TÜRK DİLİ VE YAZINI EĞİTİMİ ÜZERİNE

TÜRK DİLİ VE YAZINI EĞİTİMİ ÜZERİNE

 

 
 

TÜRK DİLİ VE YAZINI EĞİTİMİ ÜZERİNE (*)


Edebiyatçılar Derneğinin düzenlediği MÜFREDAT PROGRAMI VE EDEBİYAT DERSLERİ konulu toplugörüşme (panel)de (10 Ocak 1994) bana yöneltilen soru, "Edebiyat öğretiminde yöntem sorunları ve bugünkü edebiyat öğretimi konusundaki görüşlerinizi belirtir misiniz?' biçimindeydi. Soruyu yanıtlamak için önce edebiyat ve edebiyat çevresindeki kavramlara açıklık getirmek gerekir.

Yazın (edebiyat): duygu, izlenim, düşünce, tasarılarımızın, olguların etkili ve güzel biçimde anlatımıdır.

Yazının (edebiyatın) konusu insandır, insanı anlattığı için aracı da insandır. İnsanı, dolayısıyla toplumu, insanın insanla, insanın toplumsal ve doğal çevresiyle ve kendisiyle ilişkilerini konu edinir.

Yazın'ın Amacı ve İşlevi Nedir?

Yazın; yazınsal metinler yoluyla insanı, öbür insanların serüveni içinde yaşatmak, mevcut katı ortamın dışına taşırarak hayal gücünü genişletmek, yeni şeyler düşündürerek, yorum yaptırarak iç dünyasını zenginleştirmek (varsıllaştırmak); insanı öbür insanlara bağlamak, tek boyutluluktan kurtarmak, bütünleştirmek, çevresiyle bağlarını güçlendirmek, bireyselliğin öksesinden kurtarmak; kazanımlarıyla iç yaşamını değiştirip dönüştürmek, geliştirmektir. Yani eskisine göre yeni bir insan yaratmaktır.

(Burada sözü edilen bağlılık, bağımlılık olarak alınmamalıdır; insanın kendisini başkasında, başkasını kendisinde yaşaması olarak düşünülmelidir.)

Yazın Eğitimi mi, Öğretimi mi?
 
Yazın; doğruluğu-yanlışlığı tartışılmayan somut gerçekliği bulunup bulunmadığı araştırılmayan yaşam biçimlerini, insanın iç serüvenini, kendisiyle çevresi arasındaki olumlu-olumsuz ilişkilerini ele alan kurmaca metinlere dayalı olduğuna göre bir bilgi değildir; yaşam kesitleridir, düşünceler, düşler, yeniye ve değişikliğe yönelik istekler ve özlemlerdir.

Yazın, daha çok insanın iç dünyasına yöneliktir: Bilgi gibi dış dünyayı, nesnellikleri, genellemeleri, kesin kuralları içermez. Kişiye/okuyucuya göre öznellik taşır. İnsanın çevresiyle ve kendisiyle öznel ilişkilerini işler. Algılamasına olanak yaratır, düşünme yetisini güçlendirir, yorumlama gücünü geliştirir. Tasarımlara, düşlemelere götürür insanı. Yeni tavır ve kişilikte insan yaratır. O zaman yazın bir bilgi değildir: Düşünme, dünyasını genişletme/değiştirme, başka insanlara katılma eğitimidir. Anadilini kavratma, anlatım gücünü geliştirme, anadilini doru kullanma beceri ve alışkanlığını kazandırmadır.

(Yazın bilgisiyle kişinin beğenisini yücelten, düşünce ve davranışlarını değiştirip geliştiren yazın kavramı, birbirine karıştırılmamalıdır.)

İyi Bir Yazın Eğitimi Nasıl Gerçekleştirilebilir?

Bu sorunun yanıtının bir bölümü, yukarda yaptığımız tanım ve betimlemelerin içinde gizlidir. Daha büyük bölümü ise, BUGÜNKÜ DURUM başlığı altında saklıdır: Olumsuzlar, doğrusu nasıl olmalıdır biçimine dönüştürülürse, izlenmesi gereken yöntemlerin neler olacağı, ortaya çıkar.

Bununla birlikte bir iki noktayı vurgulamakta yarar var. İyi bir yazın eğitimi için:
* Çağa ve insana uygun bir izlence,
* İzlencenin uygulanmasına ilişkin yöntemlerin açıkça belirtilmesi,
* İnsanlık durumlarını işleyen yazınsal metinlerin seçilmesi,
* Öğretim yöntemlerine ve öğrenciye uygun olarak hazırlanmış kitaplar,
* Evrensel değer ve yargıların hiçbir şekilde dışlanmaması,
* Dar bir ulusçuluk ve yerlilik görüşüne saplanmamak,
* Yazın eğitimini yapabilecek yetiklik ve kültürde öğretmen,
* Yazın eğitiminin gerçekleştirilebileceği ortam ve koşulların kısıtlamasız hazırlanması gereklidir. 
* Yazın eğitimi, hiçbir zaman tek kitap üzerinden yürütülmemeli; başka kitabı,
dergisi, gazetesi, kitaplığı, kitap incelemesi, konferansı, gezisi, serbest kitap okuması
ve eleştirisi, tartışma ortamı gibi geniş boyutlar içinde gerçekleştirilmelidir.
* Yazın eğitimi, kesinkes metinlere dayalı olmalı.
* Öğrenci metin içinde yaşatılmalı.
* Metin_ seçiminde, öğrencinin. Bedensel ve ruhsal yapısı göz önünde tutulmalı.
* Metinler işlevsel özellikleriyle ele alınmalı, metinler yoluyla öğrencinin duygu alanını genişletmek, hayalini kamçılamak, düşüncesini değiştirmek, yorum yeteneğini
çoğaltmak amaçlanmalıdır.
* Metinler üzerinde tek boyutlu yorumlar yapılmamalı, kesinlemelerden kaçınılmalıdır. 
* Metinler çağının ve koşullarının içinde yorumlanmalıdır.
* Metinler, kuru bilgi ve tanımlar için birer araç değil, yaşam kesitleri olarak değerlendirilmelidir.
* Metinler yoluyla karşılaştırmalar yapılmalı, eleştirel düşünüşe geçilmelidir.
* Geçmişi ve günümüzü anlatan yapıtların yaşamı ve bizi nasıl etkilediği tartışılabilmelidir.
* İlkin somut yaşam, olay ve gerçekliklerden yola çıkan metinlerden başlanmalı (ama düş yanını gözardı etmeyerek) (Daha çok ilk sınıflarda)
* Sonra düz anlatımlı metinlerle anlama ve kavrama gücü geliştirilmeli (daha çok ortaokulun ilk sınıflarında)
* Giderek sanatsal metinlere ulaşılmalıdır. (Ortaokuldan başlayarak liseye doğru.)

BUGÜNKÜ DURUM

*İzlenceler (Programlar):

Cumhuriyet döneminde hazırlanmış izlenceleri  ortak özelliğine baktığımızda, ilkin bunlar pek fena görülmüyor, çağın gerisinde kalınmamaya çalışılmış; Ancak izlence ile kullanılan ders kitapları, uygulama ve alınan sonuçlar karşılaştırılınca iş değişiyor. Gerici anlayışın son yıllarda_egemen olduğu, bugünlerde ise doruk noktasına çıktığı, hele kredi uygulamasına geçildiğinde izlence olmanın dışında her şeye benzediği görülüyor.
* En son izlence (eskilerinin üstünde oynanarak) 1957'de hazırlanmış. Aradan 37 yıl geçmiş; insanın niteliğinde, görüşünde, anlayışında değişimler olmuş; dünya sürekli çalkantılar yaşamış. Sürekli değişen ve gelişen insanı konu edinen yazın için, böylesi bir izlencenin ne kadar geçerli olabileceğini düşünüyor musunuz? 

* İzlence hazırlayıcılarından Hikmet İlaydın, yazıya geçen bir konuşmasında
“izlencenin yazın bölümünün Fransa'dan, kompozisyon bölümünün Amerika'dan
uyarlandığını" söylüyor. Böylesi bir izlence, ne kadar bizdendir? Bu ne garipliktir; bir yandan divan edebiyatıyla Arap'a, Fars'a bağlan, ve Sonra da Batı'ya yaman...

* MEB, kredi uygulamalarıyla ilgili açıklamasında yineleyerek belirtiyor ki, yazın eğitiminde:

- Milli ve manevi değerlere bağlı kalınacak,
- Geçmişimizden kopulmayacak,
- Atatürk ilkelerinden sapılmayacak. 

* Yazın bağlılık mıdır, özgürlük müdür?
* Geçmişten gelende, geleceğimizi aydınlatacak neler gizli ki? Geçmiş diye nereye ulaştığımız, herkesin bilgisi içinde değil mi?
* Şu "milli ve manevi değerlerden" amaç nedir? Kendi yapımız üstünde temellenerek evrensel boyutlara açılmak mı? Yoksa Osmanlılığın özlemini çekmek, sürekli İslâmı yeğlemek mi?
* Sadece adı geçen Atatürkçülüğün ne kadarı, nasıl gerçekleştiriliyor? Atatürkçü anlayış, hangi tutumla ele alınıyor? Bugün mistik ve şoven ulusçuluğun batağında Mustafa Kemal ulusçuluğunun bile gerisinde mi kalınmıştır? Kaldı ki, kendilerini Atatürkçü sayanların büyük bir bölümü de, Atatürk'ün salt rejimsel ve biçimsel yönüne bağlı kalarak Atatürk'ün bizim yaşamamızın gereklerinden çıkardığı laik, bilime dayalı, ileriye yönelik eylemsel görüşlerini dondurmuşlardır. Dahası, yazını rejimsel düşünmek, yazına ne getirir?
* İzlenceye alınacakları; yazarı, düşüncesi, kişisiyle ve yöntemiyle siyasal yetke belirliyor. Bu durumda siyasal yetke değiştikçe yazın izlence ve uygulamalarının düşüncesi ve içeriğiyle değişmesi; yazın olmaktan çıkıp güdüleme aracı durumuna düşmesi doğaldır.
* Gerçek Türk yazını, dünyada saygın bir yer kazanmaya başlayan Türk yazını, resmi kurumlardan almamıştır, itici gücünü. Cumhuriyetin ilk yıllarında temellendirilen görüşlerden kaynaklanarak ürün vermektedir. Elbet dünyanın değişimindeki oluşumlardan etkilendiği de gözardı edilemez.

(Kredi uygulamasına geçişte de sözüm ona izlenceler düzenlenip yayımlanmıştır. Bunların gerek bilim ve yöntem gerekse içerik bakımından izlencelikle uzaktan yakından ilgisi olmadığı için onlar üzerinde durmuyorum. Çünkü bunlarla ilgili yanlışlıklar, bir kitabın boyutlarını aşar.)

Ders Kitapları:

* Ders kitaplarının neleri konu edineceği, hangi dönemden hangi yazarları, hattâ hangi parçaları içereceği MEB'ca belirleniyor. Bu yazın gibi özgürlük eğitiminin, siyasal yetkenin güdümüne sokulması demektir.
* Gidilecek kanalı, rejit biçimde MEB çiziyor.
* Biz, bu kanalın içinden gitmek zorunda kalan ders kitabı yazarlarını suçlu görüyoruz genellikle.
* Bakanlığın ayağı, milli edebiyat döneminden beriye geçemiyor.
* Hikmet İlaydın, yazıya geçmiş bir konuşmasında, kimi ülkelerde ders kitaplarının üzerinde en az üç imza bulunduğunu; bunlardan birinin bilgi sahibi olduğunu, öbürünün öğretim yöntemlerinden anlayan birisi olduğunu, ötekisinin de kitabın öğrenciye göre yayındüzenini (redaksiyonunu) yaptığını söylüyor.
* Bizde buna benzer örnek var mıdır hiç?
* Ders kitabı hazırlama konusunda yazın çevrelerinin, konunun uzmanlarının, dersi uygulayan öğretmenlerin görüşüne başvuruluyor mu?
* Ders kitaplarını incelerseniz (bütün kademeler için) öğrencinin ruhsal ve bedensel durumlarının göz önüne alınmadığını görürsünüz.
* Kimi zaman ders kitapları, izlencenin önüne geçmiştir. Sözgelimi 1976'da çağdaş düşüncenin dışındaki birisine önce kitap yazdırılmış, sonra buna göre izlence düzenlenmiştir.
* Kitaplarda beğenmediğimiz izlencelere bile ters düşen bir dil ve estetik görebilirsiniz. 
* Cumhuriyet dönemiyle ilgili yazarlar, katkı maddesi gibi kullanılıyor. Batı edebiyatında bile Bodler, Jid ve Oskar Vayld'den beriye gelinememiştir.
* Kitaplar, yazın eğitimine göre değil, zamandizimsel (kronolojik) sıraya göre düzenlenmiştir. Yani edebiyat tarihi öğretimi yöntemiyle, yazın öğretimi birbirine karıştırılmaktadır.
* Divan edebiyatının, dünyası bugüne yabancı, düşüncesi eskimiş, ölü dilli metinlerin e gereğinden çok  yer veriliyor. Örneğin sevgilisiyle el ele tutuşup pastaneye, diskoteğe giden bugünün öğrencisi, divan edebiyatının platonik aşkı ile nasıl bağdaşacak, ondan ne olacak?
* Başka bir kurnazlık daha var; çağdaş yazarlardan da yararlanılacaktır deniliyor ama. Divan edebiyatının çetrefiliyle boğuşa boğuşa yıl sonuna geliniyor, her yıl çağdaş yazarlar beklemede kalıyor. Zaman yetmedi, tamam...
* Eski, anlaşılması güç metinler, öğrencinin parçayı ya da yapıtın bütününü kavramasını engelliyor. Örneğin Fuzuli'nin SU Kasidesinde 150 yabancı sözcük vardır. İdeal bir metinde ancak 8-10 yabancı sözcük bulunması gerekir.
* Eski metinleri sadeleştirmeyi düşünmezler; akılları sıra, o metinler yoIuyla ölü dili dirilteceklerdir, eski düşünceyi kafalara yerleştireceklerdir. Acaba sadeleştirdiklerinde, düşünce sığlığının görüneceğinden mi korkarlar?
* Vedat Bingöl'ün lise kitaplarıyla ilgili bir araştırmasında belirttiğine göre 105 sayfalık metne karşılık 62 sayfalık bilgi yığını var; özgeçmişler ve konu sunuşlarının dışında. Bunun için yazın eğitimi demiyorlar da ebediyat öğretimi diyorlar sanırım. Böylesi, yazını bilgi saymak değil de nedir?
* Kitaplarda (Bütün kademeler için söylüyorum) yazınsal metinler yerine öğretici metinler yeğleniyor.
* Tematik düzenleme yok.
* Yazarın, ürününden çok, ünü ön planda. 
* Öğretim kademelerinin kitapları arasında uyum yok.
* Kitaplar görünüş, düzenleme, resim, fotoğraf vb. bakımından itici, sevimsiz.
* Kitaplar arasında bilgi, yöntem çelişmeleri var. 
* Öğrencinin önsezme, çıkarsama, yorumlama becerilerini geliştirebileceği sorulara gereğince yer verilmemiştir.
* Tartışmaya yer veren sorular, yok denecek ölçüde az. Tartışmaya alışılırsa kuzu yurttaş yerine sorucu yurttaş gelir, işler zorlaşır elbet.
* Özgürlük, demokrasi, sevgi, şiddet, baskı, mutluluk vb. kavramlara gerçekçi boyutla bakan metinleri' ararsanız düşkırıklığına uğrarsınız.
* Alpay Kabacalı'nın 7 Ekim 1993 günü Cumhuriyet Gazetesinde çıkan yazısındaki saptamalara bir bakalım: Lise III kitabında tam 19 yazarı var, hepsi de akademik ünvanlı. Saptamalar ise şöyle: 1. Bilgi yanlışları, 2. Yanlış kurulmuş cümleler, 3. Türkçenin kullanılışında aksaklıklar, 4. Savrukluklar, 5. Yazım birliğinden yoksunluk, 6. Ezberciliği yeğleyen testler, 7. Dizgi yanlışları, 8. Yönlendirmeler. (Hiç kuşkusuz, kendi görüşlerinde insan yetiştirecekler.)
* Bir üniversitenin öğretim kadrosundaki akademisyenler, böylesi bir kitap hazırladıysa, öbürlerinin nasıl olacağını tasarlarsınız artık.
* Mustafa Nihat Özön'den sonra bizde nesnel yazın incelemesini getiren Cevdet Kudret'in kitapları, ancak yardımcı kitaplar listesine girebiliyor. O da, eskiden ders kitabı olarak kabul edildiğinden ötürü dışlayamadıkları için olmasın?.
(Daha sonra ders kitapları içine aldıklarını, sadece duydum)

* Ders kitaplarında insani tavır önde tutulmuyor.
Salt kamucu tutum ve anlayışta insan yetiştirme amaçlanmış. Bunun altında yatan İslamdaki cemaat anlayışıdır.
* Gerçekler perdeleniyor ya da tek yanlı ele alınıyor.

Öbür Görüntü ve Sonuçlar:

* İzlenen yöntem bakımından ilk, ona, lise kitapları arasında uyum yok.
* Araştırmalar, izlencelerin amacına ulaşmadığını gösteriyor. Öğrenci okuduğunu anlama gücüne erişemiyor, yazma becerisini kazanamıyor.
* Yabancı dil tutkusu ve öğrenimi ağırlık kazanıyor, anadili gölgede kalıyor.
* Öğrenci görüş kazanamıyor, temelsiz ve dar bir ulusçuluğa saplanıyor.
* Öğrenci, yazarlardan uygun parçaları ve eserleri seçebilme yetikliğine ulaşabilmiş değil.
* Özgür birey yaratılmıyor, topluma işlevi belli parçalar eklenmeye çalışılıyor. Sözüm oha liberalleşmedir bu. Sen düşünme ben düşünürüm, sen sana verilenleri yapmakla görevlisin düşüncesi, Gazali'nin aklı devreden çıkarmasından başka nedir?
* Ders tek kitaba (çeşiti çok olması önemli değil), sınıf içine, tek öğretmenin görüşüne bırakılmış.
* Türkçe/edebiyat (yazın) derslerini, yüksek öğrenim görmüş herkes okutabiliyor.
* En iyi öğretmenin, konuşan öğretmen değil, konuşturan öğretmen olduğunun bilincine erişilememiş.
* Öğretmenler derslerde hüner gösterme yarışındalar.
* Öğretmen derste Tevfik Fikret hakkında 10-20 sayfa not yazdırıyor.
* Derslerde öğrenci edilgin. (Edilginlikte nasıl yaratıcılık kazanılacaksa?...)
* Öğretmen, öğrenciye “Sen bu tembellikle ancak edebiyat sınıflarında okuyabilirsin." diyebiliyor. (Bu, yazının aşağılanması değil de nedir?)
* Testle her şeyin ölçülebileceği sanılıyor. Beynin ifadesi olan kompozisyon bile, neredeyse testle değerlendirilmeye çalışılıyor.
 
* Dili ve düşüncesiyle, yansıttığı dünyayla çağın dışında kalmış bir yazına ağırlık verilerek bir yere varılamayacağının ayırdında değiliz. Bugünkü izlencesi, kitabı, yöntemiyle yazın öğretimi (eğitimi demiyorum), hemen hemen hiçbir şeyi gerçekleştiremiyor. Gerçekleştirse bile bu izlencesi, kitabı, yöntemi ve  öğretmeni ile ancak uydu insan yetiştirebilir. O da çok mu çok uslu yurttaş olur; belli çevrelerin kendisine vereceği işleri yakınmasız yerine getirebilecek alt konum adamı düzeyinde kalır. Ülkenin yönetimi, düşüncenin üretimi de biri-
lerine tapulu kalır hep.




YARARLANILAN KAYNAKLAR:

1. TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETİMİ (Çok yazarlı), Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi yayını, 1991

2. ORTAÖĞRETİM KURUMLARINDA TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETİMİ VE SORUNLARl (Panele katılmış pek çok yazar) Türk Eğitim derneği yayını, 1986

3. VAR'LARLA YOK'LAR ÜRPERTİCİ: Alpay Kabacalı, Cumhuriyet Gazetesi, 7 Ekim
1993

4. TÜRKÇE OKUMA DERS KİTAPLARINA BİR BAKIŞ: Ülkeler Vancı Osam, Milliyet
Gazetesi, 26 eylül 1992


(*) Edebiyatçılar Derneği'nin 10 Ocak 1994 günü gerçekleştirdiği toplugörüşme (Panel)deki konuşmadan.







 
Etiketler:

Yorumlar (0 )