 'halkan olup da halk  kalmaktan utanmak’   olarak tanımladığı dünya görüşü, başlangıcından bugüne şiirinin de temelini oluşturmuştur. Bolulu; şiir anlayışını şöyle açıklıyor; “Halktan olmak fakat halk kalmaktan Utanmak (Damar Dergisi) - Osman Bolulu'nun şiiri için önsöz- : Şairler, yazarlar hakkındaki yargıları, hep başkasının kaleminden ediniriz. Sanatçı, savunmasız bir sanık gibidir. Kendi sanatını eleştirmek, açımlamak geleneği yoktur bizde. Ta ki biri size saldıracak, savunmaya geçeceksiniz; orada, satır aralarında sezdireceksiniz, sanat anlayışınızı. Öteden beri düşünürüm: Şiir kitaplarını teker teker inceleyip. haklarında yazılanları tarayarak ve benimle yapıları söyleşilerde sanatımla ilgili neler söylemişim, onları gözden geçirerek kendi eleştirimi yapsam diye. Birincisi, elim değmedi. İkincisi, daha şiirini noktalamış biri olmadıgıma göre, erkendir sanıyorum. Bu niyetimin önsözü olarak 7 Mayıs '1995'te Tuncer Uçarol'a mektuptaki satırları, olduğu gibi aktaracağım. Yalnız burada bir açıklamayı zorunlu görüyorum: lnandığım, sevdigim kişilere mektup yazarım, benim mektuplarımda tasarlama, denetleme yoktur. Daktilonun başına geçer, içimdekileri kısıtlamasız kâğıda dökerim. Bir daha okuyup düzeltmem onu. Tuncer Uçarol'a yazdığım mektubun bir bölümünü olduğu gibi sunarak şiirimi ve sanat anlayışınıı sergilemeye çalışacağım:”
 
“Şiirlerimdeki açıklıktan söz ediyorsunuz. Doğrudur Yaşamım boyunca, her konuda açık olmaya dikkat eden birisiyim. Kişisel ve Örgütsel biçimde gizliliği tanımadım. Sanatçı olarak, alt kesimden biri olarak aykırıyım. Ama
görevimi, toplumun gereklerini titizlikle yerine getirir, sonra hakkımdan kimseye pay vermemeye çalışırım. Dik adam olabilmek için, kendiniz eksiksiz olacaksınız önce. Benim kişilik yapım, sanatıma da yansımıştır. Öte yandan köyden, köy enstitüsünden gelen, Cumhuriyetin atılımlı dönemlerine kendisini borçlu sayan birisiyim. İnandığım, sav'ladığım düşünce ve görüşler var. Düzyazımda ve şiirimde, hep bir şeyleri doğrudan söylemek, açıkça belirtmek, tutum biçimi olmuştur bende. Bununla birlikte güdümlü, sloganlı söyleyişi yegğemedim. Estetiğin gereklerini ıskalamadan, düşüncelerimi, bildirimi, şiirimin alt damarlarında dolaştırmaya çalıştım. Bu hal, beni zaman zaman arka plana düşürdü. Kendisini borçlu hisseden, “Düşünüyorum, öyleyse varım."yerine “Sorumluluk duyuyorum, öyleyse varım." diyen birisi olarak kişiliğimin / düşüncemin gereklerini uygulamalıydım önce. 'Köy doğumluyum, köy enstitüsü çıkışlıyım, ama düşüncemle, siyasal yapımla köylü değilim dediğim için, yandaşlarımca pek sevilmedim. Gocunmadım da... İnsan, inandıklarının bedelini ödemeliydi. Geri bırakılmış köyden gelen, acılar çekmiş birisiyim. Türkiye sanatçısıyım. Onların gereklerini yerine getirmeli idim ilkin.Kendisi olamayan, başkasını anlatamaz; yerli olmayan evrensele tırmanamaz.
 
“Şiirde imgeyi, kuguyu, biçimle içerik uyuşmasını, yenileşme ve gelişmeyi, sözün gücünü inkar mı ediyorum? Estetiği boşlayıp şiiri araç mı sayıyorum? Hepsine hayır!!! Elbette ilk Çıkışlarda öykünmeler sezilir, ama kendim ol-
maya çalışıyorum. Başkalarıyla örtüşen, çakışan konularım, söylem biçemlerim varsa, bunlar, ayrı duyarlıkları paylaşmanın , aynı serüvenin  içinde yaşamış olmanın getirdiği sonuçlardır.Her çağın her kuşağın ortak bir özel dili (jargonu) olduğu, kabul edilebilen bir gerçektir. Ne kadarını başardım, bilemiyorum. Fakat özentilerden çok, yaşadıklarımdan, algıladıklarımdan, söylenmesini gerekli gördüklerimden dip suyu alan bir söylemin, bir düşüncenin adamı olmaya özen gösteriyorum. Modalardan çok, çapıma sığanları türkü edindim.”
 
“Şimdilerde bir postnmernizm, konusuzluk, nesnesizlik, salt imgelere yaslanmak, ille söyleyişi kırmak gibi bir tutum egemen şiirimizde. Bunları yadsımıyorum. Ama benim anlayışım değil. Benim sanatım, benim anlayışıma yaslanmalı. Bugünkü gerçek Türk aydını gibi düşünmeliyim. Sanatın ütopik kanatlarında ileriye uçmakla birlikte, içinde bulunduğum durumdan uzak olmamalıyım, diyorum. Konusuz, anlamsız şiir düşünmedim hiç. Denesem başaracak gücüm var. Çünkü şiiri bilirim, Türkçe`yi iyi kullanırım. Yaptıklarım, yanlış görülüyorsa, bilerektir, benim günahım (!) dır onlar. Varımla yoğumla -öykünmesiz- kendim olarak düşmek isterim, sanatın coğrafyasına.”
 
“Türkçeyi bilerek ve yetkin kullanıyorum. Uğraşım salt; şiir değil: Dille ilgili kiiaplarım var. Dört, yıldır (12 yıldır) İstanbul Türk Dili Dergisinde Türkçenin anlam yönüne değin incelemelerim yayımlanıyor, yankılar getiriyor, tar-
tışmalara neden yaratıyor. Türkçeyi, hep bilinen sözcük kadrosu, alışılmış anlam çerçevesi içinde kullandığımız için, düşünüşü boyutlandıramadık, bilim katına çıkaramadık, şiirde açılım sağlayamadık savındayım. İnsan anadiliyle düşünebilir, onunla bilim katına ulaşabilir, oradan dünyaya eklemlenebilir görüşü bende egemen. Türkçeyi kullanışımdaki değişiklik, işte oradan kaynaklanıyor.
 
“Bendeki sözcük kadrosu, Türk şiirindeki sözcük kadrosuna biraz yadırgıdır. Doğru. Ama bir raslantı ya da beceriksizlik değil bu! Bilerek yapılmış seçim. Niye mi? Dili varsıllaştıran, sözcüklere yeni anlam yükleyen, dolayısıyla dili, dille birlikte düşünüş dünyasını değiştiren/geliştiren sanatlardır önce. Öteki sanat dallarına göre şiir, sözcüğün ve düşünüşün yaygınlaşmasına, dolanıma indirilmesine en uygun olanıdır. O bakımdan şiirimde, Türk şiirinde kullanılan sözcük kadrosunu içinde kalmayıp eski-yeni, halk-kültür dili sözcüklerini kullanmayı dile/düşünüşe katkı sayıyorum. Estetiğin içinden, şiirin kanavasından düşünce dünyasına ulaşmak, kültürümüzün gelişmesine katkıda bulunmak tutkusundayım. Dil, hem sanatın temel Öğesi, hem de düşüncenin / düşünüşün kendisidir. Ben düşüncesiz sanatı yeğlemeyen, düşünüce / düşünüş olmadan sanatın yeşeremeyeceğine inanan birisiysem, sanatın içinde Türk dilini boyutlandırmaya koşulmalıyım.”
 
“Ne kadar sözcüğünüz varsa, onların ne kadarını yerinde/doğru kullanabiliyorsanız, düşünceniz / düşünüş çapınız da o kadardır. Gerçi şiirde sözcüklere değişik, imgesel, çağrışımsal anlam yükleyerek düşünceye açılım verilebilirsiniz. Örnekse Ahmet Haşim 1444 sözcük kullanmış, ama boyutlu bir şiir yaratmıştır. Ahmet Haşim'den bu yana dünya değişti. Türkiye sanatçısının üzerine düşünceyi/düşünüşü boyutlandırmak görevi yüklenmiştir. Ne zaman düşüncemizi/düşünüşümüzü, dilimizi genişletirsek, o zaman dünyadaki her duygulanıma, tasarıma, özleme, düşünüşe yetecek ve onları eksiksiz karşılayabilecek sözcük bulursak/üretir/yaratırsak ufkumuz genişleyecek, dünyayı, insanı, olageleni tanıma/söylem düzeyimiz yükselecektir. Şiiri. belli sözcük kadrosuna hapsetmek, onu tıkız/güdük bırakmaktır, ufkunu daraltmaktır elbette. Bir dilde kullanım alanı geniş olmayan sözcükler şiirle dolanıma indirilebilir ulusal dil gömüsüne eklemlenebilir. Dili varsıllaştırmak, düşünceyi/düşünüşü boyutlandırmak, bilime tırmanmak: belli kalıpları zorlamakla, halk katında ve öneri durumunda sözcükleri, tatlıca devreye sokmakla ve yeni üretim biçimlerine dönüştürmekle olanaklıdır sanıyorum.” 
 
Benim şiirimde halk sözcükleri, deyimler, deyişler, terimler, argodan geleni, eski-yeni sözcükler, yeni çekime, üretimi uğratılmış sözcükler boldur. Düşüncemizin /düşünüşümüzün, kafa çapımızın ve dillimizin çerçevesi içinde
yer alır bunlar...Bu toplumdaysam, o toplum gibi düşünüyorsam - düzeyini yükselterek- onun bütün söyleyiş biçimlerini dilime/şiirime yansıtmalıyım. Böylece dilin alanını, dolayısıyla şiirin alanını genişletmeliyim. Türkçe kökenli yerel sözcüklerden de hiç kaçınmıyorum. Değil mi ki Türkçe özleştirilirken, halktan derlenenle varsıllaştırılmış, niçin bu ana kaynağı unutacağım? Düzeyi ne olursa olsun, anadilinin ilk kaynağı halktır. Sözümle söylemimle halkıma / içinden sürüp geldiğim kaynağa uzak düşer miyim hiç? Onun dilinden evrilemez miyim?... Böylesinin öksesi yok mu? Var. Şiirin belli sözcük kadrosuna alınmamış sözcükleri, şiirin estetiğine yediremezseniz, yalpalarsınız. 
 
“Halktan aktardıklarımı, oradaki anlamıyla kullanmıyorum, yeni anlam yüklemeye çalışıyorum. örnekse ELGiN sözcüğünün Türkçe Sözlükteki ve Tarama Sözlügündeki anlamıyla benimki, hiç birbirine uymaz. Osmanlıcanın 'digergam', Türkçenin 'özgeci' sözcüğü yerine almışım ELGlN'i. Niçin? Adı geçen sözcükler, başkasını düşünmek, onları sevmek anlamını içeriyor. Ben elgin deyince, değil başkasını, EL'i (yabancıyı) sevecek kadar başkasını yaşayan insan anlamı yüklüyorum o sözcüğe." 
 
“Çok kolay gibi görünen Osman Bolulu anlatımı, bir yerde zorlar okurunu. Hele şiir okuru, biraz zorlanmalıdır ki dilin, kendi kullanageldiginin ötesine uzandıgını sezebilsin; durağan, kalıplaşmış dili devinime geçsin. Benim söylemim kolaymış, alışılmıştan gelmiş gibi görünür, ama amaçladığı kolayın görünenin altından başka bir işleyiş söz konusu olunca , iş değişir biraz. 
 
“Şiirimin'Yeni Halk Şiiri' olarak nitelenmesine hem sevinir, hem üzülürüm: Toplumcu tutuma bakıp beni köy enstitülü saymalarına ya da tavır ve davranışıma göre köy enstitüler dışında tutulduğuma üzüldügüm, sevindiğim gibi. Tokat-Amasya çevresi, ilk kaynağım; diliyle düşünüşüyle. Katıksız halkın ve halk şiirinin harman oldugu yerden geliyorum. Elbet onun izlerini taşıyacagım. Kökenime saygılıyım da; köylülükten, sıradan halk olmaktan kurtulmak için 50 yıldır (60 yıldır şimdi) kendisini yontan, aklın tezgahında biçimlendirmeye çalışan, sıradan halk olmaktan/ öyle kalmaktan ürkmüş birisiyim. İlk modelimin kabuğunu çatlatmamış olsaydım, aydın insan katına çıkabilir miydim? Evet, bildiginiz halk şiirinin dönemini devirdik ama o bir damardır: “Çağır Karacoğlan çağır" “Taş düştüğü yerde ağır” diyen Karacaoğlan ile “Bağır bağır /Hava kurşun gibi ağır” diyen Nâzım'da ses aynıdır, ama içerik başkadır. Ana kaynaktan yeniye, yerliden evrensele...(....) 
(0.8B Damar: Haziran 1995)”
 
Bu açıklamasıyla Osman Bolulu; şiir anlayışını sergilerken, gerçekte sanat görüşünü ortaya koymaktadır. Onun, dille düşüncenin 'bir, iç içe, aynı şey olduğunu savlayan görüşü şiirini de düzyazılarını da kuşatmaktadır. Düşünme ediminin, insana özgü dil içinde, dille birlikte gelişen yapısal özelliklerini o, ilkin Türkçe'nin şiir bağlamında açığa çıkan biçeminde yakalamış, sonra da '1955'lerden bugünlere, şiirden düzyazıya uzanan, gelişen bir sanat. çizgisi, aranışı içinde sürdürmüştür. Başka bir deyişle ilk düşünsel aranış çabalarıyla birleşen Türkçe ve dil bilinci, şiirle
birlikte yoğrulmaya başlamış, bir bakıma şiiri, düzyazılarının da temelini oluşturmuştur. Şiir anlayışını anlatırken “Dil, sanatın hem temel öğesi hem de düşüncenin/ düşünüşün kendisidir.” Ve “ Düşünceyi boyutlandırmak, dilimizi genişletmekle olur.” diyerek şiirle çıkışını ve yönünü bulan sanat açılımının düzyazıda oylumlaşan amacını da belirtmektedir.
 
Buna karşılık Türkçe'nin halk katmanlarından yuvalanan. katmerleşen varsıllığını deşer, bulgularken 0; yabanıl' olanı 'evcil'leştirmeyi de bilmiş, kendi deyişiyle 'halk olmuş, halktan yücelmiş'tir. Yani halk katında ,güdüsel olanı, kültürel olana çekmek, bulduğu altın madenini işlemek, ağacı yontmak, dile işlerlik sağlamak, onun sanatsal amacı olmuştur. Bu amacını Bolulu, yalnızca toplumsal görevi,toplumuna borcu saymakla, gelenekselliği aşar: Kaynağından aldığını, yeni anlam katmanlarıyla yüklerken, sanatçı bilinciyle yoğurur ve onu dile `Yeniden kazandırır. Bir kuyumcu titizliği göstermesi ve ilkin şiirlerinde, ardından düzyazı örneklerinde gerçekleştirdiği 'ayağım  yerli, gözüm evrensel” diyerek tanıladığı; budur. Bence Bolulu'yu dil araştırmalarına çeken de budur. Ayrıca Osman Bolulu'nun anlatımının çok kolay gibi gözüküp Okuru zorlaması da bu yüzdendir. 
 
 
“Bizden önce söylenmişleri aşmak zorundayız. Ama bu gömüler damarlarımıza yerleşnmiş.,bize özgü birer özsuyudur. Ondan yararlanarak ileriye anlayabiliriz. Cahit Külebi ,halk damarından yepyeni bir şiir doğurmuşlur. Ama hiç de lalk şiiri değildir. (.....)halk şiirindeki sözcükleri, inadına şiire sokuyoruın. yeni sözcükler türetmeye; sözcüklere. sözlük anlamlarının ötesinde anlamlar yüklemeye çalışıyorum. (.....) Kimi sözcüklerin, şiirin estetiğinde eritilememesi tehlikesiyle karşılaşıyorum. Ama dilin varsıllaştırılıp yaygınlaşmasında, şiirin işlevine inandığım için, bu zorluğa katlanıyorum. Şiir kadar dilime de tutkunum. Dilim olmazsa şiirim olamaz ki...” diyen Osman Bolulıı için şiiri, dilinin içinde yunduğu, arıttığı ve köpürtüp dalgalandırarak, sözcüklerin somutluğuna evriltip sese, ışığa / ete kemiğe büründürdüğü ırmağıdır. Bu ırmak, gerçekte onun sevgi pınarından , özsuyundan damarından fışkırmaktadır: kaynağı yüreğindedir.
 
Yarım yüzyıllık şiir birikiminin sarnıcı, ırmağın aktığı gölü gibi olan; Güle Yolculuk, Osman Bolulu'nun yüreğindeki sevgi pınarının sesini, daha ilk tümcesiyle duyurur  Osman Bolulu. Şiir serüveninin 40 yılı aşan akışı içinde, bundan önceki beş şiir kitabı, kilometre taşlarıdır. 20 yeni şiiriyle birlikte, beş kitabından harmanladığı Güle Yolculuk onun uzun koşusu'nun yaşama, topluma, ülkesine tanıklığının çok değerli bir belgesi gibidir. ilk ve ikinci şiirleri; Güle Yolculuk'un belgesel niteliğini vurgulayan, Osman Bolulu'nun özgeci, ayrıksı, kendine özgü ve eşsiz yaşamını dillendiren, gözler önüne seren çok güzel örneklerdir:
“Ne kadar namlu varsa/Kurşunlarımı sökeceğim/Kalem yapacağım çocuklar/ KARDEŞLİK `vazacaksınız/ Sıcak somun kadar/ Tetik çekilmeyecek kinle/ Dünyayı bir kırmızı şeftali gibi/ Bölüşeceğiz sizinle.” Ve SALT GERÇEK: “Mertek, açı, ölçek/ Hepsi kuruntu/  Sevgi var ya sevgi/ Yüreğimi büngüldeten/Salt gerçek “(0,B. s, 7. 8)
 
Ali Dündar'ın Güle Yolculuk'u değrelendiren yazısının başlığı, Şirin Türkmen Kilim ya da Gül Kokulu Sözcükler" dir. “Güle Yolculuk, adını vermiş Osman Bolulu son şiir ve özyaşam derlemesine. Ama sözümüzü gülle kesmiyor. Nesimi ile ballandırıyor: 'Yalnız sen misin/ Zulme düşenlerin piri/ Kalü belâdan beri/ Süzülmekteyiz acıların imbiğinden/ Yüzülüyoruz içimizden içimizden/ Hüzünlerin tespihinde yan yana, bir bir/ Bütün şairier/ Onulmaz acılarda Cihangir  ' (s.59) Nesimi ballandırmasını yakınmayla sunsa da yaşamdan ödün verme niyetinde değil Bolulu; yaşamı Şirin'e ulaşmada arayan Ferhadı anımsatıyor: “Varlıktın, çiçektin, kuştun/ Atıp duruyordun kanımda/ Direnme gücü diye/ Seni taşıyorum yedeğimde/ Sevinçtin, dağı delerdin/Yaşamı dengelerdin' (s.64)
 
Altı bölümden oluşuyor Osman Bolulu'nun Güle Yolculuk'u. Bölümler arasında belirgin, kalın çizgiler çekmemiş. İnce çizgili bölümlemelerle, kırk yıllık şiirsel koşusunun, şiirli yolculuğunun küçük ayırtıları (nüansları) sezdi-
rilmeye çalışılmış, 0 kadar. Belli olan şu ki Osman Bolulu, şiir dilinde daha başından beri , sözcük eleyici, sözcük harcayıcı davranmıyor. Anadilimizin çevriminde görev üstlenen  hemen hersözcüğü koyuyor.Örnegin bugüne dek şiir  dilinde  pek rastlamadığımız:  'Geçimsıizlik dağı', 'acunu bir kırmızı şeftali gibi bölüşmek', 'yalnızlıklık denen' eşkıya', 'demlendiğiım masa”, 'sinsikoyak', özlemi bölük yüz', 'içe kapanmışlığın sarnıcı', “ortak payda', 'gergef' 'kalleş', edimi omcasından ateşlemek', 'kör duvarları yıkmak', 'Cin tutmuş yürek', 'hayata gemli', ' oruçsuz gözlerle bakmak',' talana düşmek', 'dallarına ayrıksı kuşlar tünetmek,, 'Özgörüyü kösteklemek', 'yabansıl bir aslan ölüsü ol- mak', vb. ilk bakışta şiirsellik çağrıştırmayan sözcük, söz öbeği, deyiş ve deyimleri ustaca kurduğu dizelere bir şiir öğesi kimliğiyle sunuyor Şiirin,yazında ayrıcalıklı bir dil, hatta üst dil olduğu savının, sözcük savurganlığından, sözcük eleyiciliğinden değil; her sözcüğün dizede en uygun yerde kullanmak ustalığından güç alması gerektiğinin çarpıcı örneklerin veriyor. Şu dizelere bakalım: 'Geçimsizlik dağını/ bin tarha bölüp/ gül /bahçesine dönüştüren' (s.6)....Yalnızlık denen eşkıya/ akşamında bir uzak kasabanın/ abanmıştı demlendiğim masaya.'(s.9)...'İçe kapanmışlığın sarnıcında /Yalnızlıktır şiiri damıtan/ onun için/ biraz Tanrıdır şair olan '(s.9).”
 
“Gerek dilbilgisi ve yazım kuralları, gerekse sözcüklerin işlev artalanlarnı (backorund) kurcalama ve açımlamada usta bir yaklaşımı var, Osman Bolulu'nun. Bundan dolayı ne şiirin işlevinden kısıntı yapıyor ne de sözcüklerin, kalıplarıyla kullandığı deyim ve deyişlerin anlam içeriklerini zedeliyor. Onun için Osman Bolulu'nun şiirlerinde her dize bir kavram (mazmun) yüklenmiş olarak karşımıza çıkabiliyor. Bu bağlamda şu dizeler birer örnek sayılabilir:
“Her akşam iki mandalla/ İnciklerinde asarım pantolonumu' (s.108).....“Namus bir kez bölünür/ Ondan sonra yolsuzluk meslek olur 2. (s.105 ).....'Şimdi caddeler ırmak/Sıcaklık yok, dalına konanlarda '. s.84)
 
“Sözcüklere yararcı, verici bir yaklaşımla bakıyor Bolulu. Örneğin: 'gürelllk', 'kösnüllükü “kasık', “gergef',oynaş', “eğirsek' (öğürsek olmalı), “elgin',“gerdek',dımdızlak 'hantallık', 'domurmak' vb. sözcükleri, onların artalanlarını da genişletip yumuşatarak birer dize öğesine dönüştürüyor. Bumu yaparken de onları , dizeleri arasında birer Türkmen kilimi gibi dokuyor. Ama ne “atkyı kırıyor, ne de 'kirkit'e yediriyor; “Sevdası sürünceme, düşü fişek / Sular kalleş, sular hızlı / Aydınlığı bodur/ Bir çakımlık şimşek / Delirek' (s.11)
 
“Şiire yaklaşımında, Çagıncıl dünya görüşünün önünü kapatmaksızın, bir gelenek yakalayıcı tavrı, yoldamı (tarzı) var, O. Bolulu'nun. Belki Necatigilindir, bir söz belleğimde kalmış' Şiir geçmişe yapılan atıflarla (göndermelerle) ilerler' deniyordu. Tam da bu yargı kapsamında alımlanabilir .O. Bolulu'nun Güle Yoluculuk'unda yer alan şiirleri. Ama gelenekçi değil. Hemen her dizesinde kendini zorlayan kendini aşmaya yönelen bir çabası var. Çakılıp kalmaya niyeti yok. Şiirin sözcüklerle yazıldığının da , şiirde kullanılan kavramların ve simgelerin kişisel, ozana ve şiiri okuyup alımlayana özgü olduğunun da farkında. Kurusıkaya gelici değil O. Bolulu. Sözcüklerin dalına bindiginde hangi dizeyle, hangi alanda at oynatması gerektigini iyi biliyor: Hüznün anası solo /Tanrılarındır kuşkusuz/ Neden Tanrı olacak mışım/ Tek'liğe yargılı/ Biz bu güzellikleri  / Haramilerden aşırmadık, (s.28)
....Sözcüklerle töre dışı ilişkilerimiz var/ Akşamdan sabaha, sabahtan akşama. 119)
 
“İnsansal bir hesaplaşma, bir içsel yargılamadır O. Bolulu'nu şiirleri. Kendi etiğini de, şiirselliğini de bu hesaplaşma ve yargılamalardan üretir: 'Sormayın aşk tarihindeki sabıka kaydımı/ Kaç ahlâk komiseri yorgun düşmüştür/ Güzelduyu aynasında dokuyup aşkın görüntüsünü/ Şiirde mühürlüyorum/ Işıkla yoğrulmuş örüntüsünü (s.77). Sevgiyle noktalıyor ozan dünya görüşünü. Şiirle ürettiği sevgiyle sarıyor. Biz de öyle yapalım: “Metre, saat, açı, ölçek /Hepsi birer kuruntu/ Sevgi var ya sevgi/ Yüreğimi büngüldeten/ Salt gerçek" (3.8) (Ali Dündar, Şiirin Türkmen Kilim ya da Gül Kokulu Sözcükler, Damar, Ağustos, 1997) Sevginin dayanışma; bir şeyleri ya da sahiplenilenleri paylaşma, onları birlikte üretip geliştirme ve onlara, birlikte gülüp üzülme işi' olduğunu, yaşam arkadaşı Nermin Hanımla yanyana, omuz omuza sürdürdüğü yaşam dilimi koşusu içinde kanıtlayan Osman Bolulu, bu birlikteliği taçlandıran (Bu konuda bircok şiiri var.) ve Güle Yolculuk'un ilk sayfasında yer alan şiiriyle (şiirin bütünü, Yurtboyu Sevişmek 76.s.de.) yapıtını (Büyük Harmanını) biricik eşine adar: “Geçimsizlik dağını/ bin tarha bölüp gül bahçesine dönüştüren NERMİN'e, diyerek... 
 
Böylesi güzel, örnek birlikteliğin yansımaları, Bolulu'nun şiirinde sürekli belirmiş, dahası, onun yüreğinin gözünün dünyaya ilk yolculuğunun, bakışının yaşama açılış kapısı sevgi kaynağının ilk fışkırmasının nedeni, başlangıcı olmuştur. “Benim yüzümden kendisine iki yıl iş verilmeyen eşim, işçilik yaparak bana destek olmuş:
 
Anamdan bacımdan öte dostum 
Yiğit diye beni el içine salan 
llımanların en durusunu göğsünde bulduğum 
Kavgamın slogansız ustası 
Ayrıntıları aşmış gerçek insan 
İşte o birisi
 
Güzelliğin kadınlaşmış yontusu (0.B. GY. S.130) dediği eşinin, Osman Bolulu'nun ilk şiirlerinde de önemli bir yeri vardır; delikanlı coşkusuyla kaleme aldığı, öğrencilik yıllarının bu şiirlerinde o, düşlerindeki güzel sevgilisine yüreğini açarken, gerçekte gelecek yıllarının da duygu ve düşünce yolunu belirler, o geleceğe gönderme yapar gibidir. 1955'te yayımlanmış ilk şiir yapıtında (Dalların Ucundaki), genç yüreğinin çırpıntılarını şöyle betimler:
 
GAZİ EĞİTİMİN PENCERESİNDE: Karşıda Ankara / İşte şuracıkta demiryolu/ Öttürür tirenler düdüğünü / Her saat/ Pencereden bakmak senin nasibin öğrenci/ Gelenin gidenin olmaz/ Mendil sallayamazsın/ El seni anlamaz Osman'ım / Oturup ağlayamazsın/ Sen uzaklardasın N...../ Akasya dallarında kuşlar özgür/ Boş kalan kafesler gibi/ İçime hüzün dökülür/ Pencereden bakmak senin nasibin öğrenci/ Atlayamazsın, işte şu pencereden/ Atlayamazsın (O.B. DU, s .22)
 
Daha o yıllardan, sevgisinin penceresinde oturmuş, düşler kuran şair delikanlı, geleceğinin 'güle yolculuğunun' düşüncel yol haritasını çizmektedir.(......)
 
Güle Yolculuk'un son bölümünde: "Umut oynaşım olmuş; her gece ılık budu yatağımda, kınalı topukları ön uzağımda. Sevgi, ilk tanığım, yürek saça saça dokunan. Sabır, güllerini direncimden almış. Acılar, beynimde çivi: Alnımda geçerliğini sürdüren acı. Kopukluğumuzun utancı: silâh çatmıştır, nüfûs cüzdanımızda. Kini, yüreğime konuk etmemişim. Sevgiyi, din saymışım: Yüreğim uluslar arası meydan; sevgiler iner kalkar durmadan, Sebil olmuşum almadan. Kurtulamaz ayakları toprağından, evrensel dokunmuş yerli işi, gözü evrensel, ayağı yerli bir Osman Bolulu, doğurmanın sancılarını çekmişim, kendimin demirciliğine soyunmuşum: Öfkemin tutuşturduğu gökyüzü, sevgimin yeşerttiği doğa, boğaz boğaza, birilikte gerilmişiz çarmıha. Bir yürekli varım. Yörünge dışında dalbına dalbına, tutundum beynimin kollarına. Kendimi doğurdum kendim. Sonunda vardım Yunus'un kapısına: Nedeni bilinmez öfkeyle çentik çentik, yalçın dağlardan süzülüp geldik. Hızın bayrağını çekmişken alnımıza, varıp dingin sularda çimdik. Sevgi gözelerinde çiçeklendik, kinleri hoşgörüde törpüledik ilkin. Hırçın dallarımız rüzgarlarda sebil, elgin bahçelerde meyveye durduk. Binlerce güzelde atardı nabzımız, aşkın yelkeniydik kösnül ve esrik. Acıları sabrın sarnıcında damıtıp, güzelliklerin yaylasında sergilendik. Omcasından insanı kucaklayan, kamusal dünyayı hepimize böldük. Sanma ki bu heyecan, bu tutku biter, taş ekilse, ocağımızda sevgi biter. Ona tutunduk, buna tutunduk, gittik geldik: Özümüz üzre insan içre insanla dolduk. (.....) Diken üstüne dizili yılların içinden geçip, dipdiri, bir uzun koşuya durmuşum.”  (O.B. GY. S. 130) diyerek dile getirir Osman Bolulu; yaşamına eksen kıldığı dünya görüşünü, yüreğinin gözü şiiriyle birlikte ilk yolculuğuna nasıl çıkardığını...
 
Güle Yolculuk'un, Osman Bolulu'nun salt şiirlerini topladığı bir yapıt olmadığını (çünkü onun şiirleri de, düzyazıları da yaşamının süzülmüş ballarıdır) aynı zamanda sanatının ilk kaynağı şair yönünün retrospektif / bütün geçmişini kucaklayan bir yapıt olduğuııu belirten Dinçer Sezgin de, Güle Yolculuk için kaleme aldığı yazısında:
“Bu nedenle onun şiirine panaromik olarak bakabilme olanağını buluyoruz" (Söylem, Şubat 1999) diyor. Güle Yolculuk'ta, Osman Bolulu'nun “yazın yaşamını, yazdığı dergileri, tarih sırasına göre yapıtlarını, sanat anlayışını, geçmişle ilgisini, arı duru Türkçe tutkusunu ve çileli yıllarını" (D.Sezgin a.g.y.) anlattığını, böylelikle kendisine dıştan bakan göz oluşturduğunu dile getiriyor. Bu özgün bakış açısının, yapıta da Osman Bolulu'nun kişiliğine de, değişik bir nitelik kazandırdığını vurguluyor. Yazar-şairin, kendi sanatını dışardan değerlendirmelere de açan, kendisi hak-
kındaki yorumlarına yer vermesini, 'yiğitçe' diyerek nitelemekte Dinçer Sezgin; “1953 yılında: “Dönek dinlenek değil ki yerim/ kişioğluna düşsün serinliğim/ uğultulara karışır giderim/ başıma kakılmasın meyvesizliğim' demiş.
(D.Sezgin, a.g.y.) O, uğultulara karışıp gitmeye razıdır, ama yüreğindeki serinliğin, insanoğluna yansıması koşuluyla. Söylemeye gerek var mı? Bu sözlerin altında, bencil olmayan bir yürek çarpmaktadır. Bencil olmayan her yüreğin, yiğit yürek olduğunu da herkes bilir. Güle Yolculukadı bile, onun dürüst ve yiğit yüreğinin simgesi bana göre. Neden mi? Güle Yolculuk, öyle kolay bir yolculuk değildir çünkü. Gülü bulabilmek için hangi
badirelerden' geçeceği, (ansızın ortaya çıkan tehlikeli durumlardan geçeceği) ne gibi zorlukları yaşayacağı, hangi korkuları göğüsleyeceği, hangi dikenlerle savaşacağı, hangi açmazlarla karşılaşacağı, hiç mi hiç belli değildir. Öte yandan güle yolculuk, şiiri aramaya çıkışın adıdır, bana göre. Yine, bana göre şiiri aramaya çıkmak, başlı başına bir yiğitlik, bu yolculuğa çıktığını açık açık söylemek de bir başka yiğitlik ve dürüstlüktür“ (D.Sezgin, a.g.y.)
 
Güle Yolculuk'u, “40 yılı aşan şiir yolculuğundan damıtılmış bir güldeste” diyerek tanımlayanOsman Nuri Poyrazoğlu: Güle Yolculuk İçre Bir Şair' başlıklı yazısında, “Şairin kişiliğinin ipuçları sayılacak” birçok dizesini alıntılamış, altını çizmiş: “Ellerimiz sadece gül tutmadı / İçimizde Spartaküsler boy attı / Simurg'un kanatlarına verdik yılları / Döşenip gittik yokuş yukarı." (Makedonya/Üsküp BİRLİK Ağustos 1999)
 
Osman Bolulu'nun gerçekte 'şiir yolculuğunun', "Ülkesinin gerçeklerine sırt çevirmemiş bir yazar-şair, yaşamın içinde, yaşamı güzelleştirmeye birey olarak da katkıda bulunan, bunu çok önemseyen bir kişisel kaygı
yolculuğu olduğunu" (Damar, Haziran 1997) belirten Tacim Çiçek ise onun şiir sanatını şöyle açımlamış: “Onun kaygısı anlaşılmak, sözcükleri yerinde kullanmak ve şiiri, sanıldığı gibi pek de kolay olmayan 'yalın şiir' olarak
yaratmaktır. Bunu başarmış zaten o." (T. Çiçek, a.g.y.) satırlarıyla Güle Yolculuk'u irdeleyen yazısında. Ayrıca Tacim Çiçek, Osman Bolulu'nun yergici, taşlamacı biçemine değinmiş, Osman Bolulu'nun şiirinde, önemli bir
izlek, vurucu bir yön olarak belirginlik kazanan yergi/taşlama içerikli dizelerinden örnekler vererek...
 
(.......)
 
“Osman Bolulu'nun şiirleri içerik yönünden insanın özünü ve toplumumuzun özlemlerini dile getirmektedir. Yapı yönünden konuyla sesi, en güzel biçimde bağdaştırmış, gür, tok, erkekçe yansıtmaktadır “ (YBS, 1.bası arka kapağı) sözleriyle Mehmet Aydın, Osman Bolulu'nun şiirsel izleğini açımlayan örnek sergilemektedir.
 
Bu yazı (alıntı) örneklerinin tümünün, Osman Bolulu'nun “harmanlama" yapılı olan GY öncesi yayımlanmış kitaplarını kapsaması, onlara göre değerlendirmeler olması, yazar-şairin şiirinde “bölünmez nitelikli bir bütün'
olan yaşamsal/ülküsel/ütopik izleğine ve dünya görüşüne yaklaştırıyor okuru ve GY öncesi şiir yolculuklarına götürüyor. Bu da yapıtın başka bir özelliği. Osman Bolulu'nun şiir coğrafyasına toptan bakış ve değerlendiriş
olanağı yaratıyor.
 
 
 
 
Yazıdakı kısaltmalar: 
DU = Dalların Ucundaki / BÇ = Bileşim Çizgisi  
YBS = Yurtboyu Sevişmek / Tİ = Taşın İyisi 
UK = Uzun Koşu / GY = Güle Yolculuk
 
 
 
 
3-
 
BOLULU'NUN DENEMELERİ İÇİN 
KİMLER NE DEDİ?
 
TANSU BELE
Aykırısanat Dergisi S: 69 Kasım Aralık 2004
 
 
Yazın ustalığını, 'düşündürmeyi bilen ögretmen' kimliğiyle harmanlayan yazarlarımızdan biri de Osman Bolulu.
Şiir ve öykülerinin yanı sıra denemelerinde de düşünmeye ve düşündürmeye yönelik biçemiyle özgünlüğünü koruyor. Özellikle deneme türünün, bilgi kalıplarını aklın özgür istenciyle altüst ederek kendine özgü bir yaratıcılık-
la birleştirip ortaya yepyeni düşünceler koyma özelliğini belirgin biçimde gerçekleştiriyor.
 
...Osman Bolulu'nun deneme yapıtları, denemenin kökleşmiş, klasik yapısına ve tanımlamasına, bana göre birçok denemecimizde göremediğimiz ölçüde uygundur. Çünkü Osman Bolulu denemelerinde, birçoğu bildik ve tanıdık düşünceden, çoğu kez tanık olduğu olgulardan yola çıkardığı okuru, düşünceler ve olgular üstünde yeni baştan düşündürmeyi başarır. Böylelikle de düşüncelerin düşündürmesini, yani bilinen düşüncelerden yepyeni düşüncelere geçişi sağlar. 
 
...Osman Bolulu'nun denemelerine özgü başka bir özelliği de, okuru bildik, yerel olgulardan yola çıkarıp, düşünce  katmanlarında yeri bulgulara ulaştırırken ona, 'İşte böylesi gerek!' dedirtebilmesi.
 
...Yazarın bize özgü düşünceler üretmemize yol açması, denemelerindeki en önemli ayrıcalıklarından. Bence bu özellik, denemelerini ulusal felsefemizle çok yakından ilgili kılmakta.....
 
 
...Osman Bolulu'nun denemelerinin başka bir ayrıcalığı da dildeki kendine özgülüğü. Dilde özgünlük, başka bir deyişle düzyazıda tek, değişik, biricik olma ve tümcelerle sözcüklerin bilinen dizimlerini, dil kurallarını bozmadan
yepyeni bireşimlerde kullanabilme özelliği, dilin düşünceyi nasıl yoğurabildiğinin açık seçik kanıtıdır. Bu denemelerdeki en önemli bir yan da budur. Dilin özgürce devinimi, Türkçe'nin işleyişi, düşüncenin de yepyeni çevrenlere açılımını sağlıyor. Ayrıca felsefenin dille sıkı bağlantısına özgü Türkçe örnekler sunuyor.
 
...Deneme türünün üreticiliğin, felsefenin 'bize özgü kapısını açmak' olarak değerlendiren ve işleyen yazar, bu yanıyla çok önemli bir boşluğa da parmak basıyor: Yaşamsallığın ve ulusallığın egemen olduğu konularda, ge-
rek dilde gerekse düşüncede yerli yerindeki Türkçe kullanımıyla birleşilerek özgünlüğe ulaşılabileceğini kanıtlıyor. Başka bir deyişle Osman Bolulu'nun denemeleri, klasik deneme tanımına uygun olmakla birlikte, dil, ulusallık, yerellikteki felsefi düşünce kurgusuyla aşkınlık içeriyor. Bilimsel ve nesnelliği de göz ardı etmeden özgün ve çağdaş biçimde klasikliği aşıyor. 
 
Tansu Bele: Ardıçkuşu:38.s. Mayıs 2002* 
...Deneyimli yazar Osman Bolulu, denemelerini bir araya getirdiği 'Korkacaksan Kitapsızlardan Kork' adlı
yapıtıyla, bu alanda kesin umutlar sunuyor okura. Öyle ki; okudukça birçoğu bildik düşünceden yepyeni düşünce-
lere sekerek, çoğu kez tanıdığı olguları yeni baştan düşünmemesi elinde değil kişinin.. Örneğin yazarın, yapıtında
yer alan 29 denemesinden biri: “Lütfen Biraz Öfkelenir misiniz?”de böyle alışılmadık, yepyeni düşünce katmanlarıyla karşılaşıp 'düşünmeye' başlamamak olanaksız.
 
...gerçekte insana özgü yıkıcı, kırıp dökücü özelliğiyle bilinen öfke duygusunun/başkaldırısının, yine insanın en büyük özelliği aklı aracılığıyla ve insana yarar sağlayabilecek, yararlanabileceği bir yönde kullanımını, deneysel düşünce yoluyla ortaya koyuyor. Aynı bağlamda; İnsanın duygu ve düşünce yetilerinin, felsefe'ce yüzyıllardır bilinen, 'çerçevelenmiş' tanımlarından yola çıkarak, yeni bir boyuta ulaşıyor. Bu arada, insanın başkaldırısına bir 'başka' bakış açısı da getiriyor: Gerek evrensel ve tarih açısından bildiğimiz, gerekse 'bizler' için yeni olabilecek... Toplumumuzun kişisinden yola çıkarak dünya insanına yeni iletiler sunuyor.
 
...Osman Bolulu'nun bütün denemelerinde aynı yöntemi gözlemlemek olası. Bilinen/bildik/tanıdık olgulardan yola çıkarak düşünce katmanlarında yeni bulgulara ulaşıyor her biri. Dahası, bize özgü, 'işte bize böylesi gerek'
dedirtecek çözümlere vardırıyor, bizleri... Bu da, yazarın en önemli ayrıcalıklarından. Bir başka ayrıcalığı ise; dildeki kendine özgülüğü. Dilde özgünlük belki yalnız şiirde aranır ya; düzyazıda da başka, tek, değişik ya da biricik olma ve tümcelerle sözcüklerin bilinen dizimlerini -dil kurallarını bozmadan- yepyeni bir biçimde kullanabilme özelliği, dilin düşünceyi nasıl yoğurabildiğinin, bu anlamda düşünceyi üreten araç olabildiğinin açık seçik kanıtı olsa gerektir... Bu denemelerdeki önemli bir yön de budur: Dilin özgürce devinimi. Düşüncenin de yeni çevrelere açılımını sağlıyor. Ayrıca, felsefenin de dille olan sıkı bağlantısına has Türkçe örnekler sunarak...
 
...Deneme türünün düşünce üreticiliğini, felsefenin 'bize özgü kapısını açmak' olarak değerlendirilen yapıt bu yanıyla ilgi derlemeyi gerçekten hak etmekte; gerek dilde gerekse düşüncede, yerli yerindeki Türkçe kullanımını
onurla taşıyıp yücelterek.
 
* Tansu Bele, bu yazıyı, Korkacaksan Kitapsızlardan Kork(1998)'un yayımlandığı sırada yazmıştı. Dosyalar arasında kalmış yazıyı, sonradan ben gönderdim Ardıçkuşu'na. Damar'daki ile bu yazıda yineleme görünüyorsa, bunun suçlusu benim, Osman Bolulu. Muzaffer Uyguner: Cumhuriyet /Kitap.- 504.s. 14 Ekim 1999
 
...Kitaptaki denemelerde, herhangi bir konuda, bilinen yerde kalmamak görüşü egemendir. Bilinen bir gerçeği, bir bilgiyi işlemek ve yeni katkılarla bu konuya eğilmek kitabın bir özeti sayılabilir. Zaten 'eklene eklene' deme-
sindeki anlam da bunu ortaya koymaktadır.
 
...Bolulu, yazın konusundaki düşüncelerini ortaya koymuş, belirtmiştir. Ona göre,”insanın iticisi kendisi; temeli doğa; sezinleyicisi felsefe; irdeleyip dizgeleyicisi bilim, yönlendiricisi ideoloji; güzelleştirici sanat; dillendiricisi
edebiyattır” (s.133). “Edebiyat ise duygu, düşünce, tasarım, doğayla insan, insanla insan arasındaki etkileşim ve çatışmaların dile dökülmesidir."
 
...Yazında da sanatta da bir yere düğümlenmeyi gereksiz bulur Bolulu.
 
...Bolulu, bu kitaptaki denemelerinde insan ve kişilik, uygarlık, halk, yaşam konularına da eğilmiştir... İnsan olarak kavramlarla düşünmek gerekiyor, diyor.
...Bolulu, bu kitaptaki yazılarında da geniş bir alanı ele almayı, dar bir alanda kalmamayı yeğlemiştir. Denemecilik alanında el atılmamış bazı konuları işlemiş, kişilerin kendi kendilerini sorgulamaları gerçeğine değinmiştir.
 
...Denemelerin çok sağlam bir kurgu düzeni vardır. Dilimizin kullanımında titiz işçilik göstermiş, değişik sözcüklerle tümceler kurmuştur. O, denemeyi, özgür yapısı, kural kırıcılığı bakımından, şiirin teyzesinin delişmen oğlu
saymakta olduğundan, denemelerinden şiirsel bir yapı kurmuştur.  
 
Cem Erciyes Radikal/Kitap 13.s. 15 Haziran 2001
 
Bolulu'nun denemelerinde göze çarpan, etkileyici bir kurgu var. Bunun yanında, yazılar sanki uzun sözcük çalışmalarının sonrasında, dinlene dinlene yazılmış, ama bir solukta okunuyor. Dilin ustaca kullanımı da cabası... 
 
M. Güner Demiray: Kıyı: 167.3. Şubat 2000 
 
...Bir kır evinde üç gündür Osman Bolulu'nun denemelerini okuyorum. 'Korkacaksan Kitapsızlardan Kork' adlı denemelerini. Daha bir içime işliyor yazılar doğanın dinginligine yaslanınca. Tümceler, düşün zincirlerini dağarıma daha bir etkili, daha bir ışıklı yansıtıyor. 
 
...Bolulu'nun denemelerini okuyorum dedim. Evet, bu denemelerle düşüncelerim yelken açmaya durdu güneşli çevrenlere doğru. Ezbere alınanı aklarmıyor bu ürünler: Yaşamın içinden, gerçeklerden geleni solutuyor. Betiksel değil, somutu seslendiriyor. Nesnel gerçeklerin tedirginliğinde silkinişin, uyanışın evrenine giriyorsunuz. Nasıl olmasın ki köy enstitülerinin getirdiği baharın yeşertisi bir kuşaktandır Bolulu. Yaşamın granit gerçeklerinde pişmiş ve Anadolu aydınlanmasının çiçeklerini açmıştır bu kuşak.
 
...Bolulu'nun denemeleri de kuşkusuz yaşamının ürünleri olacaktır. Diyebilirim ki onun denemelerinin başat niteliği, içtenliği ve yaşanmışlığıdır. Yazının içine daldıkça her satırın bir yaşam birikiminin imbiğinden süzüldüğünü görüyorum. Halk Türkçesini çağdaş kültürün içinde derinlik kazanarak soyuta varmanın odağında yalımlıyor. Yerinde  benzetmeler ve deyimler, “beleş, eksikli, arkaç, kozalak, kağşama, eseme, bukağı” vb. sözcükleri yeni anlamda kullanmalarla Türkçe denizini besliyor. Bu nedenle denemeleri okurken bir dil varsıllığını da yaşamış oluyorsunuz.
 
Denemelerin özünde karanlıkla aydınlığın savaşımı ve bu savaşımda yerimizin neresi olması gerektiği gösteriliyor. Denemelerin bölümcelerindeki sorular bizi düşünce düzlemine çekiyor, eleştirel bakışın şafağına ulaşıp çok
şeyi sorguluyoruz.
 
...Bolulu'nun denemelerinde daha birçok aydınlıklar yakaladım. Kanılarına düşüncelerine katıldığım, katılmadığım oldu. Düşünme gücümü biledim iyicene. Özeleştirinin sekisinde uyarı kanallarımı açarak sorular ürettim,
kendimi sorguladım.
 
Suzan Karahasan; Makedonya/Üsküp/BİRLİK Gazetesi: Şubat 1999
 
“...Yüz elli sayfalık deneme çalışmaları, dört açıdan değerlendirilebilir:
 
a) Konu bakımından: Dar bir alanda kalmamaya, el atılmamış konuları işlemeye, kişinin iç sorgulamalarına de-
ğinmeye, bilimsel düşünce, toplumsal düzenden sanat edebiyata kadar uzanıp kuşatıcı olmaya;
 
b) İşleyiş ve yöntem özelliği bakımından: Çok sorulu yöntemi yeğleyerek okurun kafasında sorular yaratmaya, doğrudan yargı biçmek yerine, okurun sorularda yararlanarak yargılara ulaşmasına ön açıp, ona düşünme, üretme payı bırakmaya:
Anlatımı anı, yaşanmış örnek ve olgular üstünde temellendirmeye, dolayısıyla bellenmiş deneme biçim ve anlatımına değişiklik / açılım kazandırmaya; 
Toplumsal içeriği ön plana çıkarmaya, kendisini sorgular görünürken, insanı , toplumsal düzeni sorgulamaya; alttan alta iğneleyici dil kullanıp duyarsızlık, umarsızlıkla alay ederek, öylelerini uyarmaya;
 
c) Amaç ve yönelim bakımından: Bilimsele yöneltmeye, üretici düşünüşü ön plana çıkarmaya; yozutulmaya başlanan insanlık değerlerinin korunmasını salık vermeye, okuru sürekli uyanık tutmaya;
 
d) Dil ve biçem bakımından: Arı, duru, anlaşılır Türkçe kullanmaya; dile özen gösterirken içi boş fantezilerinden kaçınmaya; sağlam kurgu, anlatım düzeniyle iletisini sunmaya; Türkçe dil işçiliğine özende, son kerte titiz olmaya; Türk diline girmemiş birçok sözcüğü ve anlatış yolunu kültür diline, yazına ağdırmaya ve kendisine özgü anlatım biçemi kurmaya çalısmış yazar. 
 
Orhan Tüleylioğlu; Milliyet Sanat 15 Mart. 1999
..Osman Bolulu, kitabında, edebiyatın erdeminden, güzelliklerin paylaşılmasından, toplumsal kültür ve toplumsal bellekten, dil ile düşünce arasındaki bağdan, sevgileri besleyen, dostlukları geliştirerek dünyamızı güzelleştiren kitaplardan söz ediyor. Çirkin politikalardan, zamanımızın gizli kahramanlarına, doğaya, bilime, düşünceye, toplumsal düzenden sanata kadar uzanıyor. Sorularla okuru düşündürüyor. Kendine özgü anlatım  biçemiyle, denemelerini anılara, örneklere dayanarak, yaşamsal olgular üstüne temellendiriyor. 
 
Osman N.Poyrazoğlu: Söylem 42.s. Eylül 1998 
...Çarpan, sarsan, düşünce çevrenizi acan, duygularınızı tartmanıza olanak veren denemelerdir, bunlar. Bolulu'nun denemelerini okurken bir yandan bilinçlenecek, bir yandan da Türkçenin tadını duyumsayacaksınız.
 
 
Dursun Özden: Bizim Gazete, 17 Haziran 1999 
...Tüm denemelerinde Türk yurdu ülkelerindeki yol gösterici, ermiş, ulu kişi “Aksakal” büyüklüğü var. Okuru derinlere iten, düşündüren, filozofik yorumları olan ve diyalektik felsefenin ana ilkeleri yaşamdaki yansımaların  ya da nesnel gerçeklerin; düş dünyamıza, ekin ve yazın ülkemize nasıl şavkıdığına tanık oluruz. 
 
 
 
 
 4- 
 
YÜREĞİNİN GÖZÜ  
BABA OCAĞINDA  
ANA KUCAĞINDA
 
TANSU BELE
(Osman Bolulu'nun Öyküleri Üzerine)
Aykırısanat Dergisi, S:69 Kasım-Aralık 2004
 
Osman Bolulu: “Uygar insanlık ırmağındaki birey; suyun temel maddesi molekül gibidir: Toplumsal yapı da , o su zerreciklerinden  (bireylerden) oluşan deryadır. Tek başına ne derya (toplumsal yapı), ne de molekül (birey) den söz edilebilir”(1) derken bireyin toplumdan, toplumun da bireyden soyutlanamayacağının altını çizer. Bolulu için bireyin baba ocağı da ana kucağı da ailesiyle odaklaştırdığı yer, toplumudur. Toplum; bireyin ana /baba-/kardeş izleği, gerekse bu izlekten yola çıkarak çevresini, yaşamını kavrayan ve sürdüren var oluşunun nedeni, sesi; dilidir. İzleğinin sürüm alanı ve varlığının dili toplumunun, ayrılmaz parçası, kopmaz bir birey olarak Osman Bolulu, özyaşamında da yazınında da bu iç içelikten yola çıkacak; ana/baba/kardeş izleğinden birey/toplum ilişkilerine geçerek toplumunun insanının öteki yargılarını bu bağlam içinde tartıp irdeleyecektir. Özyaşamının; suyun temel maddesi molekül, zerrecik gibi toplumsal yapıda odaklanan izdüşümünden, toplumun var oluşuna açılacaktır. Bu açılımın harcı ana kucağının, baba ocağının dili; yüreğinin gözü Türkçe'sidir.
 
Öz geçmişinden söz ederken: “1990'dan sonra dönmeye çalışıyorsun yazın'a. Yazarlık doğumunu, bu tarihten mi başlatmalı" der, kendisi için Osman Bolulu. Ben onun bu yorumuna hiçbir zaman katılmadım. Çünkü bana göre o, yazmadığı günlerde de hep yazardı. Nasıl mı? Osman Bolulu yaşadıklarını, yüreğinin gözüne yazdı, sürekli yoğurduğu dilinde sakladı. Dilinin çatısını da baba ocağında kurdu, ana kucağında dokudu. Onu çevreleyen 'dış dünya'sının sesiyle , toplumsal ütopyasının odağını kurdu. Bir yazar, ütopyasıyla var olur; yani belleğinde kurguladığı, var kıldığı dünyanın düşü, ülküsüyle vardır.
 
Osman Bolulu'nun eline kalem almadığı, güncel koşturmacasının, hayhuyunun içinde yazın'dan uzak kaldığı yıllarında da hep bir ülküsü vardı. O; yaşamını ütopyasıyla iç içe yoğurup sürdüren bir düş insanıydı; toplumuna özgü bir Don Kişot, bir şövalyeydi. Yaşamının her anında ütopyasının varlığıyla soluklandı, yüreğini bu soluğun gücü diri tuttu. Yoksa, 'yazmadım' dediği yıllarda başka nasıl şiir yazabilir, dil çalışmalarını sürdürebilirdi?
 
Gücünü Atatürk devrimlerinden alan, toplumunun insanının değer yargılarına çöreklenmiş durağanlığın 'çizgisini kırmak, insanını bulunduğu noktadan ileriye taşımak' (2) olarak belirtebileceğim bu ütopyası, Osman Bolulu'nun yaşam savaşının suyuna/toprağına/insanına/toplumuna kendine özgü yapılanmasından kaynaklanır, bu savaşımı tıpkı anadiline yönelttiği bakış açısıyla kavrar, çözümlemeye çalışır. Yaşamına yönelik değişim ve gelişim çizgisini, devrimlerle bütünleyerek geleceğin çağdaş toplumuna/Türk halkına adar. Yazmadığı bütün zamanlarını kapsayan, yazdığı zaman da yapıtlarının ekseni olan ütopyası, Bolulu'nun yaşamının/ kişiliğinin/ oluşumunun ayrılmaz, düşsel, ülküsel parçasıdır.
 
Ben Osman Bolulu'nun ütopyasıyla, denemelerini okurken tanıştım. Ancak bu ütopyanın somut kaynağına, yine 90'lı yıllarda yayımladığı öykü ve anı yapıtlarını okurken ulaştım. Bu yapıtlar, bir açıdan Osman Bolulu'nun yaşamı boyu yapıp ettiklerini, yaşam savaşı içinde karşılaştığı acı, tatlı deneyimlerini belleğinin harcıyla yoğurup hamuruna katmasından öte değildi. Yaşadığı, tanık olduğu türlü oyun bozanlıklar karşısında yaşattığı ve belleğine kazıdığı insan tanımını ve ütopyasını, geleceğin somutluğuna bırakmaktı: Yaşamının uzun koşusunu, geleceğin Türk insanına örneklediği tanıklıklarıydı.
 
Ben yazarın; kurmaca olmayan, yaşanmışlığı ağır basan, anısallığa yaslanan öykülerini, ayrıca kitaplaştırdığı anılarıyla iç içe saymaktayım; buna karşılık öykülerinde kişisel çocukluk, gençlik izlenimleri, deneyimleri, tanıklık-
ları; baba ocağının ana kucağının sevgili var oluşu içinde çok belirgindir. Anıları ise çoğunlukla öğretmenlik, eğitmenlik dönemlerini ve öğrencileriyle ilişkilerini dile getirir. Öyküleriyle anılarının ortak paydası ise; yine yazarın, suskun görünüm altında sürekli devinim içinde olan, Anadolu halkının özüdür.
 
Osman Bolulu'nun “Yağmur Sonrası" adlı kitabında topladığı öyküleri, ilk anda yazarın, salt kendi yaşamına dönükmüş izlenimini verir okura; oysa bu görünümün altında gizlenen, daha doğrusu okudukça açığa çıkan
gerçek, başkadır. Yazar öykülerinde de yine, denemelerindeki gibi, “Cumhuriyetle kulluktan yurttaşlığa yükseltilmiş, tasada ve kıvançta paydasını tam ortaklığa çeviren, yönü çağdaşlıktan yana, laiklikle bilime ulaşa-
cak, tam özgürlüğü tadacak, demokrasinin esenliğine kavuşacak, çağdaş bir ulus olma düzeyine oturup hoşgörü içinde birbirine katlanarak sonsuzluğa sürüp gidecek olan ve herhangi bir filozofun değil, Anadolu'nun tarihsel gerçeğinden filizlenen; Mustafa Kemal'in yaşama geçirdiği”(3) toplumsal ülküye ya da kendi ütopyasına odaklar anlatılarını... Kısacası Osman Bolulu; öykülerinde kendi tasalarından, kıvançlarından, duygulanmalarından yola çıkarken çevresinin ve insanın etki ve tepkilerini, toplumun durumunu anlatır. Çok kişiselmiş, kişilik izdüşümleriymiş ya da yaşama tanıklığının ona özel parçalarıymış gibi gelen öykülerinin kurmaca olmayan ama ütopik olan yanı budur.
 
Öykü; bir açıdan 'duruş'tur: Kişinin (ben veya başkası olarak) yaşam içindeki anlık duraklamaları ya da yaşamın kişiye vuran duruşları/yaşamsal saptamalarıdır. Osman Bolulu, 'Yağmur Sonrası'nda kendisine özgü duruşuyla yaşamın onun (kişiliğini) çevreleyen ve belleğine iz düşüren duraklamalarını, kaleminin izleksel merceğinden yansıtır. Yapıtta yer alan öykülerde yaşamsal duygulanımların yansımaları, bıraktıkları izler önemli yer tutar. Otuz yıllık bir yaşam savaşımının ardından ve yıllanmış bir şair olarak, yazın dilini denemelerinde, yaşamın yazınsal dilini öykülerinde yakalayabilmiş bir yazardır, Osman Bolulu. Öyküleri; bireyden topluma, toplumdan bireye iletileri yansıtan yazınsal duyarlık alanıdır.
 
Yazarın tek öykü yapıtı 'Yağmur Sonrası', 1.basısı (Güldikeni Yayınları, 1998) 12; 2.basısıysa (Kültür Bakanlığı Yayınları, 2001) 15 öyküden oluşur. 'Yağmur Sonrası' sevgiyi konu edinen bir öyküyle başlıyor, “Bu Eller Kimin?
”, bir yeniyetmenin ilk aşk duygulanımlarını anlatan, gerçekte yazarın çocukluk yıllarında öğretmenine duyduğu sevgiyi dile getirdiği bir öykü. Karşı cinsler arasındaki etki-tepki, çekme-itme, tutkunluk-nefret duygularının, kişilik ve üstünlük çatışmalarının sevgi bazında eriyip, eşitliğe giden yola girebileceğini, bunun da ancak insan olanın insana verdiği, insanca değerlerle olabileceğini, çok uç bir örnekle sergilemekte. İnsan olabilmenin kapısını, parasız yatılı okula gitmekle aralayan ezik köy çocuğunun, çevresince aşağılanarak dışlanışı yüzünden başkaldırısını görüp onu sahiplenen 'güzel/ana' yazın öğretmeni, İstanbullu Sabahat Hanım, yalnızca bir örnek: İyiye, doğruya, güzele açılan kapının, insanca değerbilir, hak bilir bir kadının eliyle açılması, bir delikanlı için karşı cinse duyacağı saygının ilk durağı değil mi?... Bu yetişkin kadın öğretmen yeniyetmeyi yalnızca sahiplenmekle kalmıyor, onu kitaplarla bilgilendirip sanat duygusuyla eğitiyor da... Bu ufacık ilişki içinde, öğrenci-öğretmen, kadın-erkek, alt ve üst sınıf, ezilen-yöneten çelişkilerini ustaca harmanlayıp veren yazar, şöyle noktalıyor öyküsünü:“Sabahat öğretmenler gitti mi, kitapların, size sinen kokusu uçtu mu? Yoksa seninle mi gezdi dolaştı yurdu, köşe bucak? Senden öğrencilerine mi ağdı? (4)
 
Osman Bolulu, Sabahat öğretmen kimliğinde, öğretmenin ve eğitmenin bir gönül, sevgi işi olduğunu, eğitimimizden bugün uçup gidenin de gerçekte belki de bu olduğunu, çok incelikli bir örnekle vurguluyor. “İnsanı katıksız sevdinse, doğayı ana kaynak saydınsa, yurdunun acılarıyla kökeninin bilincinde saydamlaştıysan, dalların evrene dönükse, Sabahat öğretmenin elleriyle örülmüştür bu dünya..." (5)
 
Yazarın, ilk öyküsü 'Bu Eller Kimin?'de kullandığı 'ikinci kişili' anlatım yöntemi, sonraki öykülerinde de sürer. Bu yazım biçemini, Osman Nuri Poyrazoğlu şöyle açıklar: “Bilirsiniz öykücü (anlatıcı ) isterse 'birinci kişili' isterse 'üçüncü kişili' anlatımı seçer. Siz de ayrıma varmışsınızdır ki roman ve öykülerde en çok başvurulan anlatım yolu, Aziz Nesin ustanın 'Tanrı romancı biçimi' dediği, “üçüncü kişili", anlatımdır. Bolulu ise öykülerinde, bu yöntemlerden farklı olarak çok az kullanılan bir başka  yöntemi, "ikinci kişili" anlatım yöntemini kullanmaktadır."
(6)
 
Bolulu da, öyküleme biçemini açıklarken, “Bilinen, alışılmış öykü türüne saygım var, onu inkar etmiyorum. Ama aynı biçemin, yöntemin, tekniğin biraz dışına çıkılarak anlatımın, türlerin, söylemin değiştirilmesi gerektiği-
ni; böylece sanatın, anlatımın, düşüncenin boyutlanacağını düşünüyorum. Alışılmış öykü tekniğinden, bir ölçüde yararlanmakla birlikte, alışılmış öykü anlatımından, serimi, düğümü, ana düşünceli sonucu bulunan, çarpıcı söyle-
yişten biraz olsun uzaklaşmak çabasıyla yazdım öykülerimi.” der, öykü kitabı hakkındaki kendisinin notlarında. Ona göre; öykülerinde olay, ana eksen değildir. Olay, var yok gibidir, belki sadece çıkış noktasıdır. Yağmur Sonra-
sı'nın ikinci öyküsü 'Eskimeyen Öpücük' bu açıdan iyi bir örnektir. Yapıtın 2. basısında, ilkinden biraz değişik biçimde yer alan bu öyküde tanıdığı kimi kişilerin portrelerini ustalıkla çizer, bir olaydan yola çıksa da, uç noktadaki kadın-erkek ilişkisinden, bir gecelik aşk yaşamak için seçilen kadın kişiliğinden, toplumsal erkek tanımını, erkeklik anlayışını, bu arada kadının da erkeğe boynu eğik duruşunu başarıyla betimler.
 
Yazar, 'Eskimeyen Öpücük'te uyguladığı; öykünün herhangi bir yerine yerleştirilmiş olay parçasından, geçmiş olgulara, yani anılara bağlanıp, oradan bugüne dönüş biçemini, bütün öykülerinde sürdürür. Anlatısı içinde
düşünceler, duyumsamalar işler; kendi deyimiyle bu işlenişle geleceğe yorumlar sezdirmeye çalışır. Ona göre kullandığı anlatım biçimi; olay parçalarını, anıyı, düşünceyi, yorumu, şiiri içerdiği için; öykü, anı, deneme, şiir karışımı bir öykü denemesidir. Yaşanan bir olaya değinildiği, geçmiş anıldığı, geleceğe yorum sezdirildiği için, öyküler üç zamanlı (şimdi-geçmiş-gelecek)dır. Ayrıca kişinin duyumsamaları, etiğiyle, dünyaya bakışıyla ilgili oluşunun iç içeliği vurgulanır. Yazar bu yorumuna şöyle bir açıklama yapar: “Bu öykülerde, benim kişilik yapımın temelleri, etiğim, dünya görüşüm, dolayısıyla bir kuşağın (Cumhuriyet insanının) yapısını, buna bağlı olarak bir dönemin insana yansıyışını vermeye çalıştım."diyor.
 
Bence Osman Bolulu'nun denemeye yaklaşımı da bundandır. “İç konuşmalarla kişinin kendisini, dolayısıyla çevresini sorgulayan havası" öyküyü denemeye yaklaştırır, bir yerde özdeş kılar; “Anımsamayı, sönen, gölgelenen  dünyada zevk kırıntısı saymış Ahmet Haşim. Sönmeyi, gölgelenmeyi kabullenemiyor, dünyaya mı yansıtıyoruz? Gelmiş geçmiş bunca canın, ne kadar özlemi birikmiştir, şu oraya, düze? O geleceğe devredilemez duyumsamaların yığıntılarından mı oluşmuştur şu koca daglar? Hangi ağırlıkları, ne kadar yarım kalmış düşün acısını sırtında taşıyor doğa, biliyor muyuz?” (7) 
 
“Niye Durgunlaştın Hocam?” alıntıladığım bu örnekten de anlaşılacağı gibi; yazarın özyaşam ve anı sarmalında örgülediği deneme anlayışının etkisi açıktır: Bu biçem bütün öykülerinde sürer. 'Yaşamı yorumlarken çevreyi ve koşullarını sorgulamak' diyebileceğim bu anlatı biçimi, kimi öykülerinde kişi betimlemelerinin bile önüne geçer. Örneğin ağabeyinin öldürülüşünü anlattığı “Sen Kimsin” adlı öykü, doğrudan bir sorgulamayla başlar: “Sen Kimsin? Kurtuluş Savaşına 'seferberlik' demiş halkımız. Hep birden el ele, omuz omuza 'kurtuluşa' koşulduğundan olsa gerek.(.......) Türk ulusu kendine yetinik, özüne güvenli. Öyle bir yıl, 1929. O yılın  ağustosunda, 
Boğalı Dağlarının eteğindeki bir tütün tarlasında düşmüşsün toprağa. Ulusal bağnazlığın oradan mı? O nedenle mi, evrensellik sivrileri, yan bakar sana?” (8)
 
Yazarın öykülerinde ağır basan bu sorgulayıcı tutumuna örnekler öykülerinin tümüne yayılabilir. Babasının satmak zorunda kaldığı beyaz atından yola çıkarak, at sevgisini ve geçmişten geleceğe uzanan düşsellik içinde
bir ütopyaya dönüştüren at/küheylan imgesini şiirli bir dille işlediği; 'Şairlere Verdim Küheylanları' adlı öyküsünde, doğa betimlemesi bile, yazarın kendine özgü, sorgulayıcı gözlem gücünü sergiler:“Yeşilırmağın vadilerden kurtulup düze yayıldığı, çevresinde çalı çıngıl ürettiği, bük bürük birbirine örülmüş, tabanı sulu Koramu düzün-
den geçiyordun. Cılga bir ayaklık, iki can geçemezdi. Yerde oynaşan ne varsa yılan çıyan, böcek kaplumbağa, onları izliyordun atın üstünden, tatlı tatlı, nasıl olsa ata tırmanamazlardı. Belki de ayağına dolanan yılandan ürktü, Doru. Bulutların alabora olduğunu anımsıyorsun, ondan sonrası karanlık.” (9). Bu kısacık betimlemede dile gelen neredeyse doğa değil, bütün bir yaşamın özetidir. 
 
Dostluk-düşmanlık alışverişini işleyen “Dünya Böyle Ölüyor İşte'de; kadın-cinsellik/aşk/sevgi konularını ele alan 'Zulamdaki Kadın'da; ölüm-yok oluş -yitirişi bir arkadaş cenazesinde buluşturan 'Bu Siz misiniz Beyefendi'de; dedesinin gençlik aşkında sevginin eşsiz bağlayıcılıgını dile getiren 'Ak Poşu'da; particilik/kaçakçılık/eğitim/Cumhuriyete göndermeler yapan 'Özür Dilerim Hüseyin Pehlivan'da; değişen toplumsal yargılara örnek 'En Güzel Enayi'de; yine evrensel, toplumsal yargılara değinen 'Boş Versene'de; eğitim aracı dayak üzerinde duran 'Herkesin Çizgisine'de; öğretmen-öğrenci ilişkilerinin sorgulandığı 'C'nin Gözyaşları'nda; yazarın yaşamıyla birlikte bize sunduğu, gerçekte yaşamın, kendisinin içsel sorgulamalarıdır. Özyaşamından kesitlerle anlattığı, çevresindeki kişileri de içine alan yaşamın sesidir. Bu öykülerde yazar için 'eylem çekimlerine göre anlatım çeşitli kişilerce yapılmış gibi görünüyorsa da, anlatılan tek kişi gibidir'; çünkü yazar, öykülerinin yorumlayıcı içsel sesidir.
 
Osman Bolulu'nun öyküleri için Vedat Yazıcı: “Farklı bir öyküsel anlatı tekniğiyle çıkıyor okur karşısına Osman Bolulu. Denemelerinden tanıdığımız vurucu dil, bu kez duyarlığa, sevgiye, özgürlüğe, barışa yönelterek sonuçlar
çıkarmamızı sağlıyor. Kendisinin de belirttiği gibi 'dil işçiliğine önem verilmiş', hem de fazlasıyla." ('10) diyor. Gerçekten de özyaşamına dayandırdığı içsel sorgulamalarla okuru değişik yorumlara ulaştıran yazarın, dili yoğuruşu da ayrıca üzerinde durulması gereken başka bir özelliği. 
 
Anadilini avcunun içi gibi bilen, girdisine çıktısına egemen olan yazar, öykülerinde de Türkçe'nin başarıyla kullanımını bol bol sergiliyor. Özellikle betimlemelerinde kendine özgü biçimde ortaya koyuyor. 'Sakarya Caddesi Silme Hüzün' adlı öykü; bence yazarın gözlemleme ve betimleme gücünü, denemedeki öyküleme içinde sergilediği bir dil ve anlatım denemesidir. Öyküye de betimlemeye de usta işi bir örnektir. Öykünün 'ben ve dünya' ikilemine dayanan yapısallığı açık biçimde vurgulanmaktadır.
 
Osman Nuri Poyrazoğlu: yazarın öykülemesini yorumlarken, başka özellikleriyle birlikte 'Sakarya Caddesi Silme Hüzün'e de değinmekte, yazım özelliklerini şöyle açıklamaktadır: “Bolulu'nun öykülerinde görülen başka
bir özellik de öykülerin 'özyaşam öyküsel" boyutlar içermesidir. (...) Bolulu, kimi öykülerinde kendini anlatırken denemesel özler de içeren bir tür eleştiri yapmaktadır. (...) öykülerinde salt, kendini değil, tanıdığı olumlu ya da olumsuz kişileri de anlatır, kendine özgü kıvrak, yer yer şiirli, yer yer dobra dobra anlatımla.
 
Bolulu'nun öykülerine yansıyan gözlem gücünü, ona bağlı olarak yorumlarını örneklemek üzere Ankara'da trafikten arınmış, biracılarıyla ünlü Sakarya Caddesiyle ilgili, deneme tadında- eki bir alıntı sunmak istiyorum: “Sakarya Caddesi hüzündür, burukluktur, kendine varamamışlığın kısıtlanmış adıdır. 22 gün 22 gecekanlı boğuşmayla kendisinden kat kat, üstün saldırgana karşı kazanılan utkunun (zaferin) tadını, enine boyuna yaşayamazsın, caddenin adıyla serüveninde çelişkiyi düşündükçe. Niçin, bu ulusal utku, ezikliğe dönüşür sende?
Ananın yavuklusuna ördüğü nakışlı çorapları orduya yollayışından yola çıkar, orada yiten yüz binlerce gencin acısına varırsın. Kurtuluş Savaşında yitenlere yakılan ağıtların ezgisidir, içinde yankılanan. Orada şehit düşen iki
amcanla birlikte.' (...) Aynı caddeyi, şiir tadında kişileştirerek , ince bir eleştiriyle nasıl şiir tadına öyküye döktüğünü de görelim: 'Beton suratlı Sakarya Caddesi, maganda kabadayılığında, meyhaneleri, el değiştiren işyerlerini çekmiş kucağına şimdi. Yasa dışı at yarışlarını seyrediyor, at yarışlarından umarsızlığını içkiyle susturmaya çalışanların dolaşık adımlarını yiyor, eğitim ticarethanelerinden boşalan kızları, oğlanları, gurbetçi kuşlar gibi, kaldırımlara sıralıyor. Kitapçılara yüz verdiği yok, onları han katlarına sıkıştırmış.” (1'1).
Türk toplumunda kahramanlık, soyluluk simgesi at sözcüğünün, zaman içinde somuttan soyuta kavramsal dönüşümünü başarıyla irdeleyen 'Şairlere Verdim Küheylanları” öyküsündeki gibi, yazar bu kez `Sakarya
Caddesi Silme Hüzün'de, Türk insanını, Cumhuriyet bilincinin ezikliğini, Sakarya Caddesini simgeleştirerek, kişileştirerek, kavramsallaştırarak yerir. At, nasıl murat/hız amaç anlamları yüklenerek 'küheylanın kavramsal üto-
pikliğine ulaşmışsa, Sakarya Caddesi de Ankaralı'nın kırık/buruk Cumhuriyet çocuğu kişiliğini iisılenir, simgeler. Burada yine okurun dikkatine sunulan, yazarın öykülerinde de ağırlığını duyuran dil bilinci, Türkçe'nin kavramsal
zenginliğini bilerek işleyen arı duru yazım dilidir. Osman Nuri Poyrazoğlu, Bolulu'nun öykü dilini şöyle tanımlar: “Bolulu”nun öykülerinde kendine özgü (özgün) benzetmelerinden betimlemelerinden de söz etmeliyim. Onun bu
yönünü göstermek üzere derlediğim birkaç örneği sunacağım: “ırkçı kabarma", "kara somun mutluluk", "ben yeniyetmeliğin kanıyla devinen ufaklık...", "o Ayten ki sınıfı dolduran kocaman bir ceviz ağacı" "dudu dilli; yapısı gelişkin, erkekliğe sürekli anons yapan kadınlık çağlayanı haspa', Yeşilırmak'ın yayıldığı, çalı çeper ürettiği, bük bürük birbirine örülmüş..", "kan fışkırdı, yüzü bayraklaştı." (12)
 
Denemenin Türkçe tadını öykülerine de taşıyan yazarın, anadilini oya gibi işleme başarısını, Adil Bozkurt, şu cümlelerle değerlendiriyor: “Bolulu öykülerini kurarken, kuralların, bellilerin içinde devindirmemiş` duyumsama'
larını, duru Türkçe'yle kurulan öykülerinde özgünlüğüyle birlikte kendi biçemini yakalamış. (...) Halk ağzından derlenmiş, kaynak yapıtlardan taranarak sözlüğümüze alınmış kimi Türkçe sözcükleri, kaç yazarımız, ozanımız diline buyur ediyor? Kimsenin umurunda değil, Türkçe'nin derinliklerindeki sözcüklerle bilişmek. Osman Bolulu'nun öykülerinde sözlüğümüze girmiş, kimsenin yazımına girmemiş bir dolu Türkçe sözcük yerli yerinde açıyor çiçeğim: Çözük, yolak, elleşme, doyunmuş, kanırmak, ansıdık, azatlamak, zorunluları, tutaç, eprimek, delirek, gönenç, yozutuk, karman çorman, benzeşik, domurtmak..., vb. yazın sözlüğümüzde bulunmayan nice Türkçe sözcük, 'Yağmur Sonrası'nı oluşturan öykülerde, ustalıkla kullanılmış. 'sendeki delirek at sevgisi nerden kaynaklanıyor, anımsıyor musıın? tümcesinde "delirek' sözcüğünü katılmış Türkçemize. 'kökendeş' sözcüğünü içlerindeki gizli isyanı dillendiren kökendeş saydıklarından mı, sevgi sunmuşlardı sana? tümcesinde canlanmış. 'Kerestebay' sözcüğü, kimimize gerekmez? İlkin Bolulu bulup sunmuş: “düzenden aldığı payı göbeğinde domurtmuş kerestebayla senli benli konuştuğunu görünce, nasıl fır geri etmiştim.' Yazınsal yapıtlar dille kurulur. Yazınsal yapıtın temel taşı sözcüklerdir, anlatım yoldaşı dildir: Türkçe içinde kurulmamış olanı, ne yol alır, ne de sanatsallık savında bulunabilir. Osman Bolulu'nun yapıtı Türkçe'yle kurulmuş. Osmanlıca'dan kalan ya da Batıdan
aktarılan sözcüklerden hiçbirisi yer almamış öykülerinde.
 
Bu yazıyı yazarken şunları düşündüm. Türkiye'de yazanlardan kimileri, Türkçe'ye özen göstermedikleri halde, görsel/yazınsal basının ünlendirmesinden elde ettikleri abartılı tanınmışlıklarının, ürünlerinden kaynaklandığını sanır. Bizlerin de öyle kabul etmemizi ister. Yanılıyorlar. Her kuşun kanadıyla uçması gibi, sanatsal ürünler de zamanı, kendi iç kuruluşlarıyla karşılayabilir. Yazınsal ürünün, zamana yenik düşmesi ya da düşmemesi, dil değeriyle oranlıdır. Bu gücün, hiç değişmez ön koşulu arı Türkçe kurulmalar, Türkçe dil mantığıyla söyleyiştir. Yoksa, bir sayfasında bile onlarca Batı kaynaklı sözcüğün at koşturduğu, Türkçe dil beğenisinden uzak yapıtlar, yedek kanatlar taksanız da, zamanın rüzgarına dayanamaz. Osmanlıca gerdan kıranlar ne kadar kalıcı olabildilerse, Batı dillerinden aktarılan sözcüklere tutunanların erimi de o kadar olacaktır. Bolulu'nun öyküleri arı duru Türkçenin tadını verdiği kadar, son yıllardaki dil kirlenmesine de bir karşı duruştur: Yağmur Sonrası duruluğunda ('13).
Kanada'da (Montreal) 'Bizim Anadolu' gazetesinde Ömer F.Ozen, yazarın öykü yanıtını, şu satırlarla tanıtmış: “Osman Bolulu'nun “Yağmur Sonrası' adlı öykü-anlatı kitabı, yazarın yaşanmışlıklarından bir demet sunuyor bizlere. Yazmakla bitmez köy enstitüsü - ne yazık ki söylenceye dönüşen - sorunsalını, yaşanmışlıklardan öyküleyerek, o günleri yeniden gözler önüne seriyor (14).
 
(1) Osman Bolulu, İnsan İnsana Eklene Eklene, 24.5
(2)       “ “ agy. 9.5.
(3)      “ “ agy. 64, 65.3.
(4) Yağmur Sonrası, '7.s.
(6) O. N. Poyrazoğlu, Osman Bolulu'nun Öyküleri Üzerine Bir Deneme,      Damar;1 23. Mart 2002
(7) Osman Bolulu,Yağmur Sonrası, 24.3.
(8)  “ “ ,a.g.y. '15.s.
(9)  “ “ ,agy 31.5.
(10) Vedat Yazıcı, Osman Bolulu'nun Yeni Kitapları. Kıyı Dergisi, Haziran 1998 .. O
11) Osman Nuri Poyrazoğlu, O. Bolunun Öyküleri Üzerine Bir Deneme, Damar. Mart 2002. 
(13) Dil Bozkurt, Yağmur Sonrası Duruluğu, Söylem Dergisi, Haziran 19.98
Ömer F. Özen, (Kanada/ Montreal) Bizim Anadolu Gazetesi,
15 Haziran 1998
 
 
 
 
 

5-




ANILAR: DENEMENİN  ŞİİRSEL TADINDA 
 
TANSU BELE 
(İnsanlığın Solmaz Gülleri Üzerine)
 
Aykırısanat S:69 Kasım-Aralık 2004
 
Osman Bolulu'nun anılar kitabı “İnsanlığın Solmaz Gülleri'ni; (Kültür Bakanlığı Yay., 2002) Zafer Doruk:”... bir
anılar dökümü. Anılarını denemenin şiir tadıyla yoğurup yaşam deneyimini, felsefesini, yaşama bakışını da katarak
okuru bir anda içine alabilen metinler oluşturmuş. Yaşamının bütününe baktığımızda sanat. tarihinin, sanatçının yaşadığı çağı sorgulayarak insanlığın evrensel değerlerini aramasının, ona ulaşmak için gösterdiği yoğun çabanın
tarihi olduğunu görürüz. Her yazar, şair, düşün adamı bu sorgulamayı ve arayışı farklı biçimde, sanatın estetik ölçüleri içinde yapar. Osman Bolulu da bir eğitimci ve yazın adamı olarak nereden nereye geldiğine dönüp bakmak ister. Yaşanmış, belki yaşarken ıskalanmış, belki derin bir pişmanlığın, mutsuzluğun, belki bir kıvancın, sevincin, mutluluğun izleri kalmış, büyük bir bölümü eğitimciliğe adanmış küçük ama gerçekliğin anlamlı ayrıntılarıyla örülü anılardan bir demet yapmış kitabında.” ('1) tümceleriyle tanıtıyor. 
 
Zafer Doruk'un değerlendirmesine ben de 'Yazarım; büyük bir bölümünü Cumhuriyetin eğitim ülküsüne adadı-
ğı yaşamının, ütopik koşuşuna tanıklıkları, içten izdüşümleri ve sorgulamaları' diyerek katılabilir miyim, İnsanlığın
Solmaz Güllerl'ni açımlarken? Gerçekten her yazar, şair, düşün adamı çağının evrensel değerlerini, sanatın estetik
değerleri içinde arama çabasını “kendine özel' bir biçimde gerçekleştirir. Dünyaya bakış açısı, yerelden evrensele açılan bir pencere oluşturur. Bu pencere, sanatçının ütopyasıdır ve özgünlüğünü belirler. Eğitimciliğini, Cumhuriyet devrimlerinin ülküsel çağdaşlaşma modeli üzerine kurmuş olan Osman Bolulu'nun; bir şair, bir yazar ve düşün insanı olarak sanata bakış açısı da, sanatın evrensele açılan ütopyasının yörüngesi de kaçınılmaz biçimde bu temelde oluşmuştur. Bolulu; yaşamıyla örgülediği dünyaya bakış açısını, eğitimciliğiyle yaşama geçirmiş, sanatıyla da belgelemiş, yorumlamış, pekiştirmiştir. Bu nedenle onun denemelerinin tabanı, yani ayak bastığı ülkesinin insanıyla kalem düşürdüğü anadilinin gerçeklikleri ve tavanı, yani bu gerçekliklerin geleceğe yönelik ütopyası, nasıl öykülerinin çatısını kuran yaşamsal izdüşümleriyle buluşmaktaysa, bu izdüşümleri de. anılarının dökümüyle öyle örtüşmekte, kesişmektedir. Öyküleri: bir cumhuriyet çocuğu, çağdaş bir birey olarak toplumunun karmaşık izdüşümlerini yakarlarken, anıları da bu toplumun gençlerine , çocuklarına çağdaşlığın, bilimselliğin yolunu gösteren, aklın yolunu açan bir öğretmen, bir örnek kişi Osman Bolulu'nun tanıklıklarını, yüzleşmelerini sergilemektedir. Bu açıdan “İnsanlığın Solmaz Gülleri', yazarın deneme, öykü yapıtınnını 
“İnsanlığın Solmaz Gülleri', yazarın deneme, öykü yapıtlarını bütünleyen bir yapıttır. Atatürk devrimleriyle başla-
yan aydınlanma dönemi içinde Cumhuriyet. ilkelerini özümsemeye çalışan toplumun, bu sindirişine 'eğiterek' en
büyük katkıda bulunan Cumhuriyet öğretmeninin, yazar sorumunu da sorgulayan deneylerinin, sınamalarının top-
lamıdır. Öğretmenliğin ötesinde, insanımızı/giderek insanı, çocukluğundan başlayarak akılca, bilgice, ahlâkça ve insanca donatmanın savaşımını yazarın bakış açısından irdleleyen bir denemelerdir, bu anılar... Öğretmenliğini, in-
sanlığıyla sınanmanın ve insanlığa adamanın örnek kişiliğini belgeleyen, öğretmenliğin toplumumuzda hâlâ kutsal bilinen özgörevini (misyonunu) saptayışlarıdır, yazarın... Bu özgörevin toplumsal besaplaşması olarak adlandırabileceğim 'İnsanlığın Solmaz Gülleri'nin bir yerinde Osman Bolulu şu satırlarla tanımlar: “Öğretmenliğin yarısı insaf, yarısı adalet: bütünü sevgi; işlevi yaratmak - Çocuğu yeniden doğurmak; direği bilgi ve kişiliktir' dedim, kurallardan pek çok ihtar aldım meslek yaşamımda."(2) derken, Çağdaşlaşmanın bedelini öğretmenine ödeten toplumun sancılı yapısını da vurgular. “Sorumluluk Benim” başlıklı anısında.
 
50 yazıdan oluşan Kitap: “İnsanlığın Solmaz Gülleri' dediği Çocuklara adanmış şiirle başlıyor.. Ellineisi bir şiir:
 
“İLK DERSİMİZ ATATÜRK: Bir bayrak dalgalanr/Bozkırın ortasında. Oylunı oylum kırlara ateş dökülür/
Kurt kuş, börtü böcek/Alevinde ısınır // Güvercinlerin aklığında Cumhuriyet okulları/Akça akça güler dağa taşa/Başında bir ışık Atatürkçe/Büyür büyür, yel üfürdükçe // Sevgilerin, insanlığın durağı /Birliğin tutkalı /Sonsuzluğa dek bitmeyecek masal/Tarlalar içinde bu akça pota/O'nun resmi var duvarlarında // Uzak köylerden, çorak köylerden/Yalap yalap gözleri/Umudun aklığında defteri koltuğunda/Mustafa Kemal'ler dizildiler önüme / Bir duruşları var/Yenilmedik güç katıyor gücüme // İlk sabah 'günaydın' dedim 'sağol' dediler./Gürledi köşe bucak // Sınıflara döküldük ırmak çoşkunluğunca/Benim ağzımdaydı: İyi'ye, güzele diyen sesi/Öğrencilerim Atatürk soldular, kucak kucak/Bir rüzgar esiyordu, İnsanlığın destanını söyleyen // İlk dersimde:-Evet yavrularım, başlangıç Atatürk dedim/her sözcüğün üstünde dura dura " (Varlık;590.s.15 Ocak 1963. S. 13) İnsanlığın Solmaz Gülleri'nde yer alan 50 yazının sonuncusu olan bu şiir; yenilerin şiirden saymayıp yadsığı, eskilerin deyimiyle “hamasi/yiğitlik, koçaklamalı, destansı' yalımıyla, yapıtın anlamına anlam, bütününe can katıyor; yapıtta yer alan anıların tümünü bir kez daha canlandırıyor. Cumhuriyet kuşağının eğitim eri, uzun erimli koşucusu Osman öğretmenin, Türk'ün 20. yüzyıl destanını yaşama ve dile getiren insanlık serüvenini, birkez daha, bir kez
daha yaşatıyor. 'Destansı' derken, ucu ta Homeros'a dek (ki o da tek kişi değildir, yapıtı İliada'nın çağlar boyu süren katkılarla ortaya çıktığı söylenir.) Sürüp giden Anadolu destan-şiiri geleneğinin, gelip Atatiirk'te düğümlenişi
boşuna mı, diye.(düşünmüşümdür çoğu zaman: İlk Dersimiz Atatük ile İnsanlığın Solmaz Gülleri'ni noktalarken
de.. neden olmasın, dedim, Atatürk'ü destanlaştırmak; Homeros, bütün dünyada şiirin atası sayılıyor, şiirimizde
Atatürk`ü ve onun “Sonsuzluğa dek bitmeyecek masalını' bayraklaştırmak, Onun Anadolu insanına yönelik top-
lumsal ülküsünü anlatabilmek için, neden olmasın? Özellikle de çocuklara ve gençlere; yani yarınlarımızın sahiple-
rine....
 
Sanatçının dünyaya bakışı, ülküsü ve ütopyası yapıtında can bulur: O kişi, yazar ya da şairse, şiirlerinde ya-
şam/toplum/insan savaşımının, anlayışının ve düşüncelerinin can buluşu, neden olmasın? Tıpkı benim Ankara- İs-
tanbul tren yolculuğumda (Tansu Bele: Dilden Düşünüşe UZUN KOŞU, 3.13.17) düşüme yansıyan sarışın kurdun gözlerini oluşturan, o insan birliğinin somutlaşması gibi; Anadolu'nun geleceğini, o aynı düşün aydınlığında dokumaya girişmiş, yaşama geçirme savaşı veren Cumhuriyet öğretmeninin kaleminde, şiirin en hası, en gerçeğiyle nasıl dile gelmesin?
 
İyi ki varmış. Anadolu'nun bozkırından esen rüzgar, insanlığın destanını söyleyen! İyi ki Osman öğretmenler, ilk
derslerinde: “Evet, yavrularım başlangıç Atatürk dedim/Her sözcüğün üstünde dura dura" diyerek destanlaştırmış
onu. İyi ki yüreğinin ve beyninin sesini, dıuygularının koçaklamasına döken Türk insanının has çocuğu Osman öğ-
retmen, yaşamıyla da yazdıklarıyla da ve şiiriyle de, yüzyıllara yürüyecek sesini duyurmuş o rüzgarın... Yoksa
Türk çocuğunun yarınlara, başka nesi kalacaktı?
 
Evet, yalnızca son şiiriyle değil, elbette içinde yer alan tek tek anılarıyla destanlaşan, yazarın bu 'destana adan-
mış' yaşamını, bütün yapıtları içinde en güçlü biçimiyle, her satırında capcanlı tutarak, dipdiri ayakta kalan yapıt
bence. İnsanlığın Solmaz Gülleri'.
 
Yapıttaki anılardan biri, Osman Bolulu'nun Reşadiye'den öğrencisi Temel, öğretmenini şöyle anlatıyor: “Osman Bolulu öğretmenimiz dersine vaktinde girer, vaktinde çıkardı. Bir gün gecikmişti. Saatine baktı: “On üç dakika
geciktim, özür dilerim, dedi. Sonra ekledi: 'Ben ayda üç yüz lira maaş, otuz altı lira da ek ders ücreti alıyorıım. Ay-
da doksan altı saat derse giriyorum. Hesaplayın bakayım, bir saate ne düşüyor? Ödeyeceğim. Onunla sınıf kitaplığına kitap alacaksınız.' 'Olmaz öğretmenim' dedik. “Beni borçlu bırakmaya hakkınız yok" diye  diklendi. 'Dersin hepsi gitmedi, öyleyse on beş dakikanın parasını ödeyin.' önerisinde bulunduk. 'Hayır, gedikli namus olmayacağı gibi, eksikli hizmet de olmaz.' deyip bir saate düşen parayı sınıf başkanına verdi. Ondan sonra dersimize devam ettik. (3)
Reşadiye'deki bir öğretmenler gününde (24 Kasım 2001) yaptığı konuşmada Temel, dile getirdiği Osman Bolulu'yla ilgili bu anısını şu sözlerle bağlamış, ayrıca Reşadiye-Tokat gazetelerinde de yazmış: “Bizim, kırk altı yıl önceki öğretmenimiz böyleydi. Öyle öğretmenler yetiştirdi bizi. Adaletli, esenlikli bir yurt bekledik. Türkiye'nin değerlerini heder edenlere selam (l), öğretmenime saygılar! Selamının anlamını anlıyorsunuz ya!.. (3)

 
Türkiye'de öğretmen olmanın, sıradan ve bugünkü anlamıyla “salla başını, al maaşını' türünden bir iş olmadığını,
tersine yeni doğan Cumhuriyete yaraşık, oııun toplumsal ilkelerine, koşuluyla ve bedeliyle adanmış, örnek bir kişi-
lik, insanca bir onur ve saygınlık sorunu olduğunu kökten kavramış, bunu yaşamıyla kanıtlamış, öğretmenliğinin de yol göstericisi kılmış Osman Bolulu; Temel öğrencisinin ona güvenini ve sevgisini şöyle tanımlıyor: “Ne güzel bir armağan! Bankalar dolusu paran olsa, onun yanında hiç kalır. ” (4)
 
O; “buyruk üzere hazırlanan, tek yönlü okul kitaplarını' aşarak,'derslerini yaşama bağlayan', yani “öğretim izlen-
cesinden taşan', böylece öğrencilerinin hem daha çok sevdiği, hem öğrettiklerini daha kolay kavratan öğretmendir. Onun aldığı eğitim “Gereksinimlerini karşılayabilen, soran ve sorgulayan, kendisine güvenli; hak ve ödevinin sorumluğunu kuşanmış yapıcı, yaratıcı, dünyasını yeniden kurabileıı insan yetiştirmeye ayarlı'dır. O, Cumhuriyetin uluslaşma, kültürleşme sürecini tamamlamakla kendisini özgörevli sayan' (5) bir eğitim kuşağındandır. Yetiştirdiği öğrencisinin onu, ceketinin sol üst cebinde taşıdığı en*anı gibi taşıdığı (Öğrencisinin benzetmesi: dinsel kitapçık) '1961 Anayasası ile anımsadığı Cumhuriyet öğretmenidir.
 
Osman Bolulu'nun gerek kişisel yaşamının, gerekse öğretmenliğinin ve giderek yazarlığının temeli, özü olan bu
felsefesi; 'İnsanlığın Solmaz Gülleri'nde yazıya döktüğü tüm anılarında, öğretmen-öğrenci ilişkilerinin yaşamsallığı
içinde bütün içtenliğiyle açığa çıkar. Özellikle günümüzün eğitim dünyasına, büyük-küçük kuşaklar arası alışverişe
ışık tutar, yol aydınlatır niteliktedir, çok değerli örnekler oluşturur. O nedenle bence “İnsanlığın Solmaz Gülleri' il-
kokuldan başlayarak (ve eğer varsa!) bütün eğitim kurumlarımızda felsefe ve ahlâk derslerinde okutulması gereken bir yapıttır. Yazar, “Kim Kimden Çek' başlıklı önsözünde, öğretmenin öğrenci karşısındaki sorumunu dile getirir. Bu sorumu, bir açıdan, bu anıların yazılış nedenini ve amacını belirtir: “Değişik yerlerde, binlerce öğrenciyle yaşanmış çalkantılı bir hayatın içinden çekilmiş anılardır, bu kitaptakiler. Kendimi soyutlayamadım yazdıklarımdan.
 
Çünkü onları yaşayan, üzüncü, erinciyle duyumsayan bendim. Edimlerimin psikolojik temelleri, koşulları, ortamı bi
linmeliydi ki anlatım somutuna otıırsun, gerçekliğinden soyunmasın. Eksikliklerimi de söylemezsem, inandırıcılığı
azalırdı. Böyle bir tutumla yazmaya çalıştım anılarımı. Meslek yaşamımdan öğrencilerime ilişkin anılarımı seçer-
ken, içinden geçtiğim yılların kesitlerine, kıyısından köşesinden değindim. Bu anıların tabanında toplumun kısık fo-
toğrafları (enstantaneleri), iyi niyetiyle öğretmen Osman Bolulu da olacaktı elbet. İstedim ki olumsuz örneklerden
neyin olmayacağını çıkarsın, olumsuzdan güzellik payı alsın okur.
 
İnsanlık değerlerinin hiçlendiği, ulusal değerlerin kuşatıldığı, yalanın, saptırmanın egemen kılınmaya çalışıldığı zamaıı ayaklanmış, zulme karşı durmaya çalışmışımdır: İnsanlık ödevimi aksatmamak, sorumluluk bilincini korumak için. Çünkü o ödev duygusunu, sorumluluk bilincini bana kazandıran insanlıktı, ulusumdu. Onlara bor-
cumu ödemek zorundaydım. Yoksa öyle yiğitlik, ne gezer bende? İnsanlıktan çekinmişimdir, ulusumdan çekinmişimdir. Onlara saygıda kusur etmek, neredeyse korkuya döııüşmiiştür bende. Sınıflara girişte, toplum karşısına çıkışta içimden sökemedim bu korkuyu. O, korudu beni, başına buyruk, ötekisiz yaşamaktan. Tek değilim diyerek tek'in özgürlüğünü (çizgi dışı maceralarını) yaşayamadım, enine boyuna.
 
“Anlattıklarım, genellikle olumlu havada görünüyor. Olumsuzunu yaşamadım mı? Öfkelenmedim, daralmadım,
yakınmadım mı hiç? Eksiğim yok muydu? Dört dörtlük bir öğretmen miydim? Yok canım sende. (.) “Anılarda insana olumlu bakışım, inadına bilinçli; öğrenimimin büyük bir bölümü, dayağı, tehdidi, aşağılamayı eğitim aracı
sayan süreçte geçti. Anadolu, binlerce savaşın, vurgunun, yılgının yaşandığı yer. İnsanı, sinikleştirilmiş. Ama burası bir kültür gömüsü, insanlık değerlerinin harman olduğu, barışık bir coğrafya. Önünü açtınız mı, tansık (mucize) yaratabildiğine Mustafa Kemal hareketi örnek. Onun çocuğu olarak olaylara, durumlara olumlusundan yaklaşmak, umut pencerelerini ışıklı tutmak görevimdi benim.” (6)
 
Gerçekten de İSG, içi dışı bir, özü de yaşamı çevresindeki çirkinliklere karşın güzellikler üretmekten caymamış
bir insanın; 'insanlığın çiçek bahçesinde' açtırdığı gülleri, anı dünyasında yaşatan bir yapıt. Okurken, yazarını daha
yakından tanıyıp sevmemek olası degil. Ömer F.Özen de yapıt için kaleme aldığı yazısında, Osman Bolulu için bu
noktaya dikkat çekiyor ve, ISG'ni: “Yılmaz bir eğitim erinin, yeni kuşakları bilimsel bir duyarlıkla yarına hazırlamasının öyküsü; insan sevgisini içinde duyarak, yürekten damıtılmış bir yaşanmışlıklar dizgesi “İnsanlığın Solmaz Gülleri” (...) Bir kez okunup bırakılacak türden bir kitap değil; sürekli devinen, her dizgenin ardında insan soluğunu, çocuk sevecenliginin tomurcuklandığı yaşanmışlıklar ve o yaşanmışlıklardan bitimsiz bir yaşam öğrencesi fışkırıyor.
 
Yaşamı çocuklardan öğrenmek, bunu da içtenlikle söylemek her babayiğidin harcı değildir. Bunu yazarımız Os-
man Bolulu, katıksız bir sevecenlikle dile getiriyor. Osman Bolulu, yeni kitabında çocukları, yarınları anlatıyor. Yarınların çizilmesinde herkesin kendine düşeni yerine getirmesinin altını çiziyor, özellikle de sorumlu eğitim-öğretim erlerinin. Önoeden hazırlanan eğitim/öğretim izlencelerinin kısır döngüsünde kalmayıp, yine o çocukların öğretilmesiyle nasıl yarınlara hazırlandığını anlatıyor Osman Bolulu. Ama bunu yaparken 'ben` yok içinde. İnsan onuru, sorumluluğu var.” (7)
 
Münevver Oğan da, insan sorumunu yüreğinde duyan, bu sorumu yaşama, insanlara geçirmek için savaşını veren öğretmen-yazar Osman Bolulu anı-yapıtı için: “Bolulu'nun kitabını okurken, kendi öğretmenliğinizi de gözden
geçiriyorsunuz. Üstelik farkına varmadan yapıyorsunuz bunu. Her biri düşündürücü, boyutlu bu metinleri okurken
senaryosu yapılsa, canlandırılsa, daha çok kişiyle paylaşılsa diye düşünüyorsunuz. Yazar, okurları üzerinde baskı kurmadan okurdan da katkı alıyor sanki. Denemenin derinliğini ve tadını alıyorsunuz okudukça. Bir anı kitabı, ama anı kitabını da aşan, sizi söyleşiye katan kitap.” (8) demiş Osman Nuri Poyrazoğlu da, “İnsanlığın Solmaz Gülleri Arasında” başlığıyla kaleme aldığı yazısının bir yerinde: “Gördüğüm odur ki Bolulu, anılardan yola çıkarak, onlara uzaktan uzağa özyaşamöyküsel boyutlarda katarak denemeler yazmış. İyi de etmiş.” (9) demekte. Adil Bozkurt. da, Poyrazoğlu'nun görüşüne bir başka açıdan katılmakta,'İnsanlığın Solmaz Gülleri: Çocuklar' yazısında: “Anıları anlamlandıran, metinlerin salt öğrenci merkezli olmaları değildir. İnsan sevgisi, çağcıl dünya görüşüyle devrimcilik öğeleri de anılar aracılığıyla güdülen iletinin boyutlarını belirliyor. Osman Bolulu'nun anılarında: İnsanımızın aydınlanma yolunda gelişimine ayakbağı olan kurumlar kişiler, uygulamalar da açıklanmış. (...) Yapıt, eğitimsel bir değer kazanmış." ('10) derken, yapıtının önemli bir özelliğine parmak basıyor.
 
Dinçer Sezgin ise; yapıt üzerine yazısında: “Sorunlarına çözüm yolları arayıp bulacak varsayımlar ve olasılıklar
üzerinde durarak bilgi çağının insan kimliğini kazaııacak bireylerin yetiştirilmesine elli yılını adamış olan Osman
Bolulu'nun elbette ki zengin anılar birikimi de olacaktı.(hem eski bir öğretmen olduğum için hem Osman ağabeyin
içten anlatımının etkisiyle yıllar yıllar öncesine savrulup gittim. Sınıflar, öğrenciler, köy ve kasaba dedikoduları, so-
runları, çözümsüzlükler, umutsuzluklar, komünistlikle suçlanmalar, en yakın bildiklerinin, en çok yardım ettiklerinin kalleşlikleri, insanlığın yüz karası davranışlar, hatta rezillikler, her şeye karşın, öğrencilerde yakalanan bir kıvılcımın sevinç ve umutlar diriliverdi içimde i...) “İnsanlığın Solmaz Gülleri, kendini bir solukta okutuyor. Arı duru, imbiklenmiş bir anı dili. Öznellik-nesnellik dengesi iyi kurulmuş. Çocuk dünyasıyla ilgili gözlemler ilginç. Sizi çocukluk günlerinize alıp götürecek, içinizdeki çocukla yeniden yüzyüze getirecek bir kitap. Diline sağlık Bolulu." ('11) demiş. Ve Osman Bolulu'nun anlatımına ve Türkçe'yi kulanışındaki deneyimli, egemen, güzel akıcılığına değinmiş.
 
Gerçekten de yazar, yapıtında “yaşayan Türkçe'nin bütün canlılığı, çok renkli dokusunu, diline olan bağlılığı ve engin bilgisinin ışığında neredeyse seslendirerek, değişik ve özgün bir 'anı-dili' oluşturmuş.
 
Canan Esmercan'ın, 'İnsanlığın Solmaz Gülleri' için yaptığı `yorum ise ilginç ve değişik: "İnsanlığın Solmaz
Gülleri'ni okudum: Bu incecik ama etkisi büyük bir kitap, beni anı ve anı türü üstüne düşündürdü. Andre Gide 'Hatıra yazmak, ölümün elinden bir seyler kurtarmaktır!' diyor. Gerçektende öyle. Osman Bolulu, ölümün elinden kurtardıklarına “İnsanlığın Solmaz Gülleri* demiş. Yetmiş sekiz sayfalık (2. baskı da 204.3.) ama içeriğiyle insanı kuşatan kitap. ) Anılar, bire bir yaşanmıştan. Aynı zamanda yazarın kimliğini, öğretmenlik anlayışını da sezdiriyor alttan alla, (...) Osman Bolulu öğretmen, yaşanmışı, tanık kendi çocukluğundan, aldığı ilk eğitimden başlayarak. Kendisinin orta ve yiiksek öğrenimi öğretmenlik iizerinedir. Ama onun öğretmenliği, salt okudukları, öğrendikleriyle sınırlı kalınamış. Öğrencileriyle çoğaltmış öğretmenliği, insana saygıyı. (....) “İnsanlığın Solmaz
Güllerini bitirdiğimde Renan'ın sözü geldi aklıma; “İnsanın kendisi için söyledikleri şiirden başka bir şey değildir.' Renan'ın sözlerine katılıyor, üstüne 'İnsanlığın Solmaz Gülleri'ndekiler, bizim eğitim dizgemizi, öğretnıenlerirnizi, öğrencilerimizi dillendiren şiirlerdir diyorum. (12) “İSG'nin , Osman Bolulu'nun anılarını dillendiren şiirler
olduğunu, yapıtı okurken düşünmemek olası değil, gerçekten de. Yazarın yaşamının eğitimle ve özellikle öğrencileriyle ilgili anılarında, gizli bir ırmak gibi akan, sevgili dilinin, Türkçesinin yatağında devinen, çağıldayan şiirli söyleyişi, alıp götürüyor okuru. Dahası bu bir şiir ya da dilin somutluğunda dışa vuran şiirsel iç dünyası, onun bütün yazılı (deneme, öykü, anı) yapıtlarında bir gömü, bir yürek sesi yada seli gibi. Sürekli var, alttan alta, içten içe dalgalanmakta... En düşündürücü denemelerinde bile parıltısı aydınlatmakta... En çok anılarında ışıldayan, nedeni de sanırım çocuklara, öğrencilere duyduğu saf, yürekten sevgiye dayalı şiirselliğin temeli de, yine Osman Bolulu'nun gercekten de şair oluşuna; sanat yolculuğuna, düzyazılarından çok önce (ve bugünlere dek süren çizgide) şiirle çıkmasına bağlı olsa gerek, diye düşünüyorum. 
 
 
 
(1) Zafer Duruk: Ardıçkuşu Dergisi, Kasım 2002)
(2) Osman Bolulu; İnsanlığın Solmaz Gülleri s. 77
(3) Osman Bolulu. İnsanlığın Solmaz Gülleri, 3 41-423.
(4)      "         "     a.g.y. :ii-40.3.
(5)      "         "     a.g.y. 4145.
(6)      "         "     a.g.y. 14.3.
(7) Ömer F. Özen    : Bizim  Anadolu, 1 Kasım 200 
(8) Münevver Oğan : Abece Dergisi, Ekim 2000 
(9) Osman Nuri Poyrazoğlu; Kıyı Dergisi Temmuz 2000 
(10) Adil Bozkurt: Abece Dergisi  Mayıs 200 
(11) Dinçer Sezgin: Radikal Gazetesi, Ekim 2000 
(12) Canan Esmercan: Damar Dergisi,
 
 
 
 
6-
 
 
 

 

OSMAN BOLULUNUN DENEMELERİ
(İnsan İnsana Eklene Eklene)


TANSU BELE
Damar S:132 Mart 2002



Yazın ustalığını, ‘düşündürmeyi bilen öğretmen’ kişiliğiyle harmanlayan yazarlarımızdan biri de Osman Bolulu. Şiir ve öykülerinin yanı sıra denemelerinde de, düşünmeye ve düşündürmeye yönelik biçemiyle özgünlüğünü ortaya koyuyor. Özellikle deneme türünün, bilgi kalıplarını aklın özgür istenciyle altüst ederek kendine özgü bir yaratıcılıkla birleştirip ortaya yepyeni düşünceler koyma özelliğini belirgin biçimde gerçekleştiriyor.

Yazın’ın özgün türü deneme, bütün yazarlar için düşünce üreticiliğinin ve buna bağlı olarak da düşünürlüğe açılan yolun ilk aşaması sayılabilir. Bu anlamda deneme, felsefeyle içli dışlıdır. Deneme yazarı kişi, edebî yolla felsefî düşüncesini ortaya koyar. Deneme, yazarlığın araştırmaya, sorgulamaya ve düşündürmeye açılan kapısıdır. Bu kapıyı açabilen yazar, felsefenin alanına adım atmış sayılır.


Osman Bolulu’nun deneme yapıtları, denemenin kökleşmiş, klasik yapısına ve tanımlamasına, bana göre birçok denemecimizde göremediğimiz ölçüde uygundur. Çünkü Osman Bolulu denemelerinde, birçoğu bildik ve tanıdık düşünceden, çoğu kez tanık olduğu olgulardan yola çıkardığı okuru, düşünceler ve olgular üstünde yeni baştan düşündürmeyi başarır. Böylelikle de düşüncelerin düşündürmesini, yani bilinen düşüncelerden yepyeni düşüncelere geçişi sağlar.

Örneğin “Üretilmiş Düşüncelere Tüneyip Kalmak” başlıklı denemesinde böylesi alışılmadık ve sıra dışı düşünce katmanlarıyla karşılaşırız. Dahası düşünmenin kendisinin bile, bilinen, bildik tanımı üstünde yeniden düşünmeye, sorgulamaya başlarız; “Düşünceyle düşünüş bir midir? Edinilmiş düşünceler, tek başına, önümüzü açmaya yeter mi, her zaman? Ona, saptanmışlığından ötürü durağanlık sinmiştir gizliden. Düşüncelerin dişi olduğunu bilmek gerek. Milyarlarca tohum bekler dölyatağında. Aşılayacaksınız. Ama nasıl? O düşünüş var ya kıvrak, devingen, sürekli vals yapan, işte onu, düşünceyle başgöz edeceksiniz, sonra düşünceyi doğumevine sokacaksınız, bakınız ne altın çocuklar doğacak, evriltimin kapısını nasıl zorlayacak bu yaramazlar...” (İnsan İnsana Eklene Eklene, 21.s.*)

Osman Bolulu’nun denemelerinde bu, bildik bir düşünceden yepyeni düşüncelere geçme özelliği, yazınımızın iki seçkin yazarının deneme biçemleriyle yan yana konduğunda daha iyi anlaşılabilir: Deneme türünde aklı düşünceden düşünceye sektirme ustalığını en özgün biçimleriyle ortaya koyan iki yazar, Nurullah Ataç ve Nermi Uygur’dur. Bu iki yazarda gözlemleyebildiğimiz; ‘bilinen fikir kalıplarından bilinmeyen, alışılmadık, yeni ve henüz yoğrulmamış düşünce mayalarına açılabilme’ özelliği, Osman Bolulu’nun denemelerinde de göze çarpar. Ayrıca, Bolulu’nun ele aldığı konuyu, birey ve toplum ya da bireyin toplumla ilişkileri açılarından düşünsel boyutta irdelemesi, yine Nurullah Ataç’ın biçeminden tanıdığımız kimi yazınsal özellikleri çağrıştırır. Bu irdelemenin konu üstüne soru soran ve sorduran biçimde yapılması, Nurullah Ataç’ta da vardır. Osman Bolulu bu irdeleme biçimine ‘eleştirel düşünüş’ diyor. Yerinde bir yargı. Bolulu, düşünmenin önemini ve yöntemlerini de çeşitli örneklerle irdeliyor. Yukarıda alıntıladığım satırlar da yazarın eleştirel düşünüş biçemini kanıtlamakta.

Osman Bolulu’nun denemelerine özgü bir başka özelliği de, okuru bildik, yerel olgulardan yola çıkarıp, düşünce katmanlarında yeni bulgulara ulaştırırken ona, ‘işte böylesi gerek’ dedirtebilmesi:“Ulus, salt günübirlik çıkarlara tutunmaz, yüzyılların ilerisine amaçlanarak sürdürür varlığını. Bilimsel gerçeklere dayanarak özgürlük içinde yücelir. Onu ayakta tutan, gizli kahraman halktır, halkın ışıkçısı aydınlardır. Sağduyulu halkın desteğini yitirdiniz mi boşlukta kalırsınız, onu sunileştirirseniz, kime yâr olacağını bilemezsiniz” (İnsan İnsana Eklene Eklene, 66, 67.s
*)


Yazarın bize özgü düşünceler üretmemize yol açması, denemelerindeki en önemli ayrıcalıklarından. Bence bu özellik, bu denemeleri ulusal felsefemizle çok yakından ilgili kılmakta. Bunun nedeni de, yazarın öğretmenliğinin yanı sıra, bir köy enstitülü oluşuyla ilgili kanımca. Bilgiye ulaşma, bilgice sürekli yukarı çıkma çabası içinde bulunan bu kişilik, aynı zamanda çağdaş Türk insanını yaratmayı amaçlayan Cumhuriyet devrimlerinin eğitim yoluyla yaşama geçirdiği, ete kemiğe büründürdüğü kimlik değil midir? Temelinde böyle ulusal bir bireşim olan köy enstitülü kişiliğin yazarlığıyla açtığı kapıdan bize özgü felsefenin yollarına açılmamız, gerek yazınımız gerekse düşünüş devingenliğimiz açısından çok önemli, verimli ve kazançlı...


 
Osman Bolulu’nun denemelerinin başka bir ayrıcalığı da dildeki kendine özgülüğü. Dilde özgünlük; başka bir deyişle düzyazıda tek, değişik biricik olma ve tümcelerle sözcüklerin bilinen dizimlerini, dil kurallarını bozmadan yepyeni bireşimlerde kullanabilme özelliği, dilin düşünceyi nasıl yoğurabildiğinin, bu anlamda düşünceyi üreten bir araç kılabildiğinin açık seçik kanıtıdır. Bu denemelerdeki önemli bir yan da budur: Dilin özgürce devinimi, Türkçenin işleyişi, düşüncenin de yeni çevrenlere açılımını sağlıyor. Ayrıca, felsefenin dille olan sıkı bağlantısına özgü Türkçe örnekler sunuyor: "Birilerine, hak edip etmediklerine bakmadan, hep bir şeyler sunacaksın, karşılığında iyi insanlığı kuşanacaksın. Bencillik değilse böylesi, başkalarını tutsak etmek sayılmaz mı, bir anlamda? Özdeksel çıkarların, hiç gündeminde olmayacak. Zaman zaman avanak durumuna düşürüleceksin, büyükte gözün olmayacak. ‘Bir derviş misin sen?’ diye sormuşumdur kendime. Hani dervişliğin üstüne oturduğu felsefeyle taban tabana zıttın, nedir böylesi? Düşündüklerinle eylemin örtüşmüyor galiba. Bu, ikiyüzlülük değilse, en azından beceriksizlik, düşünce tavır uyuşmazlığı olmuyor mu?" (İnsan insana Eklene Eklene, 74.s. * )

Bu bağlamda Türkçede düşünmenin önemi de, yöntemleri de, kısacası Türkçe felsefe yapmak da yazarca örneklemelerle irdeleniyor. Kavramların Türkçe düşünsel değeri vurgulanıyor: “Düşünsel metin de dile dayanmak zorundadır.” (İnsan İnsana Eklene Eklene, Kavramlara Şaşı Bakmak başlıklı deneme, 58.s.) ya da “Mantıksal, dilsel boşluğa düşmemek için kavramlarla düşünmek gerekir." (Aynı denemeden, 57.s.)

Yazın dili de çok işlevsel ve akıcı olan yazar, dille (Türkçe’yle) düşünce arasındaki bağları da irdeliyor. Ülkemizdeki dil zenginliğinin yanı sıra, Türkçe dışındaki dillerle yaratılmış bir sanat yapıtına ya da bilimsel yapıta tanık olunmadığının altını çiziyor ve “yazılı dilin kültür dili” (Aynı yapıt, ‘Ortak Paydamız Türkçe’ 126- 131.s.) olduğunu da vurguluyor.


Deneme türünün üreticiliğini, felsefenin ‘bize özgü kapısını açmak’ olarak değerlendiren ve işleyen yazar, bu yanıyla çok önemli bir boşluğa da parmak basıyor: Yaşamsallığın ve ulusallığın egemen olduğu konularda, gerek dilde gerekse düşüncede yerli yerindeki Türkçe kullanımıyla birleşilerek özgünlüğe ulaşılabileceğini kanıtlıyor. Başka bir deyişle Osman Bolulu’nun denemeleri, klasik tanıma uygun olmakla birlikte, dil, ulusallık, yerellikteki felsefi düşünce kurgusuyla bir aşkınlık içeriyor: Bilimsellik ve nesnelliği de gözardı etmeden özgün ve çağdaş bir biçimde klasikliği aşıyor.


(*) İNSAN İNSANA EKLENE EKLENE, Deneme /168.s. Güldikeni Yayınları, Nisan 2001, 2.bası (1.bası 3000 adet, 1998’de yapılmış.)







 
 
 


 
 
 
 
 
 

 

 

 

Etiketler:

Yorumlar (0 )