MUZAFFER UYGUNER

 
 
1-
 
Muzaffer Uyguner

 

Cumhuriyet /Kitap  
S:504 14 Ekim 1999

 

 

 
Dilimizin kullanımında titiz bir işçilik göstermiş, değişik sözcüklerle tümceler kurmuştur.
Arı duru, anlaşılır Türkçe. Türkçe dil işçiliğine özende son derece titiz. Dolanıma girmemiş sözcükleri kültür diline ağdırma.
 
 
2-

 

Muzaffer Uyguner 
("Uzun Koşu" şiir kitabı hk.)
Damar, S:49 Nisan 1995

 

 

 
Şiirine baktığımızda , sözcüklerle  savaşımı görülür ve daha çok dilimize özgü, kimsenin pek kullanmadığı sözcüklere ağırlık verilir. Dilimizin enginliğini, sözcük hazinesinin zenginliğini ortaya koyar. Sözcüklerle savaşarak ve onları istediği gibi kullanarak, onları istediği yere oturtarak yazmıştır şiirlerini.
 
 
 
 
 
 3-

 

 

 

 

 

ÜRETİLMİŞ DÜŞÜNCELERE EKLER

 


MUZAFFER UYGUNER
Cumhuriyet Kitap, 504.s. 14 Ekim 1999
 

Damar S:132 Mart 2002 (Ne dediler bölümünde)

...

Kitaptaki denemelerde, herhangi bir konuda, bilinen yerde kalmamak görüşü egemendir. Bilinen gerçeği, bir bilgiyi işlemek ve yeni katkılarla konuya eğilmek kitabın özeti sayılabilir. Zaten ‘eklene eklene’ demesindeki anlam da bunu ortaya koymaktadır.

Bolulu, bu kitaptaki denemelerde insan ve kişilik, uygarlık, halk, yaşam konularına da eğilmiştir.“İnsanları tarihsel koşulları, edimsel, işlevsel nitelikleri, öz görevlerinin gerçeğiyle yerine oturtmak" gerektiği görüşündedir. İnsan olarak kavramlarla düşünmek gerekir diyor. Uygarlığın örgüsünün “insan insana eklene eklene kurulmuş” olduğu görüşündedir. “Uygarlığın, sürekli üretim alanı, birbiriyle elleşmesini bilen, kıskançlığın kıskacına yakalanmayan dostluklarla temellenip geliştiği” inancındadır. (...)

Denemecilik alanında el atılmamış bazı konuları işlemiş, kişilerin kendilerini sorgulamaları gerçeğine değinmiştir. Toplumsal düzene olduğu kadar sanata, yazına, bilime uzanıp el atmayı uygun bulmuştur. Birçok konuyu soru-yanıt biçiminde ele almış, bazı sorular sormuştur hem okura hem kendisine. Böylece okura da düşünme ve üretme payı bırakmayı uygun bulmuştur. Duyarsızlıklara ve toplumsal umarsızlıklara değinmiş ve bazen de bu konuları alaysama düzeni içinde işlemiştir. Okuru, çeşitli sorularla uyanık tutmak da yazılarının özü olarak nitelendirilmelidir.


Denemelerinde çok sağlam bir kurgu düzeni vardır. Dilimizin kullanımında titiz işçilik göstermiş, değişik sözcüklerle tümceler kurmuştur. O, “denemeyi, özgür yapısı, belli alansızlığı, tartışıcılığı, kural kırıcılığı bakımından, şiirin teyzesinin delişmen oğlu saymakta" olduğundan, denemelerinde şiirselliğe de yakın bir sağlam yapı kurmuştur. Denemelerinde sağlam kurgu ve anlatım düzeniyle iletişim sağlamıştır.


 

4-

 

“antilaikliğin önlenmeyen yükselişi” üzerine

Muzaffer Uyguner
Kıyı Dergisi, S:102 Eylül 1994
 

Osman Bolulu, çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanan yazılarını Antilaikliğin Önlenmeyen Yükselişi adlı bir kitapta topladı. Kitap üç bölümden oluşmuştur. Birinci bölüm kitabın adını taşıyan bölümdür. İkinci bölüm "Boğaz dokuz boğumdur" ve üçüncü bölüm de "Diller, ulusların kimlikleridir" adını taşımaktadır. 

Bolulu, birinci bölümdeki yazılarında "Kimim nerdeyim, koşullarım ne? Donanımım ne kadar? Neyi niçin nasıl gerçekleştireceğim?" sorularına yanıtlar aramış ve bunları yazmıştır. Kendisi, bu soruları doğru yanıtlayabilirse "bilince ulaşmışım demektir. O zaman, gerçek, yararlı verime ulaşabilir, esenliğe kavuşabilirim" diyor kitabın başında. 

Kitabın birinci bölümündeki yazılarında Bolulu toplumsal çarpıklıklara değinmekte ve bunlarla ilgili görüşlerini açıklamakta, görüşlerinin desteklerini ortaya koymaktadır.

ma tadır. Bir gerileyiş içinde görülen toplumumuzun günü ve yarını konusunda açık ve gerçek durumları, yazma ustalığının verdiği güçle önümüze sermiştir. Ona göre, "Namuslu aydın ve halk çatışmasında bir yanlışlık, bir çelişme bulunduğunu bilip ona göre tavır almanın zamanı

gelmiştir". Ama, buna eğilen bunu gören ya da görüp de tavır alan yok. Her gün oy kaygısıyla birbirini kötüleyen, yalanlar kıvıran siyasetçilerimiz bizi avutmakta, uyutmaktadır. Halbuki, ünlü ressam Goya, yıllarca önce, "aklın uykusu canavar üretir“ demiştir. Duygularımızı bırakıp aklımızı uyandırmak zorunludur. Bolulu "Belleksiz Toplum” adlı yazısında bir çok gerçeğin özünü belirtmiştir. Görünenlerin, işitilenlerin, okunanların bir daha anımsanmasına yönelik olan bellek, zihnin öteki işlevleri arasında en önemli olanıdır". Belleklerimizi uyandıralım. Kasaba kültürünün tutsaklığından kurtulup gerçeğe yönelmeli, kanı tutsaklığına son vermeliyiz. 

Bolulu'nun "Kanı Tutsakları" adlı yazısında, hiç okumadıkları yazarları üstün tutan, onların üstünlüğünü savunan aydınlardan sözedilmektedir. Öğretilenlerin yanında kendi çabamızı da kullanıp gerçeklere ulaşmak zorundayız. Benbilirimcilik, çokbildimcilik bizi bir yere götüremez. Bolulu, işte bu duruma da parmağını basmaktadır yazılarında. "Kendini Aşan Politikası“ yazısında, politikaya soyunan ezbercilerin ve çıkarcıların davranışları

çıkar karşımıza ve gerçek politikacıyı tanımış oluruz. Bolulu, Köy Enstitüsünden yetişmiştir. Bu enstitülerin eğitim ve kültür yaşantımızdaki yerini çok iyi bilmektedir. Onun da belirttiğine göre, bu enstitülerin kişilik modelinin temelleri şöyle idi: “1. İş içinde yarara dayalı eğitim, 2. Yönetime katılma, sorgulama, sorgulanma 3. Yaşamını kendi kültür değerleri üzerinde yüceltme, 4. Dünyanın temel edebiyat, sanat  düşün yapıtlarını okuma, 5. Özel ve genel çevresindeki sorunları bilip onun sorumluluğunu taşıma" (s.39). 

Bunları kaldırıp yerine ezbercilikten öteye gitmeyen gericilik okullarını açanlar ülkemize büyük kötülükler yaptıklarını görüp acaba pişman oluyorlar mı? "Antilaik yükselişin meyvelerini toplayanlar, ne yaptı şimdiye değin? İçeriği ve yöntemi ne olursa olsun, kendi inancı doğrultusunda sürekli çalıştı /.../ Kendimiz gibi olacağımız sanısını yarattı. Disiplinli bir örgüt oluşturdu. Elindeki seçmenlerin üstünde oynamak, onu kliklere bölmek yerine

sürekli yeni seçmen yetiştirdi. Her fırsatta devletin içinde mevziler elde edilip amacına göre kullandı. İç ve dış kaynaklardan (yolu bilinen ya da bilinmeyen) parasal destek sağladı" (s.43-44). Ama, laikiz diyenler akıllarını uyandıramadı. Saldırılar karşısında bile uyanamayanlar bugün de konuşup durmaktadır her akşam televizyonlarda. Bolulu vaktiyle Kayseri'de yapılan bir öğretmenler toplantısında saldırganların "Allah Allah", "Vurun din düşmanlarına”, “Bunları öldüren cennetlik olacaktır" bağırtıları karşısında büyük boy Türk bayrağına sarınıp saldırılara karşı koyan öğretmenden söz etmiştir. O saldırıların da 2 Temmuz saldırılarından farkı yoktu elbette. İleride neler olacak bakalım? 

Bolulu, ikinci bölümdeki yazılarında yazın, yazmak, eleştiri konularına eğilmiştir. Ona göre, "Yazı yazmak, salt yaşanmış ve gözlenmişin öykülenmesiyle, düşünülenin anlatımıyla olası değildir. Bunların üstünde okuyacaksınız, araştıracaksınız. soracaksınız, danışacaksınız, sözcüklerin özel, genel anlamlarını, karşıt anlamlarını, anlam çevrelerini, neleri çağrıştırdığını bileceksiniz” (s.78). Onun "Edebiyat Eleştirmeni" konusundaki yazısı da geniş bir açıdan konuya bakan bir yazıdır. 

Kitabın üçüncü bölümü ise dil konusuna ayrılmıştır. Dille ilgili çeşitli ve değişik konulara değinilmiştir bu bölümde. ”Sözcüklerin Psikolojisi", "Reklâm Türkçesi", Türkçe Yozlaştırılıyor mu?", "Yabancı Sözcükler ve Dil Tıkanması” başlıklı yazıları konuya ışık tutmaktadır. Ona göre dili bozanlar şunlardır: "1. Yüce koltuklardaki kimi sorumsuzlar, 2. Eskiye bağlı olanlar, 3. İkili kafalar, 4. Batı hayranları, 5. Aydınlar, yazarlar, çizerler, 6. Politikacılar, 7. Gazeteler 8. Radyo-Tv'ler, 9. Reklamlar-İlanlar, 10. Sinema afişleri. 11. Üniversiteler, 12. Bürokratlar, 13. Eğitim öğretim kurumları" (s.109-113). Geriye ne kaldı? Halkın yüzyıllardır kullandığı sözcükler bırakılıp yerlerine halkın bilmediği eski sözcüklerle Batılı sözcükler kullanılmakta ve bunların kullanımı da kurallara uymamakdır. Kitapta, sözcüklerin anlam derinliğine inen, bunları irdeleyen yazılar da var. 

Kitap, bilinçsiz bir yönlendirmenin toplumdaki kötülüklerini birçok yönüyle ortaya koymuş yazılar toplamıdır. Toplumu yiyecek canavarın gelmekte olduğunu açıkca belirtmektedir.

 

Osman Bolulu, Antilaikliğin Önlenmeyen Yükselişi,

Prospero yayını, Ankara 1994, 129 sayfa.

 

 

 

5-

  

“uzun koşu” üstüne notlar

Muzaffer Uyguner
Kıyı Dergisi S:111 Haziran 1995
  

Şair, denemeci ve eğitimci Osman Bolulu’nun “Uzun Koşu” adlı yeni bir şiir kitabı yayımlandı. Kitaptaki şiirler, üç arabaşlığa bağlı olarak, 24 şiirden oluşmuştur. Bunlardan 20'si daha önce Pencere, Dünya Kitap, Türk Dili, Damar, Yeni Biçem, Çağdaş Türk Dili, Kıyı, Abece, İnsancıl ve Karşı gibi dergilerde yayımlanmıştı. Bolulu kitabının adını ilkin, "Hüzünleri Soyundum Eğnimden" diye düşünmüştü. Sonradan, kitabına "Uzun Koşu" adını verdi. Bu davranış bir bakıma insana, sanatçının şiir becelleşmesinde giriştiği direnme koşusunu da anımsatıyor. 

Bolulu, kitabının yalnızca adını değiştirmekle kalmamış; şiir adlarında ve dizelerde de pek çok değiştirimler yapmıştır. Bu onun, şiirlerini ilk yazıldığı gibi bırakmadığını, ürünleri üzerinde sürekli olarak çalışıp onları durmadan geliştirdiğini gösteriyor. Örneğin ”Yalnızlık" adlı şiirin ikinci bölümündeki "sinsi koyaklarda yuvalanır anası" dizesi, eskiden "sinsi koyaklardaki tekilliktir anası(s. 9)" biçimindeydi. "Nesimî” başlıklı şiirin ilk iki dizesi ise önceleri "Ey Nesimi / salt sen misin zulme düşenlerin piri / süzülüyoruz acıların imbiğinden (s. 18)" durumundaydı. Bütün bu tür çalışmalar, sözcüklerde fazlalıkları atmaya, anlamı daha yoğunlaştırmaya yöneliktir. 

Öte yandan şair, 37. sayfadaki “Dön Bana“ adlı şiirden bir dörtlüğü, kitabının en başında koymuştur. Bu da onun gerek kişisel olarak, gerekse toplumca yenilgiye asla katlanamayışımızı vurgulamaktadır. O, 1. bölümde yaşama, geniş bir görüngüden bakar. İçsel yalnızlığın buruk acısını belirtirken, "yalnızlığı“ şiirin kaynağı ve herkesin ortak paydası olarak göstermeye çalışır: "yalnızlıktır şiiri damıtan /… Herkesin ortak paydası / kendi gurbetine tutsak olması (s. 10). Yaşlılığın insan varlığına yüklediği bezginliği dile getirir. "Külhanında binlerce aşk pişerdi nar gibi / nerden çıktı bu tavşancıllık/ avcılar dadanmıştı dinginliğine(s.11). 

Bolulu olaylara, durumlara ve yaşantılara son derece duyarlıdır. Başkalarının göremediklerini o, hemen görür ve onlardan derin bir biçimde etkilenir: “yüreğin çok dallı anten / kırk renkten kırk bin sevgili / kanıma batırır ellerini (s. 12), "Kıdemli bir acı /yüreğinin kapısında kişner durmadan (s. 17). Yer yer çocukluğunun ve ilkgençlik dönemlerinin geçtiği kırsal içerikleri yansıtır. Geçmişte yaşadığı kavruk ve acılı günlerle, didinip kazandığı şimdiki varoluşa değinir: "Sevginin yeşerttiği doğa / boğaz boğaza / birlikte gerildik çarmıha / Tutundum beynimin kollarına / Kendimi doğurdum kendim /… Kinleri hoşgörüde törpüledik ilkin / sevgi gözelerinde çiçeklendik /… Acıları sabrın sarnıcında damıtıp / güzelliklerin yaylasındasergilendik (s. 35-46-47). Bu arada şairlerin yaratma serüvenindeki acılarını, Seyit Nesimî'nin acısına eşdeğer tutar. “Yüzülüyoruz içimizden içimizden / Hüzünlerin tespihinde yan yana bir bir / bütün şairler / onulmaz acılarla Cihangir (s. 18). 

Sanatçı, acının da evrensel kaynaklarına eğilir. Bu duyguyu insanın çıkar çatışmalarında, sömürüde ve insani değerlerin yozlaşmasında görür: “Bosna-Hersek'te korunaksız kuş / Afrika'da bir dilim ekmekle vurulmuş/ Filistin'de fitili çekilmiş bomba / Hiroşima'da kara bulutlara savrulmuş / yumrukla bölünmüş karpuz kırmızısı / Diyarbakır'da dağlara yukarı (s.21). Zamanın akışı içinde insanoğlunun üretme - yaratma" sancısı, savrulma ya da otsu bir yaşantı arasında arasında gidip gelmelerine değinir: "Ne iyi/ kabuk ve durağanlık / zamanın ucunda yaprak mıyım / üretmek yaratmak sancısı / içimizin en büyük avcısı (s.25-26). Evrenin ve yaşamın türlü karşıtlıklarına değinir. Gençlik - yaşlılık, umutluluk-umutsuzluk, kaçkınlık - atılganlık, yalınlık - derinlik, karanlık – aydınlık, dilsizlik - konuşkanlık, esriklik - ayıklık ve yerlilik - evrensellik kavramlarını bir bütün bağlamında ele alır. 

Kitabın II. bölümünde aşka, III. Bölümündeyse tümüyle Türk dilinin önemine ağırlık verildiği görülüyor. Şair, geçmişteki gönül yaralarını dışa vurur: “Uçuçböceği mi senin soyun / Ben eski aşk müzisyeniyim / bilmem mi derinliğindeki depremi(s. 13). "Ferhat'ın yardığı sadece bir dağ / Aşkımla ufalandı koca bir çağ (s. 53). O, tam bir Türkçe tutkunudur. Durmadan dilin olanaklarını zorlar. Yerel dille, konuşma dilinin kültür diliyle bütünleşmesini ister. Yerel dilden aldığı birçok sözcüğü, uyumlu bir biçimde, şiirine yedirir.  

Osman Bolulu, şiirinin yapısında da birtakım açılımlara yer vermiştir. Halk şiir geleneğinden yola çıkarak, onun kimi öğelerini çağdaş şiir potasında ustaca eritir. Önem verdiği dizelerin ilk harflerini büyük harflerle yazar. Dize bağlamlarını düşünce ve imgenin yoğunluğuna göre ayarlar. Şiir başlıklarını, eski şiirlerinde kullandığı başlıklardan daha özgün bir yapıya dönüştürmüştür. 

Bolulu'nun çok yönlü üretkenliğini, giderek bir kuşak sorunundan daha ötede görüyorum.

 

 

(1) Uzun Koşu (şiirler), Osman Bolulu, İlkyaz Kitaplığı Y. Ankara, 1995

 

 

 

 

 6-

 

 

 
bolulu ile "güle yolculuk"
Muzaffer Uyguner
Kıyı, S:143 Mayıs 1997
 
 
 
Osman Bolulu, 40 yılı aşkın şiir serüveninin kilometre taşları olan beş şiir kitabından seçtiği şiirleriyle 20 yeni şiirini topladığı kitabı ile bizi de Güle Yolculuk'a çıkardı. Bu yolculukta, onun çeşitli ana konulara değinen şiirleriyle, şiirsel bir ortamda yürüyoruz, yürüdük. Bu şiirlerde, “toplumsal yaşamımızın izdüşümüne, duyarlığımızın esintisine" rastlıyoruz. O, ne kadar namlu varsa kurşunlarını söküp onlardan kalem yaparak çocuklara "kardeşlik" yazdırmaktadır. Kavgalardan uzak, kardeşlik ve barış içinde bir yaşamın savunucusudur. “Tetik çekilmeyecek kinle“, "yüreğimiz sevgilerin hanı" olacaktır. “Kamusal birliğin" işçisi olduğunu da belirtir ve bunu sağlamaya büyük önem verir.
 
Bolulu, Atatürkçüdür ve Atatürk onun için çok önemli bir kişidir. "İlk Dersimiz Atatürk“ başlıklı şiirinde, ilk dersimizin bu olduğuna inancını ortaya koymuştur. Çünkü, “Sevgilerin, insanlığın durağı / Birliğin tutkalı / Sonsuzluğa dek bitmeyecek masal"dır bir bakıma Atatürk; elbette gerçeği görenler ve bunu anlayanlar için. Bunun yanında Türkçemiz de çok önemlidir ona göre. Kitabın 5. bölümünün ilk sayfasında şu dizeleri okuruz:
 
Beynimde kimlik
Seninle düşündüm ilk
elimden, ayağımdan yüce organım
evrensele uzanan yanım
 
TÜRKÇE (s.115)
 
Çünkü, Türkçemiz, "Tan yerinden temiz / ulusal kimliğimiz / Türklüğün omurgası / dünya durdukça durağı"dır. "Pınarında yuna yuna / gideceğiz bitmezin sonsuzluğuna / her birimiz Atatürkçe" (s.118). Sözcüklerle sevişir, onlarla ilişkiler kurar, koynuna sözcük almadan yatamaz (s.119, 121). Bu sözcüklerle kurar şiir dünyasını. Ona göre şair, "Tören atına biner gibi biner/ imgelerin üstüne", sözcüklerle güle yolculuğa çıkar; "Kentte kamyon şoförü gibi sürer sözcükleri / demirci hantallığıyla döver tümceleri" (3.55). Ama, "sayrı bir yürektir imgelerin kucağında / temmuzca sıcak, eylülce esintili / lirizmin alnınıza düşen öpücüğü". Şairin yüreği "çok dallı anten“dir; çiçekler şakıyorsa birinden / bombalar ağar ötekinden" (s.70).
 
Şiirlerinde sevginin ardındadır. “Sevgi var ya sevgi / Yüreğimi büngüldeten / Salt gerçek“ der bir şiirinde; başka bir şiirinde ise "Yüreğimiz sevgilerin hanı“ olarak anılır. İnsanı "fırtınasına sevmişim seni" diyerek yüceltir. Sevginin yanında aşk (sevi) da yeşerir elbette. "Dünyayı gönderine çeken kız" aşk gecelerini kayıtına geçirir ve öyle yaşar. Bu tür şiirlerine ayırdığı III. bölümün başında şu dizeleri var:
 
Sormayın aşk tarihindeki sabıka kaydımı
Kaç ahlâk komiseri yorgun düşmüştür.
Güzelduyu aynasında dokuyup aşkın görüntüsünü
Şiirde mühürlüyorum
İnsanın ışıkla yoğrulmuş örüntüsünü (s.77).
 
 
Ona göre, "Aşk yaşanırken şiiri sonraya kalır” insanın. Çünkü, “Nasıl ulaşılabilir o doruğa / Aşklar ölmez / dünya bin parçaya bölünsede" (3.86). Aşkın yanında yalnızlık ve hüzün de sarsar insanı, yürek yalnızca bu aşk için değil bunlar için de gümbürder. “lsırgan otlarının boy attığı ormanlar“dan "gelmiş kocaman bir ağaç"ın yalnızlığını duyumsar bazen. Kent yaşamı içinde, yürüdüğü sokakta yürüseler de insanlar, konuştuğu dili de konuşsalar, "saz benizli üniversite öğrencileri / Konfor avına salınmış gecekondu kızları, tay bacaklı“ ve "Bakımlı kısraklar kadar esrik kadınlar" bulunsa da çevresinde, insan gene yalnızlıkla boğuşabilir. Zaman zaman da “biner dinginliğine yalnızlık" ve "Basar üzengisine / Ebedi hükümdar / hüzün" (s.68). Hüzünleri, "içimizin gurbetine bayrak" da yaparız zaman zaman. Ama hüznün yanında sevinç de vardır elbette. Sevinç, bu gibi "uğruları doğrayacak" hızlı bir bıçaktır.
 
BoluIu, kent yaşamını da geniş ölçüde ele alır, toplumsal yaşantıya da bakar. "Başkente Vurmuş Biri" şiirinde, biraz önce andığım görüntüleri betimler, herkesin kendi havasında olduğuna değinir. Kentte, bu ortam içinde, "Anılar, suya atılan şeker gibi" eriyiverir. "Sular, yalnızlığın kıyısına dökülür" ve sigaraya başlar, meyhanelere düşebilir. Toplumsal yaşama dönük görüşleri bazı şiirlerinde ironiye dönüşür. Toplumu gerçekliğiyle göremeyenlere "Bu Toprak" şiirinde şöyle seslenir:
 
Necidir, o şairler
Köhneyi biçim kırarak yineleyen
Kimin şarkısındadır o aydınlar
Eski yargıların terazisinde
Uzgörüyü köstekleyen (s.22)
 
Kitabın IV. bölümdeki toplumsal şiirler, belirttiğim gibi, ironiye dönüktür. İki dizeden oluşan “Akıl" şiiri şöyledir: “Kimi akıldan piyade, kimi akıldan jet / Bir aklı karar görmedi gitti şu memleket" (s.94). "Kazak Abdal Ağzıyla" başlıklı şiiri bu konuda önemlidir; bu şiirde “Biz dürüstleri aptal sananın / Hem aklına hem fikrine" der. Halbuki, “Hırsızlıkta rüşvette azdıkça / Kimileri, büyük adam olur“. Bu, toplumumuzun bugünkü yaşamını yansıtır böylece.
Denk Bozulmasın" şiirinde, suskun bir toplumun sessizliğine değinir ve "Bozmayın, bu alışılmış düzeni / Evet evet'lerle sallansın başlar" dizeleriyle durumu belirtir. Halbuki, “Bu çeşmeler temiz ve doğru akar / Elini çekiverse şu düzenbazlar"; ama, "Tümünün gözü aç, tümünde birer çanak/ Bu çeşmeler, nasıl hakçasına akacak“ (s.100). İt ve Ben“ şiirinde, "Öter durur herifçioğlu / Sanki bir ramazan davulu“ dizeleri de boş yere konuşan, yalanlarla
toplumu yönettiğine inananların eleştirisidir. “Senin Gözünle" başlıklı dörtlüğü de anmalıyım. Bu ortamda gene de dirençli olmak gerekir. "Yeniyetmeliğine tırmanan delikanlılar kadar inanmış / Direncimin aydınlığında yürüyorum" diyerek nasıl davranılması gerektiğini vurgulamıştır "Başkente Vurmuş Biri" şiirinde. “Kendinin Demircisi" şiiri de bu bakımdan anılmalıdır. Oradaki “tutundum beynimin kollarına / kendimi doğurdum kendim" dizeleri direnişin dayanağını gösterir. "Kilometre Taşları"nın şu öbeği nasıl davranılmasını belirtir:
 
Sevgiyi terkimize sara sara
Umudu yakıp çıra çıra
Düşünceyi çekip gergeflere
Deneyimi yollarımıza öre öre
Direncimizde yarınları göre göre (s.41)
 
Bu anlayış içinde olan Bolulu, birçok durumda direncini göstermiştir. Şiirlerinin genelinde de bu direnci görüyoruz. "Eğer direnç suyu verilmişse bu halka / Bilin ki, benim ellerim örmüştür bunu" dizeleri de önemsenmelidir.
 
Şiirlerinde vatan ve doğa da yer almaktadır. Çocukluğunun geçtiği yerleri anan "Boğalı Dağlarında Kalan“ şiirinde doğayı geniş ölçüde buluyoruz. "Vatan" adlı şiiri de bu konudaki duyumsamalarını ve gerçekleri yansıtıyor.
 
Şiirinde biçim ve düzen
 
Bolulu, ölçü ve uyak bakımından özgür bir anlayışla yazmıştır şiirlerini. Bazı dörtlükler ve bu dörtlüklerde uyak görülür. Türkçeyi seven ve savunan Bolulu, sözcüklere ve bunların dize yapısı, tartımı içinde yer almasına önem vermiştir. Bu arada yerel bazı sözcüklere de yer vermiştir şiirlerinde. Şu dizeleri örnek olarak anabilirim:
 
kösnük mü kösnük, düşümün delisi (s.31)
Yörünge dışında dalbına dalbına (s.31)
Diskoteklerde şarkıların çoynak (s.42)
Bastığı yeri seçiklemeyen (s.43)
Gürelliğimin yelkeni (s.44)
Kirtim kirtim dokunan coğrafyadan (3.50)
 
Daha pek çok örnek gösterilebilir. Şiirlerde ikilemeler de görülmektedir. Bazı örnekler:
 
gözyaşımla suladım, siyim siyim (s.30)
yörünge dışında dalbına dalbına (s.31)
Alnına burgu burgu yara bulut (s.35)
Göz göz, yerden bitme insan olurlar
Nokta nokta, karaçalı sandığınız (s.50)
Kurt kuş, börtü böcek (s.52)
Dölü döşü katımlı (s.94)
 
Bu örnekler de çoğaltılabilir. Son iki örnek ters yönlü ikilemedir. "Kilometre Taşları"nın yukarıda andığımız dizelerinde de yinelemeler var. Bazı şiirlerde üçlemeler de görülüyor: Yollar, yollar, yollar (s.60); Ha sallan, ha sallan, ha sallan (s.82). "Uzak Gecelere Çağrı"nın son üç dizesi birer birer "uyan" sözcüğünden oluşuyor (s.83).
 
Bazı şiirlerde dize yinelemeleri görülüyor: “Yüreği Yapraklarca Efileyen Küçük Kuşa Dedim" (s.81), “Gitmek Korkusu" (s.88) ve "Yitik" (s.90) şiirleri anılabilir. Bolulu, şiirlerinde güzel benzetmeler de yapmıştır. "Zeytin zehiri", "kızlar gibi çapkın”, "Açılan kapı çiçek gibidir", Günler bir dişi tay mı" ve "Yalnız sizin, üveyik gözlü kadınlar" örnek olarak belirtilebilir.
 
Osman Bolulu, sağlam yapılı, çok değişik ana konuları şiirsel söylemle çok değişik ölçülerle önümüze sermiştir. Şiirinin dili tam bir Türkçedir ve simgeleri de yerli yerinde kullanarak şiirine yön vermiştir.
 
 
 
Osman Bolulu, Güle Yolculuk, Şiirler, İlkyaz Kitaplığı
Yayını, 1996, 160 sayfa.
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



 
Etiketler: dil türk dili

Yorumlar (0 )