DİL SEVGİSİ YETMEZ, DİL BİLİNCİ

DİL SEVGİSİ YETMEZ, DİL BİLİNCİ

 

 

 
 
DİL SEVGİSİ YETMEZ, DİL BİLİNCİ
 
Türk Dili Dergisi S:68 Eylül-Ekim 1998
 
 
Türkçeyi kirletenler ölçüsünde olmasa da, korumaya, geliştirmeye çalışanlar da var: Üniversitesinden, özeline, dil dergileri yayınlanıyor, gazetelerde dil yazıları çıkıyor. Kimileri, Türkçeyi işleme örtüsü altında Osmanlıcayı diriltmeye çalışıyor. Köşe yazarlarından birkaçı, Türkçeye emek veriyormuş görünerek Osmanlıca sözcükleri yeniden dolanıma sürmeye yeltense bile, kaş yapayım derken göz çıkarılsa bile dil savrukluğunun, dil kirlenmesinin ayırdında olduğumuzun belirtisi böylesi çabalar. Açın bakın Ahmet Miskioğlu'nun çıkardığı Türk Dili Dergisi'ne, Dil Derneği'nin Çağdaş Türk Dili dergisini okuyun. Türkçenin emekçilerini göreceksiniz, onların ürünlerinden kazanımlar edineceksiniz. İzmir'de "şiir postalığı" yapan (Veysel Çolak'ın) Dize (şiir) dergisi bile, şiirin dil işçiliğine dayandığını bildiği için“, her sayısına bir dil yazısı koyuyor. Anadilimize ilgi cansız değil. 
 
Yazıların tümü, Türkçeye olumlu katkılar mı getiriyor? Sözüm ona, dilin bozuk kullanımından yakınan kimileri, yazılarını kitaplaştırırken, İngilizce ad koyuyor kitabına. Alkışlanıyor, saygın kalemler övgüler yağdırıyor ona. Anadilimizi savunurken, kitabınıza, isterse ironi olsun diye, yabancı ad koydunuz mu, sakatlığa adım atmış olursunuz. Akıllı bir öğretmen, öğrencilerine dilin doğrusunu öğretirken, böylesi yanlıştır diyerek bozuğu, yanlışı örnek göstermekten sakınır. Çünkü beyin tembeli, hazırı sorgusuz almaya alışkın kurukalabalık, gördüğüne inanabilir, kiminde gırgır olsun diye yanlış kullanırken bir de bakar ki, yanlış ağzına yuva yapmış, kalemine yapışmış.
 
Yazın adamlarının kurduğu bir dernek, anadilimiz üzerine bir toplu görüşme düzenlemişti (28 Mayıs 1992). Duyurusundaki, toplantıdaki konu başlığı TÜRKÇE YOZLAŞIYOR MU? idi. ("Türkçe yozlaşır mı?" derseniz, bundan Türkçenin kendi kendisini yozlaştırdığı anlamı çıkar.) -leşmek eklerinin benzeşme, değişme, dönüşme anlamı yarattığının, bu eki alan eylemlerin ediminin öznesi üstüne döndüğünün, onu nesneleştirdiğinin ayırdında değillerdi. TÜRKÇE YOZLAŞTIRILIYOR MU? diyememişlerdi. Sanki Türkçe kendi kendisini yozlaştırıyormuş gibi bir anlam çıkıyordu konu başlığından. Gelin de böylesinin dile özenden kaynaklandığını, dil bilinciyle konu
edinildiğini kabul edin!... Derinliksiz bir özentiden başka neydi, böyle bir başlıkla konuyu işlemek? Anlatımda ediciyi, edileni, etkileneni seçemeyenlerin dilin gelişimine katkısı ne olabilir ki?...
 
Türkçe değil yozlaşan. Düşünüşte yozlaşanlardır, onu yozutan, yozlaştıran. 900 yıl (960 -1932) dinlencede bırakılan Türkçe; mantıklı yapısıyla, işlekliği, üretkenliğiyle halk katında kendi özünü korumuştur. Atatürk'ün dil devrimi, bu gömüden yeşermiş, boyutlanmıştır. Türk yazınını, düşünüşünü ileriye sıçratan itici güç görevini yapmıştır dil devrimi. 
 
Türkçenin değerli emekçilerinden M.Sunullah Arısoy'un anısına yarışma Düzenlenmiş, Türkçenin doğru kullanımına emek veren dilcileri ödüllendireceklermiş. Varın bakın ki konu "DİLİMİZİN YABANCILAŞMASI" (dil kendi kendisini mi yabancılaştırıyor yani?). Ödül seçici kurulunda, dilimize katkıları olan saygın adlar var. Onlara sorup olur'unu aldılar mı konu başlığının? Sanmam. Şimdi bu dilciler, yarışmaya gelen ürünleri mi inceleyecekler, yarışmanın adındaki sakatlığı mı?...
 
Bakalım şu YABANCILAŞMA, YABANCILAŞMAK sözcüklerine:
 
Yabancılaşma: (T.S.1983 -1263.s.) 1. Yabancılaşmak eylemi. 2.(topb.) Belli tarihsel koşullarda insan ve toplum etkinliklerinin (emeğin, paranın, toplumsal ilişki sonuçlarının, insan özelliklerinin ve yeteneklerinin) bu etkinliklerden bağımsız ve bunlara egemen ya da özlerinde olduklarından değişik biçimde kavranması.
 
Yabancılaşmak: (T.S.1983 -1263. s.) (Nesnesiz) 1.Tanımaz, bilmez duruma gelmek. 2. Alışamamak, yadırgamak, yabancılık çekmek.
 
Yabancılaştırmak: (T.S.1983 – 1263.s.) ((Bir şeyi) yabancı duruma getirmek} sözcüğüne bakmak sıkıntısına katlanmadan, nasıl dil özenciliğine soyunurlar?
 
* Türkçe yabancılığın etkeni değildir. Sözünü ettiğimiz yazın derneğininkine benzer dilsel pürüz var: Her ikisinin de ettirgen/oldurgan/dönüşlü eylemlerin işlevinden habersiz olduğu anlaşılıyor.
 
* O, Türkçeyi ıskalayan Osmanlı döneminin bile, Türkçenin özünü temelinden bozmaya gücü yetmemiştir. Türkçenin tümce kalıbını, eylemlerini kullanmak zorunda kalmıştır. Türkçe düşünüşün, Osmanlıcaya karşı gizli direnmesi, dayatmasıdır bu! Halk katında mani, türkü, bilmece, masal, söylence, halk koşukları, dahası sövgüsüyle özünü diri tutan Türk dili, dil devriminin:
 
-Eski kaynaklardan Türkçeyi tarama,
-Türkçenin eklerini işletme,
-Türkçe birleşik sözcükler kurma,
-Halk katında yaşayan Türkçe sözcükleri derleme yöntemiyle, kısa zamanda yediveren gülleri gibi açmıştır. Bugün dış dünyaya ağan Türk yazını, buradan yeşermiştir.
 
* Özü bozulan Türkçe değildir. Özünün bilincine varamayanlardır, onu yozlaştıran, daha doğrusu kendi özüne yabancılaşan, özünden yozutan.
 
Karınca kararınca, Türkçeme emek veriyorum yıllardır, öyle büyük savlara takılmadan. Hangi sonucu alacak olursam olayım, böyle bir yarışmaya katılmayı, nasıl da isterdim... Ama yanlışın yarışına girmek, o yanlışa ortaklık olacaktı. "Eleştirerek katılsaydın ya!" demeyin. Bilmez değilsiniz, seçici kurulların, yarışma düzenleyicilerin tutumlarını, davranışlarını... O ki, Türkçeye özeni sav edinmişler, niçin bu konuda yazılanı çizileni araştırıp onlar arasından seçme yaparak ödüllendirme yolunu yeğlemezler? "Umuların mı yıkıldı, sen mi alacaktın ödüllerden birini?" diye düşündüğünüzü sezer gibi oluyorum. Yoo, yooo!... Ben sıradan bir dil emekçisiyim, küçük katkılarım olabilir mi çabasındayım. Anadilimizi yetkinlikle inceleyen birisi ödüllendirildiğinde, Türkçeye özen gösterenlerin yüreklendirileceğini, çoğalacağını düşünüyorum da...
 
Anadilimize özen gösterilmesin mi? Türkçeyi evriltme çabaları sürmesin mi? Bu konuda yarışmalar açılmasın mı? Ne demek?! Daha çoğu, yaygını özlenir kuşkusuz. Ancak kuru sevgiyle değil. Yanlış adımla doğru yolda yürünmez; yanlış yola girdiyseniz, size güvenenleri de yanlışa sürükleme suçunu işlersiniz.
 
Sevmek, bilmekle, tanımakla çimlenir. Emek ister, dayanç ister, özen ister. Bilinçsiz sevgi kurdüşün (ütopya) bile değildir. Kurdüşün, hiç olmazsa yarın düşüdür, belki yarının gerçeğine tohumluk edecektir. Osmanlının ne Arap, ne Fars, ne Türk olan dili, zamanının yapmacıközenisi değil miydi? Şimdilerde birkaç sözcükle Batıya eklemlenileceğini sananlarınki de, dibi delik bir küreselleşmenin yapmacıközenisinden başka nedir ki!...
 
Türkçeye özen, anadilimizi geliştirmek; tarih içinde varlığımızı sürdürmenin gereği, uygarlaşma zorunluğu, bilim katına çıkış özleminin dayatması. Türkçeyi evriltip boyutlandırmadıkça, düşüncemizi de geliştiremeyiz. Bilinenleri, değişik biçimlerde yineledikçe düşünüyoruz sanısına kapılır kalırız. Düşünce üretimi, dil üretimi ile boydaştır. İkisi birbirini yeder. Ulusal varlığımızı sürdürmenin açkısı dildir, dolayısıyla düşünüştür.
 
Yıllardır yazıyorum, dilimiz üzerine. Ama Türkçeyi derininde kavrayabildiğimi söyleyemiyorum. Düşünüşte tıkanıyorsam, dilde uzluk kazanamadığımdandır. Dilim tutuksa, düşüncede topallıyorum demektir. Ulusumun ekinine, diline tutkunun yetmediğini görüyor, emeğimi hızlandırıyor, beynimi uyandırmak için yol yolak arama çabasına giriyorum sürekli.
 
Dilde bir şeylerin tökezlediğinin ayırdına varmak, daha yetkininin ardına düşmek, yeni düşünüş kapılarını aralamaktır. Dil işçiliğine koşulanlara, Türkçeye saygılı olanlara salt dil sevgisi, dil tutkusu yetmez. Dil bilincine tırmanmak gerek: Türkçenin bütün dil ürünlerini, sövgüsüne varıncaya değin inceleyerek, kavrayarak... 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Etiketler:

Yorumlar (0 )