BİLEŞİM ÇİZGİSİ - KİTAP

BİLEŞİM ÇİZGİSİ - KİTAP

 



BİLEŞİM ÇİZGİSİ

Uğurlu - uğursuz,

Namuslu - namussuz,

Çalışkan - tembel,

Ufak kesim - hantal,

Ey insanlar

Aramızda bir bağ var.

 

Suluova, 1963

 

 

 

 

YÜZYILLARIN SERÜVENİ

 

Çağların ötesinde parıldar, senin karanlığın,

Bilirim, gözün doymamış kişioğlu

Kuş uçmaz, haramiler kesmiş yolu,

Çağların ötesinde parıldar, senin karanlığın.

 

Kinli bir göz gibi dolaşır, şehrin üzerinde,

Kavgaların nedensiz eli.

Mutluluk yeşerttik yangın yerinde…

Ya oturup ağlamalı, ya gülmeli.

Kinli bir göz gibi parıldar, şehrin üzerinde.

 

Bir çocuk bahçesindeyiz, heveslerin yıktığı

Hoyratız, nadanız: Tanrı affetsin.

Yeter, yetimlerin yetim baktığı,

Tanrı küçüklükleri kahretsin

Bir çocuk bahçesindeyiz, heveslerin yıktığı.
 

 

Reşadiye, 1956

(VARLIK)

 

 

 

BUNALTI


Sen varsın diye çalıyordum

Tüm kapıları.

Kaç kere doldurursa doldursun Fikret efendi,

Ben bir kaçaktım.

 

Göllerin aynasında parıltını,

Yağmur sonrası tarlalarda kokunu,

Kış sabahının erkekliğinde seni bulamıyordum.

Dolduruyordu Fikret Efendi,

İçiyordum köküne kadar

Kahroluyordum…

Yolun altında ışıklar cilveleşiyordu,

Üstünde, kara düşlerin çarşafı, boydan boya,

kötülükleri emziriyordu.

Keskin bir hançer ikiye biçiyordu yüreğimi,

Saçlarım alnıma dökülmüş.

Bir köşe başına yığılacaktım:

“Ah ne genç ölmüş “ diyecektiniz,

Nedeni sizdiniz.

Gölgeler değişik, gölgeler kalleşti,

Kemal’in istediği gibi değildi dünya,

Fazlı başka düşlere pala sallıyordu,

Köksal’ın eli tabanca çakmağında duruyordu;

Ama ben dünyayı ateşleyemeyecektim,

Üç - beş kadeh daha çektim.

Çamurlu bir yol vardı,

Kasabanın yaşantısını dilimleyen,

Ortasında dikiliyordum:

Heykeller gibi dik ve iri;

Ellerim yüreğinize anten,

Başınızı çevirip bakmıyordunuz, geçerken.

Bunalıyordum, bağıracaktım,

Sağırdınız tüm

 

Suluova, 1963

 

 

KAÇAMAK BAKIŞLAR İÇİN

Akşamüstü caddelere düşerim;

Çayların üstündeki taze yapraklarla

Yalnız sizin, üveyik gözlü kadınlar

Ve çokçası sizin, ürkek bakışlı kızlar,

Bir göz süzüşünüzdür beni kalabalığa iten,

Değip geçen ayna şavkı parlaklığında,

Aceleci, kaçamak gözleriniz için….

 

Bilin ki, peşinizden gelecek değilim,

Dalların çarpındığı günlerdeki gibi,

Ve önemle bilin ki;

İlk sevdamı yerecek değilim.

 

 

Konya, 1960

(DERNEK)

  

 

KAPI


Kapılar ya açık, ya kapalı

Eller vurur:

Ürkek, üzgün, kararlı.

Kapılar daima çalınmalı.

 

Bir el kavrar tokmağı hafiften

Ekmek parası için çalar.

Kapılar açılmaz ki kendiliğinden

Ötesinde bekliyen çocuklar…

 

Bir aşığın bastığı zile,

Açılan kapı, çiçek gibidir,

Ilıktır, korku vermese bile,

Kapılar küskün değildir.

 

Babanın çaldığını bekler, akşama dek,

Ardındakiler ışıkça  mutlu.

Kapılar içinden neler gelecek?

Kapılar açılmamış bir kutu.

 

Ümitle giren insan kapıdan,

Tarlaya atılan tohumca…

Kapılar çalınmaz, arzulanmadan,

Kapılar bir tutam yonca.

 

Dokuz kapı içre dediklerim

Kapıların sesi, yüreklere değin.

Günün her saatinde dinlerim

Yeni bir haberdir kapı dediğin.

 

 

Reşadiye, 1955

(VARLIK)

(ÖZGÖRÜ)

 

 

BOĞALI DAĞLARINDA KALAN

Anam bilirim seni, küçük yayla!

Derelerinde arınmış çocukluğum.

Bir alay geçmişti hay huyla,

Doruğunda bayrakça savrulduğum,

Anam bilirim seni, küçük yayla!

 

Serin akşamlarına karışan neydi bilmem?

Yağız çobanlarından mı havandaki duruluk?

Şimdi ulu pınarlarda kızları göremem;

Unuttuk, unuttuk, ah unuttuk,

Serin akşamlarına karışan neydi bilmem?

 

Minik kuşlar örneği çırpınırdı yüreğim;

Ulu ağaçlarında kalanları bulsam,

Oralarda benim sarı çiçeğim, top çiçeğim.

Oturup ağlasam, ağlasam, ağlasam

Yine çırpınır mı kuşlarca yüreğim?

 

Reşadiye, 1956

(BAŞKENT ANKARA) 

 

 

VAKİT VARKEN


Bilirim güzel kız, umutların kanatlı,

Dünyaların dümdüz, serin ve geniş,

Dalındaki meyva, baldan tatlı.

İstemem, umutlarını gerçekle değiş.

 

Değirmen olukları gibi gümbür gümbür arzuların,

Zamanla çekip gider, uzak.

Mevsiminde dalın çiçeklendiği,

Sonra yaprak dökümü, sonra tuzak..

 

Dağınık yeleli kısrakların koşuda şimdi;

Ellerin durul - durul sabahlar.

Bir dulda vuracak kapına, bir ikindi,

Ayaklarına dökülecek, hasta yapraklar.

 

Fırınlar nasıl sıcak, nasıl yakıcıysa;

Öyledir gençlik, umutları pişiren.

Ah, konulanlar yerinde dursa;

Kalleş bir rüzgar esiverir, değdiğini düşüren.

 

Dilerim güzel kız,

Acılar kapını çalmasın.

Yıllar var ya, ağır ağır kemiren,

Sahiline hırçın dalgalarını vurmasın,

Kalkmasın istasyonlarından son tren.

 

Bu çağ, deli çağ, altın çağ,

Harmanda bereket, dalda meyve, denizde yelken.

Bulutların özgür, denizlerden geniş türküsü,

Dudaklarından düşmesin hiç.

Söyle güzel kız, en güzel şarkını,

Vakit varken.

 

Amasya, 1962

(OTAĞ)

 

 

YİTİRMEK KUŞKUSU

İki damla ışık, güvendiğimiz

Korkularla büyür yaşamadan yana.

Sevdiğimiz, umduğumuz, bölüştüğümüz;

Kaliforniya’dan Hindistan’a

İki damla ışık, bunca güvendiğimiz.

 

Güzelliklerde bir korku, hançere benzer,

Neylersin, elden ayrı düşerse ayak?

Tellere - duvaklara karışır söyler

Yedi mevsim üzre gül derleyerek:

Güzelliklerde bir korku, hançere benzer.

 

Ağaran dallara döktüğümüz, inceden

Unutabilseydik, kanatlara terk edileni.

Kuytu vadilerce uzanıp giden

Irmaklara kayan savruk bir gemi,

Ağaran dallara döktüğümüz, inceden.

 

(VARLIK-Şiirler 1956)

(ÇAĞDAŞ)

 

 

YOL ÜSTÜNDEKİ AĞAÇ

 

Benim kaderimi yaşıyor:

Koyulhisar yolundaki çam ağacı,

Uzakta, tedirgin,

Cömertçe dallarını yere bırakıyor,

Gölge vermeli, ağaç dediğin.

 

Karşı vadiden kopan kara bulut,

Kanadındaki alaca düş mü ne?

Üfür şöyle, dallarını avut:

Katılayım garipçeden, türküsüne.

 

Kısır taşlara dayadım kökümü,

Göklerden gayrı tutacım mı var?

Yalnızım, bilmedim büyüdüğümü,

Dağlar, hey karanlık ormanlı dağlar!

 

Dönek dinlenek değil ki yerim?

Kişioğluna düşsün serinliğim.

Uğultulara karışır giderim,

Başıma kakılmasın, meyvesizliğim.

 

Ağaç, seninle bile benim kaderim

Benim yüreğim gibi efilesin dalların.

Ben de senin türkünü söylerim;

Mahzun, naçar insanların

 

Reşadiye, 1955
(VARLIK)

(DUYUŞ)
(GAZETECİLER GAZETESİ)

 

 

GİTMEK KORKUSU

Dalıp gitsem, bir limandan içeri,

Eşini yitirmiş martılar gibi.

Deniz feneri miydi gözleri?

Gariplerin kim olacak sahibi?

Dalıp gitsem bir limandan içeri.

 

İnce ellerinden değil mi, bu sıcaklık?

Nasıl koyup gideceğim?

Neler çektik, yine ağrıksımadık,

Karanfilim benim, deste çiçeğim;

İnce ellerinden değil mi, bu sıcaklık?

 

Bir gün benden kopanlarla sen kalırsan,

Bir de gençliğimi gömdüğüm kitaplarım…

Sıcakça toprağıma yürek vursan,

Bir gün benden kopanlarla sen kalırsan

 

Reşadiye, 1956

 

 

GARİP BİR ÖLÜ DEDİ Kİ


Doyamadığım gökyüzü, arpa tarlaları gibi

Dalga - dalga esintilerde,

Suya eren ellerin nasibi…

Mezarımın üstünde

Doyamadığım gökyüzü, arpa tarlaları gibi..

 

Bunca yıl kıvandığım neymiş meğer,

Hey gidi, akça güvercin?

Harcadığım; kahırlı, derbeder…

Deli düşlerin türküsünü söylerdim.

Bunca yıl kıvandığım neymiş meğer?

 

Devdim, bükerdim kara demirleri

Nerde benim bileklerim?

Ne ileri, ne geri,

Yelken yırtık, kırık direklerim.

Devdim, yenemez oldum böcekleri..

 

Uğultulara karışırdı deli yüreğim

Pembe kağıtlar bilirdi onu,

Delindi kilem, kırıldı ölçeğim:

Neyleyim seni, harman sonu?

Uğultulara karışırdı deli yüreğim…

 

Yaşamak kaldı, iri damlalar üstünde

Kuşlarca kanat çırparak.

Gönlüm tekrar yaşamak kasdında,

Hoppa kızlarca şakrak,

Yaşamak kaldı iri damlalar üstüne.

 

Reşadiye,1956

(YEŞERTİ)

 

 

YÜREĞİ YAPRAKLARCA

EFİLEYEN KÜÇÜK KUŞA DEDİM


Seni de göreceğim küçük kuş!

Nasıl kıracaklar kanadını,

Nasıl arzulardasın, tutuşmuş.

Bilmezsin insanların fendini,

Seni de göreceğim, küçük kuş.

 

Kanatlanıp uçacak mısın bahar yeliyle,

Kalelere çekilmiş bayrakça çırpınarak?

İnsanoğlu neler kahretmiş eliyle,

Kim bilir, seni nasıl kandıracak ?

Kanatlanıp uçacak mısın bahar yeliyle ?

 

Ben de gümbürdeyen bir yürek vardı;

Değirmen oluklarına benzerdi arzularım.

Ah, nasılsa bacayı duman sardı,

Ondan sonra bozuluverdi kararım.

Ben de gümbürdeyen bir yürek vardı.

 

Seni de göreceğim küçük kuş!

Kanatlanıp uçacak mısın bahar yeliyle ?

 

Reşadiye, 1956

(VARLIK)

 

 

KÜSÜK YAŞANTI


Bölük somunlar gibiyim;

Sofralara çıkamam.

Mutluluk erişemediğim doruk,

Yalnızlığın taşında parçalanmış aynam,

Geceler koyu, geceler yalnız, geceler soğuk…

 

Şimdi caddeler ırmak gibi gür,

Sıcaklık yok insanlarda.

Bir yürek var elimde ürpertili,

Sular yalnızlığın derin kıyısına dökülür,

Ya sen nerdesin, ömrümün biricik gülü ?

 

Bir akıntıya düşmüşüm deli - dolaşık

Kahrolası içkiyi tutmuş ellerim,

Ben bu sigarayı içmezdim,

Böyle meyhanelere düşmezdim,

Ayrılık olmasaydı Nero !

 

Bu şehirde insanlar ayrıksı.

Beni avutmuyor süslü rüyalar.

Burada kadınlar kuşsu,

Bizden değil çevrilen sayfalar Nero,

Beni söyler sana Nero,

Pencerendeki kurumuş saksı.

 

Küçük evimizde karanfiller açar mıydı?

Unuttum, unuttum, ah unuttum:

Hangi bahçeye açılırdı penceremiz ?

Yolculuğumuzun sonu Nero,

Böyle uzak şehirlerde naçar mıydı*

 

Bir akıntıya düşmüşüm deli - dolaşık

Kahrolası içkiyi tutmuş ellerim.

Ben bu sigarayı içmezdim,

Böyle meyhanelere düşmezdim,

Ayrılık olmasaydı Nero!

 

Ankara, 1959
(VARLIK YILLIĞI)

 

 

 

TUTSAK KİŞİ

Uzak kasabamızı kucaklayan karanlığa doğru,

İstanbul’dan geliyordu bu yorgun tren;

Üç - beş kıvılcım çiçekliyordu gecemizi.

Atımı küskün denizlere sürmezdim;

Mendilin akça değilse,

Mendilin yeşil sallanmıyorsa…

 

Bir kez daha uçabilirdi bu kuş,

Yeni yeni türkülerle yaşam: Değiş- tokuş.

Ölmeler - ayrılmalar romantik sevi,

Gerçeklere belemişim seni:

Mini minnacık avucuna,

Bir demet çiçek gibi bırakvermişim,

Bir tutkun kişiyi.

 

Suluova, 1963

 

 

UZAK GECELERE ÇAĞRI

 

Uykularım bölünmüş Afrodit!

Gecelerim eski oyuncaklara dönmüş,

Diken tarlasında bir beşik,

Ha sallan, ha sallan, ha sallan…

Agulu düşlere belenmişim,

Afrodit, Afrodit!

Uyan!

Gediz’in sularında ay,İri limonlar gibi.

Sen soyunup dökünmüşsün,

İncir yaprakları paramparça.

Köpüklerin kah üstünde, kah altında

Seviştiğimiz eski çağ;

Gürül - gürül, çağıl - çağıl…

Bir avuç kum değil ki avuçlayamıyorum

Hayran…

 

Gümüş sular, mermer senden aldı aklığını,

Ayvalar iriliğini ve sarılığını,

Gecelerinkini bilemiyorum Afrodit!

Gediz kıyısında korkulu bir çiçek;

Dudaklarımı uzatmaya korkardım,

İnce ellerini beklerdi

Tıpkı benim gibi,

Bu an…

 

Gediz, o Gediz; gece, o gece

Çağ değişse bile deli yürek aslında.

Bir çift elma düşer sulara

Eriyip gitsem tutulmaz;

Islak saçlarından süzülsem Afrodit!

Dudaklarına gelince kalsam diyorum;

Sabahları otlara inen çiğ gibi iri, parlak.

Ne var ki eriyemiyorum.

Geceler kördüğüm, geceler kaypak: eli boğazımda.

Ben Afrodit, ben çağırıyorum,

Uyan,

Uyan,

Uyan…

 

Konya, 1960
(ÇAĞDAŞ)

 

 

KIRK BİR

Seni bir dağ başına salmışlar,

Kalabalıkta teksin.

Gözlerinde bir tutam çıra yakmışlar,

Yanacaksın - üşüyeceksin.

 

El eyle, koruklardan öteye,

Zehir zıkkım değirmeninde…

Kuşlar gelirmiş pencerene,

Kırk bir kanadın olsa senin de…

 

Yüreğin yükü, dilde yeğin,

Kırk bir düğüm içinde, kaçmak.

Kırk bir defa türkü söyleyeceğim:

Ağlamak, ağlamak, ağlamak……

 

Seni bir dağ başına salmışlar,

Kırk bir içinde teksin.

Gözlerinde bir tutam çıra yakmışlar,

Kırk bir kere söneceksin.

 

 

Reşadiye-1955
(ÖZGÖRÜ)

 


 

YAPRAK


Kim bilir, hangi raslantıyla düştü bu yaprak,

Bu şehrin kaldırımlarına?

Ürkekçe kanat çırparak

Koşuyor kızların ayaklarına.

 

Sen de bir kuru yapraksın, delikanlım:

Kahpe sokakların kıvrımlarında kalmışsın.

Ötelerde benim uçarı aklım,

Seni, beni ıssız kaldırımlarda bulmuşsun.

 

Bir gölcükte üşümüş bu yaprak.

Bense meyhaneden meyhaneye koşuyorum:

Masalara kapanıyorum ağlayarak,

Gecelerin ortasında, bir sıcak el istiyorum.

 

Bir deli yürek gibi çırpınıyorsun yaprağım

Sevilerden uzak, kırgın.

Yaşadıkça, senin için ağlayacağım.

Oysa ki, öpülüp koklanmalı, yaprak dediğin…

 

Ankara 1959

(UMUT-İMBAT-YELPAZE) 

 

 

ON KASIM


Dökülsün dallar yere,

Ağlasın gökler derinden,

Çağlamasın ak dere

Bir şahin uçtu yerinden.

 

Destanların başı, destan oldu:

Dorukta değil bayraklar.

Gitti  Anıt-Kabirde durdu,

On kasım küskün sonbahar.

 

İçimizde çırıl çıplak,

Yönümüzü veren yıldız:

Anamızın südünden ak,

Emdik, emdik…tümümüz.

 

Dalgalanan bayrakta yelsin,

Bereketli tarlamızda tohum.

Her gün biraz daha güzelsin,

Adını tüm iyilikler koyduğum.


 

 

Reşadiye, 1955

(DURULUK)

 

 

AL ATIN TÜRKÜSÜ


Gecenin ta ortasında dikiliyorum,

Gelen geçen bilsin yaşadığımızı.

Alnınıza bir mum yakıyorum,

Dağıtın karanlığınızı.

 

Yağmurun toprakla öpüştüğü saat,

Balıkların yolu pembe - mavi.

Bir türkü söylüyorsun, havası bayat,

Ama yaşamaya müsavi.

 

Yazmış, yazmasına Levhi Kalem,

Şimdi hangi şehirdeyim, bilmezsin,

Bir kere doğmuşsun madem

Bırak deli gönlüm kişnesin.

 

Reşadiye, 1955
(SANATLAR)

 

 

 

DEĞİŞEN


Rüzgarda filiz örneği bükülen,

Gülüşlere uç veren bacadan

Mavi genişliğe dökülen

Bir ince tütün yıllar, sonradan,

 

Bağrı yanık türkülerce sessiz,

Dağ başında, dere kenarında,

Otlarla, böceklerle dosttum bilseniz,

Yeniyetmeliğin taşkın baharında.

 

Bir görkem sevda bürümüş,

Gümbürdeyen yüreğimi.

Ağacın türküsü değişik,

Gayrı aşka belemiş çekirdeğini.

 

Reşadiye, 1955
(YENİ ERCİYES)

 

 

 

ACUNSAL ATATÜRK


Özgürlüğe dal O,

Ezilmişlere güneş - masal O,

Milyonlarca Promete.

Atatürk, acun - bayrak.

 

Yangınlara ırmakça dökülür,

Muştu pencerelerinden altın başı.

Halklara tan O,

Çağların üstünde,

İnsanlığı  gürleyen sesi,

Atatürk, acun - vatan O.

 

Suluova, 1963

 

 

 

UNUTKANLIK


Anılar, suya atılan şeker gibi eridi, gitti:

Öteki düşmanıyla kolkola şimdi.

Beriki dizlerindeki ateşli andı unuttu.

Fırtınalı sağanak dindi,

Anılar, suya atılan şeker gibi eridi, gitti.

 

Şefkati kör kuyuya gömdü zaman:

Kara düşler silinen lekeler gibi.

Ya muhabbet kuşu, ya akrep olurduk, unutmadan,

Bütün bunlar ihanet değil ki:

Eski tutkuları kör kuyuya gömdü zaman.


 

Reşadiye, 1956
(GALERİ, BEŞKAZA)

 


 

MUTLU SIR


Yüreğimin derinliğine ektiğin ne ki?

Kırk bin hasatçının biçemediği.

En yüce dağlar bile senin eteğindeki,

Kırk Haramilerin, kervanların geçemediği,

Yüreğimin derinliğine ektiğin ne ki?

 

Nerde, hangi bahçede yeşerecek bu tohum,

Sevgiyle sıcak, aşkla parıldar?

Taş taş üstüne koyduğum

Cüce duvarlar yıkıldılar.

Nerde, hangi bahçede yeşerecek tohum?

 

Bir anahtar var elimde paslı,

Yüz yıllardan beri taşıdığım.

Nedir, ne bu bilmecenin aslı?

Kapılar önünde kaçıncıdır şaşırdığım?

Bir anahtar var elimde paslı….

 

Reşadiye, 1956
TÜRK DÜŞÜNCESİ

AJANS-TÜRK Takvimi

 

 

KİTAPLARIM


Kitaplarım, sizdeki çizgilerdir:

Deli poyrazca günlerim, yatılı öğrenciliğim,

Ekmek param,altın param, fakir gençliğim.

Kitaplarım, bütün dostlardan ilerdeki…

 

Dağların, ormanların, ıssızlığın sevgisi:

Beni ilk defa ağlatan  “Pol ve Virjini “

Samsun sahillerinde okudum seni!

Sonra  “Hamlet “,  “ İki Sene Mektep Tatili “.

 

Şiir bahçemde Külebi’nin   “Rüzgar“ı,

“Otuz Beş Yaş“la  “Madam Bovari “ ile beraber.

Sonra bir  “Yanık Hava“, yanık duman aldı dağları.

Eser durur içinde  “Ana“ m,  “Şark Rüzgarı Garp Rüzgarı “.

 

Anatol Frans, çöl arkadaşım, keşişim,

Alfons Dode, değirmenci kardeşim,

Ya Goethe,  “Faust“ ta sanki dindaşım,

Hey  “Hayat Yollarında“, çilekeş Istrati, “Yol Arkadaşım “.

 

“Çocukluğuma“a benziyen bir şey var ki,

Öylesine içten, öylesine sahici, Maksim Gorki.

Ben memur adam, bilmez miyim  “Müfettiş“i?

Hey Gogol, Puşkin’le  Tolstoy’la raflarıma giren kişi!

  

Bence doğunun eskisidir, Batıda ne varsa yeni,

Sadi, Firdevsi, Mevlana, okuduklarımın en derini,

Koca Hayyam sarhoş etmiştir beni.

Fakat Batıyı inkar etmem, örneğin; Gardoni…

 

Çok, çok şeyler okudum Batıdan,

Ama kökten ayrılmıyor insan.

Yine  “Kerem ile Aslı “ya, “Battal Gazi “ye döneceğim.

Gel benim vahşi güzelliğim: Leylam “Ferhat ve Şirin “im.

  

Üç bininden, bini yedimde kalan,

Bilge, uysal dostlar, artık aşkım yalan:

Ekmek derdi, ev derdi, girdi araya,

Tuz - ekmek sahip çıktı, cebimdeki paraya.

 

Nerde deli gençliğim, sisli petrol lambaları,

Şiş gözlerim, yirmi dört saat okuduğum günler?

Şimdi sahilimde başka dalgalar,

Nerde, duygumu düşüncemi okuduğum günler?

 

Turhal-1954
(DURULUK, NASIR, DEVRİM)

 


 

SABAHLAR ÜSTÜNE

Bir tutam saçın kalsın

Köşe başında.

Gözlerin otuz iki mevsime varsın,

Gönlümün çatlamaz taşında,

Bir tutam saçın kalsın.

 

Şimşekler gibi aydınlat, kısadan

Çeperlerle yüzen kayıktakini.

Tütüver bir yıkık bacadan,

Tarlamdaki ekini,

Şimşekler gibi aydınlat, kısadan.

 

Serptiğin yok mu, sabahlar üstüne?

Öylesine bereket delirsin.

Garip kişinin kastı ne,

Acep bilir misin?

Serptiğin yok mu sabahlar üstüne…..

 

Reşadiye, 1956
(SALKIM)

 

 

ANSIMA


Yitirilmiş sevdalar yok mu?

Sonbahar yapraklarına karışan boncuk gibi.

Teselliler insanı avutur mu?

Bir tandıra benzetebilirsiniz yüreğimi,

Yitirilmiş sevdalar yok mu?...

 

Oyuncaklarımla gittin küçük yüz;

Uysal, tedirgin, haylaz.

Çağlaları dişleyip bölüştüğümüz

Günleri ansımak olmaz:

Oyuncaklarımla gittin, küçük yüz!

 

Neler girdi yaşamına nerdesin?

Benim gibi sevdalara mı düştü yüreğin?

İsterse, yüz yıl çağrın gelmesin,

Mutluluğa erdim gerçeğin.

Neler girdi yaşamına, nerdesin?

  

Reşadiye, 1956

  

  

 

 


MUTLU TÜRKÜ                                          

 

-Nermin’e-

 


 

BAĞLILIK

 

Sen mevsimlerin en güzel çiçeği,

Ben, dünyanın en arzulu erkeği:

Ömrümün tümünce seni koklarım,

Bilirim, bensiz gecelerin yarım. 

 

Konya, 1960

 

 

ÖZLEME

Koklanası ince ellerini ararım;

Taze sarmaşıklar gibi tırmanan.



Konya, 1960

 

 

 

SALT GERÇEK


Metre, saat, ölçek,

Hepsi birer kuruntu.

Sevgi var ya sevgi;

Yüreğimi büngüldeten,

Salt gerçek.
     

 Suluova, 1963

 

 

AK ÇAĞRI


Ezik türkülere dal

Gözlerin yeşili.

Bakışların evrene anten,

Neyi sürüklüyorsun böyle,

Harman örneği savrulup geçerken?

 

Özgür gemiler

Denizi nasıl yarıp giderse;

Kış sabahının ortasında.

Erkekçe yürüyorsun öyle,

Gecelere aykırı…

 

Aklığındaki sis ne?

Düşlerin niye ürkek?

Tüm kıvanç dökmüşüm evrene,

Senin şarkını söyleyerek.

 

Bu ak çağrı sana dönük,

Gelsene…..

 

Suluova, 1963

 


 

BİRİNCİ TÜRKÜ


Uzak bir yolculuğa çıksam,

Özlem kıvranırken minnacık mendilinde,

Yıldızlarla pencereden aksam,

Aynalarda hüzün, yorgun ellerinde….

Nerim benim,

Gözlerim benim.

 

Bir ince tütünsün

Bahar ince, eller esrik

Gülsün, dalların gülsün,

Der meyvelerimizi: elme, esrik…

Nerim benim,

Gözlerim benim.

 

Uçuşsun kuşlar, bırak

Otlar, sudan yeni çıkmış kızlar gibi.

El ele, göz göze yaşamak,

Hayat bu değil mi?

Nerim benim,

Gözlerim benim.

 
 

Reşadiye, 1955

(İSTANBUL)

 

 

 

İKİNCİ TÜRKÜ

 

Boğalı dağlarında bir tutam çiçek,

Benim sarı çiçeğim, top çiçeğim.

Gözlerinde başladı, gözlerinde bitecek

Güllü- dikenli sevdiceğim,

Türkünü söylerim,

Nerim.

 

Gecenin ortasında bir mum,

Küçük alnında alevi,

Türkü söyle korkuyorum,

Güneşli havalarda kar gibi

Erisin kederim

Nerim.

 

İpini koparan uçurtma,

Denize düşen el kadar…

Sıcak günleri arama,

Artık bir hoş insanlar.

Isıt beni denize düşerim,

Nerim.

 

Reşadiye, 1955
(DURULUK)

 

 

 

ÜÇÜNCÜ TÜRKÜ


Bir tutam ışıksın çocuk,

Dalların üzerine düşürdüğüm.

Kapın rüzgarlara açık,

Esintin görkem, nefesin düğüm.

 

Kara kahırda  “ak“ı seçmelisin,

Küçük ışıklar büyüyecek, yarına değin.

Her güz yeniden ekmelisin,

Bahara boylanır, tohum dediğin.

 

Şu kazanda tıkırdayan ne?

Kapımı çalan kim?

İnanıyorum, güzel umutlarım pişeceğine,

Karşımda gülümser, çocuk dediğim.

 

Delişmen bir halin var çocuk, buruksu.

Eğirip dokuduğum, tellerinden.

Güzel günlerin ılık kokusu,

Çocuk senin ellerinden.

 

Neye böyle tuzlusun arada bir?

Mavi göllerin aynasını çatlatsan ne olur?

Çocuk, hoyratlığın kırık değildir,

Aşıma tuz-biber tadı verir.                                                     

 

 

Reşadiye, 1955

(SANAT YOLU)

 

 

 

GÜNLERİN ÖNCESİ VE SEN


Karanlığın bağrına atılan oklar gibi

Senin bana dediğin Ner.

Gözlerinden de sahici,

Ellerindeki mutlu fer.

Karanlığın bağrına atılan oklar gibi…

 

Uzak geceler üstüne söylediğin türkü,

Martıların kanatlarından,

Senin saçların ciğerimin üstü,

Yedi iklimin baharından,

Uzak geceler üstüne söylediğin türkü.

 

Beni sıcak tarlalarda çağıran kim, bilir misin?

Anamın nasırlı elleridir, yediğimiz.

Eski günlerden kalma ninnisin.,

Kıvancı bölüştüğümüz

Beni uzak tarlalarda çağıran kim bilir misin?

 

Reşadiye, 1956
(VARLIK)

 

 

 

BİR BAHAR AKŞAMI


Taşova köprüsünde

Bir bahar akşamıydı.

Bir demet sarı gül gibi

Saçların omzuma düştü.

Altımızdan akıp giden Yeşilırmak değildi,

Ben yatağını bulmamış bir nehirdim,

Aşka doğru akan.

Yıllarca çağlamış durmuştum

1950 nin baharında bir akşam.

Gözlerimde seni, içimde seni bulmuştum,

Dağ pınarları gibi arı - candan.

 

O akşam girdin hikayeme,

Saksımda yeşeren ilk çiçektin.

Yıllarca sorduğum sen miydin ne?

El ele, göz göze

Benimle mutlu sabahlara gidecektin.

 

“Bir bahar akşamı rastladım size":

Gözlerimde pırıltı,

Damarlarımda alev,

Bir sarı gül uzattım elinize.

O güldür, saçlarınızdaki fırtına,

O güldür, gözlerinizdeki ılık hava,

O güldür, sizden aldığım mutluluk

 

Biziz sevgilim,

O gülün aydınlığında

Aşka yönelen….

 

Amasya, 1962

(ÇAĞDAŞ)

 

 

SENİN ELLERİN

 

Tellere koy yüreğini,

Küçük kuşlar gibi.

Uzaklara çağrın gelse,

Senin ellerin üşür mü Leylim,

Kar yağsa?..

 

Rayların üzerinde

Işıklar nasıl uzanıp giderse,

Seninle öyle uzaklara gidelim.

Senin ellerin üşür mü Leylim,

Koynuma girerse?

 

Haberci ateşler,

Karlı dağlarda nasıl tüterse,

Öyle uzat ellerini.

Senin ellerin üşür mü Leylim,

Ateş gibiyse?...

 

Reşadiye, 1955

 

 

 

BİR KÜÇÜCÜK KULÜBECİK


Benim küçük peteğimdeki ne?

Ellerinin sıcağı Ner.

Kıvanç  düşer gözlerine,

Gözler, gözler, bu gözler…

Benim küçük peteğimdeki ne?

 

Ör kozanı, sabrın mutluluğundan

Çocukça deprenen aşkla.

Günlerin ince olduğundan

Hele bir akmağa başla!

Ör kozanı, sabrın mutluluğundan.

 

Ellerin gözünden ırak, küçük peteğimiz,

Hevenkle vermiş Tanrı, çokçasını.

Her akşam çocukça seviştiğimiz,

Neyliyeceksin, bundan ötesini..

Ellerin gözünden ırak küçük peteğimiz.

 

Reşadiye, 1956
(PETEK )

 

 

 

PENCERE


Muştu kapısı mısın, nesin pencere?

Kanadındaki ışıkla ferah yüreğim.

Akşam karanlığında köşeyi dönünce,

Mutlaka yanar göreceğim.

 

Mutumu mutuna bağladıklarım senden içeri:

Seni yanar görmek, onların kaderi…

Aman sönme, ben gelmeden geceleri,

Evimin sağlığı, mutluluğun önderi!

 

Yar koynundaki gecenin sabahı, sana dönük:

Salıverdiğin aydınlıkta buldum tüm gücü.

İster süslü ol, ister yıkık - dökük,

Aman kapanma, nolur canımın içi?

 

 

Taşova, 1957
(MERHABA )

 

 

AK TÜVEYÇLİNİN ŞİİRİ


Bana fısıltılarla dediklerinden yana

İnce, ak tüveyçlerin.

İşte ellerim, tutsana!

Beraberliğin akça güvercini,

Bana fısıltılarla dediklerinden yana…

 

Dökülen dallarda acı gerçekler

Özden beri,

Sana gidecekler;

Çakmak - çakmak gözleri

Dökülen dallarda acı gerçekler.

 

Alnım ışıdı, ilk defa;

Gözlerim hele parlar.

Yet imanım, bu tarafa,

Hey yüce dağlar,

Alnım ışıdı ilk defa.

 

Senin sorduğun ne, minicik- ufacık?

Yumuk ellerin, mavi boncuk…

Başlayacak yolculuğun,

Senin sorduğun ne, minicik - ufacık?

 

Reşadiye, 1956

(GALERİ- BEŞKAZA)

 


 

 

KORKUYORUM



Ben öpünce,

Cehennemler gibi öperim,

Denizler söndüremez,

Yanarsın

Diye korkuyorum.

 

Beline çelikten çember olur kollarım

Öyle sıkar, öyle sıkarım ki,

Devler çözemez.

Kırılırsın diye korkuyorum.

 

Alıcı kuşlara benzer gönlüm

Kaptım mı seni,

Tüy hafifliğinde,

Sonsuz göklere çekerim.

Düşersin

Diye korkuyorum.

 

Ev - ocak tanımam,

Iraklara kaçırırım seni.

Yaz - kış

Ademle Havva gibi sevişiriz.

Üşürsün diye korkuyorum.

 

İnce çiçeğim, akça çiçeğim,

Seni göğsümde taşımak,

Ne mutluluk.

Solarsın

Diye korkuyorum.

 

 

Aşkımda devler boğuşur

Okyanuslar dalgalanır.

Yitersin

Diye korkuyorum.

 

Kudurgun bir eğilim var içimde,

Sana, yalnız sana koşar.

Yerim seni sevgilim.

Bitersin

Diye korkuyorum.

 

Ben deli- dolu bir aşığım:

Bir çift süngü gibi

Gözlerimin gözlerine saplandığına bakma,

Bu ateşli şiirimden korkma!

Güzel kelebeğim,

Uçarsın diye korkuyorum.
 

 

Amasya, 1962

 

 


 

KURTULUŞ


Öncül bir usa bağlanmışsınız.

Sizin tükenmezliğinize değil;

Dolu dizgin,

Boşluklara koşmak istiyorum.

 

Nereye baksam, beni görüyorum;

Oysa ben sizi istiyorum.

Herkeste bir değişik giysi,

Halbuki tek biçim hepsi.

 

Ben bu ayaklarla gezmeyeceğim.

El söylemesin türkümü,

Bir örnek çarklara su olmalardan

Kurtulmak istiyorum.

Ödünçleme kanatlar sizde kalsın.

 

Hepinize, ama hepinize,

Hayınlık etmek istiyorum,

Tüm çizgileri kırıp gitmek istiyorum.

 

 

Suluova, 1963

 

 


 

DÜNYA BİLDİĞİN GİBİ


Günün gün olsun Musdafendi,

Neyleyeceksin, tohumun yeşermediğini?

Uçan kuşlar dönmez,

Dönenler dönmez,

Bir dünya ki, akıl ermez.

Bırak Musdafendi,

Gün ola, harman ola.

Kötülük için gelmedik dünyaya.

 

Reşadiye, 1955

(VARLIK)
(DURULUK Fotoğraflı Şiir Antolojisi)

 

 

ELLER


Kimin eli kasa paklar,

Kimininki meme yoklar,

Kimininki de armut toplar,

Benimkinin nettiğini bilmez,

Nokta nokta oğlu, nokta noktalar.

 

Konya, 1960

 

 

SOĞAN


Soğan, şırrak diye bölünmüş ortadan,

Öksüz kalmış cücüğü;

Tarlalarda öyküsüz

Anamın, bacımın yaşantısıyla.

 

Soğan

Bölünmeden ortadan:

Kat, kat donanmış al basmadan,

Gelinime benzer duvaklar içinde.

Aşımın tadı hoş.

 

Soğan

Şırak diye bölünmüş ortadan

Gözlerim acılarla dolu, tüm.

Kıraç topraklarda

Bir baş soğan kadar öksüzüm.

 

Soğan

Şırak diye ortadan…

Ben çat diye alnımdan…

Soğan

Ve yalnız adam…

 

Amasya, 1961                                       

(DEMET) 

 

 

EŞİTLİK


Düşünme öyle pis pis,

Arabacı İdris!

 

Şu salına salına giden hanım,

Güzelliğini aynalarda bulamıyacak.

Ambar göbekli bey,

Dökülüp minderlerde kalacak.

Sarayların pencereleri kör,

Bütün insanlar eşit olacak.

Dayan be İdris,

Mezarlığa kadar.

 

 

Amasya, 1962

 

 

 

OTOBÜS


Zencilerinki gibi değil,

Ama herkesin yeri belli,

Biz arkaya sıkışmışız,

Kimisi önde temelli.

Hanımın oğlu çiş edecek:

      -Dur şoför efendi,

İsterse akşama dek.

 

Arkada bir hasta kadın

İçi dönmüş zavallının.

     -A mikrop şimdi sırası mı?

Dışarıya sarkma öyle

Kaza çıkaracaksın.

     -Kaza olsa nolur?

     -Hiç, yolda kalırız.

 

Yol boyunca telefon direkleri,

Dikine mi dikine.

      -Nasıl, bırakmışlar mı sizi,

Issız kırların içine?

 

Ufak - tefek çakıl taşları efendim,

Yürüdükçe geride kalır.

Böyledir efendim,

Arabası olan yol alır.

Çakılcıklar duradursun dağ başında…

 

Yüzümüzde bir karış toz,

Sil Allahım sil,

Silmesi bir şey değil:

Kahpe otobüs kıç atar durur.

     -Ulan gavur yapısı,

Bu ne çalım, bu ne gurur?

Sen de mi bildin bizi?

Niye ön tarafın zangırdamaz?

 

 

Amasya, 1962

 


 

TAŞIN İYİSİ

“Taş geldiğinde ağır  “ demişler

Ben anlamam.

 

Taşın kötüsüne

Basılıp geçilir.

 

Orta hallisi

Duvara yarar.

 

Atınca taşın iyisini,

Devireceksin

Herifin birisini.

 

Suluova, 1962
 

 

BEYAZ BAYRAK


Karşı binada bir beyaz bayrak:

Barış mı dersin, bu bayrakta çırpınan,

Akça-akça kanatlı?

Yoksa  “Ateş kes mi “ diyor,

Dalga–dalga kaygılı?

 

Bir hastane doruğuna çekilmiş bu bayrak

Teslim diyor, acılara teslim.

S.O.S, S.O.S.

Yok mu bir atak gemi?

 

İnsanlar soluk soluğa, diş dişe

Şu salon hınca hınç kumar,

Ya da alkollü bardak…

Tüm insanların başında

Birer  beyaz bayrak,

Gidiyorlar,

S.O.S. çağırarak.
  

Amasya, 1962
(ZEREN)

 

 

YARALI ADAMLAR


Ağaç ürüne duracak

Tüm beyaza kesmiş,

Durur mu bir serseri,

Çeker bıçağını

Ağacın böğrüne nişan alır.

Didinir, çabalar zavallı ağaç,

Kapanır yarası.

Durur mu ikinci serseri?

Durur mu üçüncü serseri?...

 

Öte yandan uzaya dursun kavaklar….
 

Amasya, 1962
(Genç Şairler antolojisi:III)
(ATAÇ)
(OTAĞ)

 

 

ŞAFAK HAVASI


Güle güle padişah hazretleri,

Güle güle kral cenapları!

 

Niye bin padişah oldunuz?

Niye bin kral oldunuz?

Ensemizde tuz kavuruyorsunuz.

 

Aydınlatma fişekleri atılıyor,

Dikkat ekselans!

Islıkları duyuyormusunuz?

 

Amasya,1962
(ZEREN)

                                                

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar (0 )