ÜNİVERSİTEDEN GAZETEYE ANADİLİNE ÖZENSİZLİK
ÜNİVERSİTEDEN GAZETEYE ANADİLİNE ÖZENSİZLİK
Türk Dili Dergisi S:74 Eylül-Ekim 1999
1. Üniversiteye Bakın:
a) "Şirketler topluluğunun vereceği ifade edilen burs; Şirketin kalpazan ve sahtekârlık şirketleri olması nedeniyle verilememektedir."
(Bir İlahiyat Fakültesinin duyurusu)
* Şirketler topluluğu", "şirket", "şirketin" "-ler", "topluluğu"; tekillik çoğulluk, aynı tümcenin içinde. Uygun mu?
* “Şirketin..... şirket olması”; yan önermeye bakın, ne tatlı (!).
* “Sahtekârlık", "kalpazanlık" ikisi bir arada kullanılmış. Demek istedikleri, anlaşma yaptıkları ortaklığın yalancı çıkması, düzmeciliği.
* “Verileceği ifade edilen" deniliyor. Olayın gerçeği şu: Fakülte yönetimi, bir ortaklıkla anlaşmış, ondan alacağı öğrenimliği (bursu) öğrencilere dağıtacağını duyurmuş önceden. Ama anlaştığı ortaklık düzmece. Bu kez, öğrenimliği dağıtamayacağını duyurmak istiyor. (Kimlerle ilişki kurduklarına bakınız.)
* Kullandığı sözcükler, kurduğu tümce böylesi bir fakültenin, nasıl bir insan tipi yetiştireceği, fakültenin yeterliği konusunda bir şeyler düşündürmüyor mu size?
* Dil düşünüşün dışa yansıtılmasıdır, mantıktır. Hele Türkçe, olağanüstü mantıklı bir dil. Bilim düşünüşe, mantığa yaslanır, düşünüş dizgesinden, mantıktan yoksunsanız, bilim yapamazsınız. Bir tek tümce kuramayan fakültenin, nasıl bilim ürüteceğini düşünür müsünüz?
b) "...... Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 1998-99 Öğretim Yılı Ara Sınavı İmtihan Programı"
(Duyuru başlığı)
* “İzlence" diyemiyor, "program" diyor, geçelim.
* “İmtihan" Arapçası, "sınav" Türkçesi. İkisi yan yana ne oluyor?
* ÖSYM'de görevli yazar arkadaşım, imtihan, sınav sözcüklerinin, niçin bir arada kullanıldığını sorar; bir öğretim üyesi, "sınav"ın "imtihan"ın yerini tutmadığını söyler.
* “Yerini tutmayan" bir şey var, doğru: Atatürk Türkiyesi'nin özlediği üniversite kafasının yerini tutmuyor birileri. Üstün körü dikişle, Cumhuriyet üniversitelerinin ak giysisine iliştirilmiş kara yama gibi, sırıtıyor birileri.
* Türkçenin arılaşıp durulaşmasına uyum sağlayamamış kafa, Türkçe düşünebilir mi, anadili bilincini kuşanmadan bilim yapılabilir mi, Atatürk Türkiyesinin özlediği çağcıl kişiyi yetiştirebilir mi?
(Buradaki alıntılar Osman Nuri Poyrazoğlu'nun '80 İle '90 Arası adlı kitabındaki saptamalardan.)
2. Gazetelerimize Bakın:
a) "Özalp, medyanın eğitimdeki rolüne işaret etti. Özalp, medyanın denetlemediği halde eğitime önemli zararlar verdiğini vurgulayarak şöyle devam etti."
* İki tümce de "etti"er bitiriliyor; sözcük sığlığını görüyor musunuz?
* “Eğitime etkisine değindi." diyememiş, yabancı sözcükleri yeğlemiş.
* “Rolüne işaret etti." Osmanlı ağzı demesek bile Tanzimat kırması söyleyiş.
* Birinci tümcenin öznesi Özalp'in, ikincisinde yinelenmesine gerek var mıydı?
* "Hal" sözcüğü, "davranış, tutum", "şimdiki zaman", "güç", "kötü durum, sıkıntı" anlamlarını içermez bu tümcede. Ancak "durum" anlamını yüklenebilir. O da uygun düşmüyor.
* Medya eğitimi denetlerse, eğitim sağlıklı mı olacak?... Milli Eğitim Bakanlığı eğitimin üstünden çağdaş elini çekti zaten, bir de medyaya bırakırsak eğitimi, vay geldi başımıza!
* Medya eğitimi denetlerse, eğitim sağlıklı olacakmış gibi bir anlam yaratmak, çarpıtma değil de ne?
b) " Türk toplumu bizi bir yere getirdi`, Toplumla bir yerde olmak için çıtayı yükseğe koyduk. Çıta aşağıda olsa, altından geçme kolaycılığını gösterecektik. Hedefi yüksek tutmayı yeğledik."
(Yukarıdaki alıntılar saygın bir gazetemizden.)
* Yükseğe konulmayan çıtanın altından geçmek güç değil ki,kolaycılığından söz edeceksiniz. Mantıksal eksiklik.
* Dahası, söylenmek istenen, çıtanın altından geçmek değil, üstünden aşmak. Mantık boşluğu, anlatım sakatlığı olursa, anlatım işte böyle topallaşır.
* Halkın en alt katından geliyorum, kaynağıma saygılıyım, ancak halk kalmaktan utanırım. Çünkü salt halk olmak, bilimsellikten uzaklık, çağı kavrayamamaktır, bir anlamda. Ulusun temeli halktır, halk kültürün ilk ana gömüsüdür. Ancak halk hangi sanatı, hangi bilimi, hangi edebiyatı yüceltici işlev yüklenmiştir, şimdiye dek? Arabesk
düşünüş ve müzik vb. onu uyutmaktan başka nedir? Yukarıdaki anlatımda, halk dalkavukluğu da var. Geçelim şu ucuz söyleyişi, halka iyilik değildir böylesi!
3. Ya Yazarlarımız?
a) "İki yaşlı kadın..."
*Bir kadının iki yaşı mı var, yoksa "yaşlı iki kadın" mı?
b) "Karanlıklar ortasında iki yalnız kadın."
Bu da ünlü bir romancımızdan: Kadınların sayısını, yalnızlığa yüklemiş.
c) "Son seyrettiğim oyun."
* “Son" nitemi oyunun mu, seyretmenin mi? Elbette oyunun olmalı!
d) "Kaşları çatkın, yanakları gerilmiş, öfkeyle kısılmış bıçak gibi yüzünü kesin gözleri."
* Tümceyi kesmedim, değiştirmedim, aslı böyle. Anlamını çıkarmak güç. "Kısılmak“ göze ilişkin olsa gerek. "Kaşları çatılmış, yüzü gergin, öfkeli, bıçak bakışlı biri" demek istiyor, sanırım.
e) "Kanapenin üstüne açılıp bırakılmış bir kitap, yanında içi izmarit dolu cam bir kül tablası."
* “Dolu" varken, "içi" gereksiz değil mi?
* Anlatımın bütününü inceledim. Kül tablasının "cam" oluşunun işlevselliği yok, gereksiz bir sözcük.
f) "Her şeye karşın kadından daha iyi ihtiyarlamıştı."
* “İyi ihtiyarlamak”... Tümcenin bulunduğu bölümceyi incelediğimde gördüm ki, erkeğin, kadından daha zahmetsiz yaşam sürmesine karşın, tezden İhtiyarladığı" anlatılmak isteniyor.
g) "Yüzünü sıvamış sakalı, yağılanmış kepekli saçlarıyla olduğundan daha yaşlı görünüyordu."
* Saçlarıyla birlikte mi yaşlanmış?
* Uzamış sakalının, yağlanmış, kepekli saçlarının onu daha yaşlı gösterdiğini söylemek istiyor ama...
h) "Sivri kiremit çatılı, tek bacalı, … dört köşe yapılar."
* Sivri olan kiremitler mi, çatı mı?
* Önad (niteleme) yanlış yere koşulmuş; sivrilik çatıya ilişkin olmak gerekir.
ı) "Leyla haberi gamlı yüzlü babasından aldı."
* Yüzü gamlı" diyemez miydi?
(Buradaki alıntılar, ünlü yazarlarımızın kitaplarından.)
3. Parlamenterlerimiz geride kalır mı?
TBMM Bütçe Komisyonunda, memur aylık artışı tartışılırken, bir parlamenterimiz, "En düşük, 87 milyon alıyor." dedi, memur aylığının alt sınırını belirtmek için, kendince.
* En düşük olan" memur mu, aylık mı? Düşük olan bir şey var da...
4. Halkın dil sezgisini kavrayabilselerdi:
Osman Nuri Poyrazoğlu'nun '80 İle '90 Arası kitabında okudum: "Tespihimin ipi kırıldı." demiş arkadaşım. Sokak satıcısı, "Tespihin ipi kırılmaz, kopar be." diye düzeltmiş sözü.
* Türkçe özleştirilir, kendi özüne döndürülürken, halk kaynağı temel alınmıştır. Halk, dili kurallarıyla bilmez ama, kullanımında öyle yaya değildir pek. Çünkü dil sezgisi vardır onda. Manisi, türküsü, masalı, bilmeceleriyle yüzyılların içinden Türkçeyi bugüne getiren halktır. Ters topal da olsa, anadilimizi, doğal mantığına göre kullanır. Aydınlarımız, o doğal kullanımı, edebiyat diline, mantıksala evriltebilseydi...
Yorumlar (0 )