GÜNDEM DIŞI - KİTAP

GÜNDEM DIŞI - KİTAP

001.jpg





BU  MEMLEKET
 
 

Hudutlarında  “Mehmetlerim “ nöbet tutar,

Kalelerinde bayraklarım dalgalanır,     

İçinde mutsuz insanlar kıvranır,   

Bu memleket benim mi gardaş?     

 

Ovaları var uçtan uca,   

Banyodan çıkmış kadınlar gibi yatar,   

Gerçek sahibini bulmamış topraklar;   

Etiler gibi   

                    sapanla tırmaladığımız,   

Traktör gürültüsü duymamış tarlalar,   

Bu memleket benim mi gardaş?


Yanardağlar saklı göğsünde   

                     mavi petrolümden   

Kesilmiş şahdamarımda kan,   

Ellerin kanalından akıp gider,  

                      Bana döner bin pahasıyla;   

Onunla mesafeleri yutan tekerlekleri,   

                      Benim ellerim becermemiş,   

Bu memleket benim mi gardaş?

 

Başaklarında anamın - bacımın rüzgarı yok   

İncirinin balına banmamışım,  

Üzümünün bağında terlemişim,   

Kuru ekmeğine katık yapmadan   

                            Ellere yollamışım   

Bu memleket benim mi gardaş?

 

İnsanlarım var,

                          yerin altında,   

İnsanlarım var,  

                          apartmanlara binmiş   

                          Göğün yedi katında,   

İnsanlarım var,  

                         yalınayak,   

                         evi sırtında   

Bu memleket benim mi gardaş?     

 

Varlıkları salkım salkım,   

Hakçasına değil dağılım   

Birinin servetinin sonu yok,  

Ötekinin bacağında donu yok,  

Bu memleket benim mi gardaş?     


Kulla tanrının arasında binlerce kişi,   

Üfürüp üfürüp tütsülemektir işi,   

Kimi Paris havasında tiviste kalkar,   

Kiminin bereler içinde vurulmuş başı,   

Bu memleket benim mi gardaş?     

 

Kadınlar gördüm,   

                        ondördünde ninelenmiş,   

Delikanlılar gördüm,   

                         yeri yurdu pirelenmiş,   

Adamlar gördüm,  

                         bıçak kemiğe dayanmış,   

Diplomalılar gördüm,   

                         ateşleri tükenmiş,   

Bu memleket benim mi gardaş?   

 

Bayramlarımız var,   

                          en kutsal inançlardan gelme;    

Bayraklarla donanır çarşı-pazar   

Çocukların ellerinde minicik bayraklar,  

Al’ında bir ulusun savaşından inme kırmızılık,   

Ak’ında umutlar burma-burma   

Değil çocukların kucağını doldurası değil mutluluklar   

Cennetler-cehennemler diyarı burası,   

Bu memleket benim mi gardaş?  

 

Bir Mustafa Kemal gelmiş geçmiş  

                         Şimşekleriyle karanlığı yırtan,   

Ondan sonrası toz-duman,   

Ülkü atlarını alıp gitmiş, üç-beş kurnaz çoban,   

Çanakkale’nin, Sakarya’nın yiğitleri,    

                         Oy pazarında alınır-satılır olmuş   

                         Üç aşağıdan-beş yukarıdan   

Bu memleket benim mi gardaş?    

 

Mustafa Kemal’i pazarlara çıkarmışız;  

                        resmini satmışız,   

                        büstünü satmışız.  

Kalemimizi kana bulandırıp şiirler yazmışız,   

On Kasımdan On Kasıma   

                         Mustafa Kemal adına nutuklar atmışız,   

Sonra  

                         üçyüzaltmışbeş günün karanlığına gömülüp yatmışız,    

Bu memleket benim mi gardaş? 
 

 

Batı’ya koşmuşuz duvar,  

Kuzey’e koşmuşuz keskin fırtınalar,   

Doğu’da kırılmış ak tolgalar,   

Güney’de kara çarşaflar   

Boşunadır, boşuna emmioğlu,  

                          bu bocalamalar,  

Gelin,  

            Gelin be gardaşlar!   

            Sinop’tan Anamur’a,   

            Hakkari’den Uzunköprü'ye kadar,  

Bir halay tutalım;  

Bizden olsun,   

            İçten olsun  

            30 Ağustoslar kadar,    

Bu memleket bizimdir gardaş ! 

 

 

 

GÜNDEM DIŞI

 

Gündem dışı sözler getirdim, alır mısınız?   

Dağ kokuları sinmiş üstüne,  erkekçe,

Beyler uyanır mısınız?   

Kör kuyulara attım eski ruletlerinizi, 

Kibritledim tüm ormanlarınızı,   

Şunun şurasında bir avuç düşünce, sonuç olarak   

Kendi ayaklarınızla tırısa kalkar mısınız?

 

Biliyorum;   

"İtin biri" diyeceksiniz,  

Sabah kahvaltısında    

Havyar yerine beni yiyeceksiniz.

 

Engelli, köstebekli yörenize bir grayder geçiyorum

Zarınızı düzlükte atar mısınız?

Direkleriniz var ya; çoklu, saklambaçlı,

Hepsine birer balta, tutulmuş köşeler açık,   

Yiğit yiğide elleşecek alanlara çıkar mısınız? 

Haydi beyler, yüz yüze savaşa var mısınız?

İlk çağ göklerinde, 

Bileğe bilek, yüreğe yürek?...

 

Aynalarınız vardı ya; camdan    

Tekmeledim topunu.

Aynalar getirdim, kara topraktan,

Aynalar getirdim, en duru ırmaktan,

Oldu mu?

Haydi beyler, kişice 

Haydi gözlerinizi kırpmadan bakar mısınız?  

 

 

MEHMET ÇAVDAR İÇİN 

 

                                        "Günlüklerine 60 kuruş zam isteyen maden işçileri ile karşı güçler arasında çatışma                                            çıktı. Mehmet Çavdar isimli işçi vuruldu "

                                                                                               ( Gazeteler-1964)
 

Ulu ağaçlar gördüm devrilen  

Dalları perişan, yaprakları savruk,   

Senin kadar değil.   

Senin devrilişin başka  Mehmetim;  

Özgürlük türküsü çalan tellerin kopuşu,   

Bir serilişin var topraklara,  

Vatansızların vatanını öpüşü gibi… 

 

İki yaprak görsem dalında titreyen,   

Yüreğindir sanırım, kurşunla delinen,   

Artık en güzel yapraklara bile el süremem,   

En koyu gölgeler de olsa serinleyemem,  

Gölgeler bana haram. 

 

Al karanfilleri söktüm attım saksıdan   

Sen değil miydin, karanfiller gibi kızıl,   

Karanfiller gibi taze,   

Damar damar topraklara yayılan?   

Bundan böyle çiçekler bana haram,   

En güzeli de olsa koklamam.     

 

Mehmet'im, Mehmet'im,   

60 kuruşa kuşunlanan adam,  

Mehmet'im, Mehmet'im.   

 

Not: bu şiir KÖMÜR KOKAN ŞİİRLER.  Hamit KALYONCU.  s. 88 DE Yayımlanmıştır.

 

 

 

BEŞ LİRALIK SULTAN 

Üçüncü sınıf aşevlerinde başlardı,   

Cülus-u Sultan Osman  

Tarihlere serilmemişti öyküsü,  

Döner kalemlerle.  

Bir şişe şaraptı bayrağı, iki buçuk liralık   

Güm-güm mızıkalarla etekleri rüzgar,   

Renklerin gebeliği Sultan Osman’a ayrık,  

                                 geyikli, çok duvarlı,   

Cam kadehleri davulu,   

                                 şarap kırmızısından gül düzeyine,   

Saçları en inançlı, en güvenli ordu,   

Uçsuz sokaklara vurup gidiyordu,   

                                  iki buçuk liradan,   

İki buçuk lira, iki buçuk lira daha,  

                                  sofrası mutantan,   

El ovmalı sabahları, bel kırmalı akşamları   

                                  Sevmiyordu Sultan Osman..

 

 

BOZKIR AKŞAMLARINDA 


Sizin düşleriniz kent uzağında,

Ben    

Çoban ateşleri kesiminde, sancılıyım;  

Dallarım ışık tarlasına uzanmış,

Yolum kesik.


Üveyikli şarkılarla büyür hüznümüz,   

Ça-ça çalar sizin kentinizde, 

Devedikenleri, bizim en güzel gülümüz,

Irak çeşmelerden, ayrı çeşmelerden dolar taslarımız, 

Yine birdir söylediğimiz, çağırdığımız,     

Aynı yörüngede başlarımız..
 

Akşamın ufuklarına çizerim,     

Hülyalı resimlerinizi;     

Masallarıma kahramansınız, tanımam birinizi.

Karanlığın ortasında bir kıvılcım bizimki,    

Ama sizin akşamlarınız da ağrısız değil ki,
  

Kuşlar geçer, güneşin batışına yakın,     

Ha size doğru, ha bize doğru.

Yitirmişiz sihirli boncuğumuzu

Sizin hüznünüz ışıklarda, sırıtkan,

Benimki, karanlıkların ortasında gömü..


Siz kentte olun, ben bozkırda olayım;

Başbaşayız, düğüm düğüm,

Akşamların içinde, sizinle yan yanayım.

Hüzündür,

Uzak, ışıklı akşamlarınızda gördüğüm.


Denize düşen bayraklara benzerim,

Siz ayrı, ben ayrı,

Bozkır akşamlarına gömülür giderim.        

 

 

EVLERİMİZ 
 

Tuna: 12 de buluşuruz seninle,  

Şarap kadehlerinin ışığında,   

Yüzyıllar ötesinden bir türküdür  

Dilimizde kenetlenen:   

Bir sen alır söylersin,   

Bir  ben alır söylerim   

Ama elekçi Pasinlinin zurnasındaki taravet yok sözlerimizde.
      

Biliyorsun Ömfa, süngüler bekler ötemizde,  

Sen akılcı yöntemden başlarsın,   

Ben değişimlere el sallarım.
      

Bir tabak kaydırması demişler   

Büyük sinilerde zıkkımlananlar,   

Eski bir hikayedir be dost,  

Otunu arar kurnaz davar.   

Konya'dan da söylemiştim sana hikayesini,   

Keçilere toslamıştı benim şerefli Beyim,   

Ben de o keçilerden biriydim,  

                      köylerden gelirdi yolum.   

Aynı çoraptır giydiklerimiz,   

Anlıyorsun ya oğlum!
       

Bırak şimdi Konya’sını   

Tabak kaydırmışlar diyenin anasını..   

Masalarda söylevle olmaz be aslanım,   

Koca dağlara değmeli bir yanım  

Ellerimi hohlamalıyım ağırdan,   

Hey hey, yine de hey heeey!  

Bir doğrulmalıyız yücelerin sekisine.
   

Senin ustan gelmeli, kolalı kravatlı mı ne?   

Bardaklarımızda kına gibi bir şurup,   

Bir söylev vermelisin, yüreğimin ortasına durup,   

Ama bütün bunları atalım bir yana Ömfa!  

Kurdun hikayesi belli,   

Tabaklar gelecek peşimizden,  

Ya da sonra keçiler..
      

İki elli kuruşla varılır, huzurun daniskasına:  

Huzur tarlasında benimki Nero,  

Seninkini bilmem,  ama saygılar.   

Sür be şoför amca, yetişmesin kirli kavgalar,   

Geçelim, bir kucak memeyle yola çıkan kadınları.
       

Efendi gardaşım, 68/6 duracaksın,   

Güle güle Ömfa dostum, torpidosuz limandan içeri,   

Beni sorsan, 10/6 dayım, sövgülerden öte,  

Bildikleri haltı işleyebilirler gayri,   

Özgürüz ya, evlerimizin eşiğinden içeri.
      

Yaşasın bu dişiler,   

Huzur gemilerinden daha ilginç.   

Kanatları üstümüzde perde.   

Ev olmalı, kadın olmalı be gardaşım,   

Yiğidin yeşereceği yerde.   
 

 

EŞİK 
 

Küt ve ağır öykülerdesiniz  

Ense şafağınızda gül, şak şakına   

Sürüklemişler en kara, dökülmeseniz de..   

Perişan silahlarınızda ak mendiller..
      

Urgan havasına söylenir türküleriniz;   

Biliyorum, süreli katığınızdır bu,   

Yılgın sularda dallarınız   

Akar, akar da gidersiniz, sizsiz   

Bir yücesiniz heykelce, siz değilsiniz. 
     

Acunsal yüreklere tutmalıyım kulaklarınızı   

Sivri taşlara uzanırken elleriniz;   

İpi kırmışlığın açısınadır bu koşu   

Bir eşiktesiniz; daha, daha dahasına..    

 

 

UZAKLARDA BIRAKTIĞIM  

 

Buğdaylar kadar sarı değil,   

Bu kadınların saçları,   

Tarlalar gibi kabarmaz,   

Bu kadınların göğsü,   

Pınarlarca duru değil,   

Bu kadınların gözü.
      

Deli taylar nasıl sekerse,   

Öyledir bu kadınların bulvarı,   

Tümü bir araya gelse,   

Dağ çiçeğine benzemez kokuları.
      

Senin bana kır ortasında verdiğin sevi:   

Bıçağına bıçak, hançerine hançer,   

Ballıbaba sapında çiçek,   

O kadar güzel, o kadar iyi…
      

Köy türkülerince yalın,  

Senin, o çocuksu halin,   

Bulvarlarda arayıp bulamadığım   

Ey tarlalarda bıraktığım, ana  kadın! 
     

Asma veriminde rüzgarlar   

Eserdi senin gözlerinde,  

Yok, yook bunların hiçbirinde.   

Bulamıyorum, ince ellerinin kanadını,   

Ey, bozkırların küçük kadını !   


 

 

 

TEMEL DERT  

Sizin bütün sıkıntınız,   

Orta katınızdan geliyor;   

Helaların duvarına ne yazmışsanız,   

Bütün derdiniz,  işte o!..
      

Yok uygarlıkmış,   

Yok düzen biçimi,   

      -Sökmedikçe bu paslı ve kalın çiviyi-   

Naaa!.. alırsınız.. 
     

1970 de yazdım ben bu şiiri,   

Temel derdiniz bu değil mi?


 

 

KAÇMAK 

Parabolleri öte, parabolleri yatık,   

Namlusunda taze barut dumanı, gittiğinden   

Bu yakalı yöreleri aşmak, uçkun,   

Kaçmak, kaçmak, usa tekme vurmuşcasına. 
     

Çoklu esintiler yapraklarda, yosunlarda kanat düşümü,  

Çevreleri hançerlenmiş, gözleri tünemesiz,   

Bütün kabukları kırıyorum, usun değdiği renklerce,   

Tümünde bir son: aramasız ağlamaklı.
     

Çarkları bin çevrilmiş, değişik yörelere girilmiş   

Gözlerinde en büyük fener, aydınlıksız,   

Niçin deli tayların yüğrüğü gerçek dışına?   

Bu, işte bu, yitirilmişlerin en keskin korktuğu.
      

Tutarlığı en eski, en sağlam perçinlerde,   

Dikenli teller kadar gerçek.   

Okunmamış daha, ak duvarlarında güleç çizgiler,   

Aradığımız bir başkası olacak, yaşamasız ışıkların ırağında. 
   

Gemiler var Kartacadan, Havaiden kopuk,   

Esintileri çizgi aşımı gemiler.   

Atbaşı bir koşudur, tek tek ve tüm,   

Kaçmak, kaçmak, özlemi bölük yüzlerde gördüğüm.  

 

 

AÇIK ZAR   
 

Açık attık zarımızı,   

Düşkünlere koymadık zorunumuzu,   

Açık oynadık, açık oynadık ya   

Dikine sözler belledi anamızı,  

Eğilmediğimiz kapılarda kırıldı başımız,   

Nereden bilecektik ki emmioğlu   

Doğru büyüyen ağaca bağlarlar domuzu?   

Dalımızı da kökümüzü de söküp götürdüler,   

Orospu şarkılar söylemedik diye,   

Bi güzel yüzümüze tükürdüler.   

Sonra   

Aynalarda kendi yüzlerini gördüler.   

 

 

BİZANSLI DOSTLAR 

 

Geceyle gündüz nasıl birleşirse   

Eşekle at nasıl çiftleşirse   

             Arkamda yapışkan   

             Bir gölge gibi dolaşan   

             Bizans’ın kara üniformalı polisi,   

Sözüm ona, dostların en iyisi   

Öyle birleşiyorlar   

Öyle çiftleşiyorlar   

             Azgın ve genç katırlar gibi   

             24 saat beynimin üstünde tepişiyorlar. 
     

Kendisine bilmeden baba dediğim  

Sevgilerin en yiğidini   

             Köpeğe kemik atar gibi önüne serdiğim   

             Gerçeği tükenmiş bir moruk   

             Kalemi şey göbeği gibi ikiye  yarık   

Karasinek  sürüsünden örneklenmişcesine   

Ucuz ücretle çiş ediyor   

Beş kişiye bir kaşıktan sunduğum fakir aşıma.
      

Ayaklanıp matematik okumuş fok balığından   

Göbeklenip yumrulaşmış eşek alığından   

             Emrü ferman olmakta üstümüze   

Açık havada dolaşırken   

             Sanki güneş -O bütün iyiliklere kardeş-   

Binbir kafes aralığından dökülmekte göğsümüze.

Bu zafer sizin Bizans’lı dostlarım  

             Yılanın sevmediği ot gibi   

Burnumun dibinde bitmiş kokarca otlarım 
    

Gözlerime   

Çaresiz hayvan gözlerindeki   

Anlamsızlık ve hüznü koydunuz   

Siz Bizans’lı dostlarım siz   

-  Virgülü virgülüne eksiksiz-   

Dünyanın bütün harmanlarındaki tırmıklarla   

Bağrımda kalleşliğin kuyularını oydunuz. 
     

Ve siz dostların tekkesi  

             Siz Domalikanya’da yılan hikayesi yazarken   

Beyin ütüleme makinelerine methiyeler düzerken   

Benim, itelenmiş benim   

Savaş karabinalarından daha erkek gürlediğimi   

             Kuvvetlinin önünde it   

             Zayıfın ensesinde bit  

Olanları peynir-ekmek gibi yediğimi   

             Nato mermer kafalarınızla anlamadınız. 
     

Ve siz bütün Bizans’lı dostlar   

Cinsi cibilliyeti yazılmadık   

               duyulmadık   

Garip bir ağaçsınız ki:   

Eşekcesine köküne kazma salladınız.
         

Bizanslılar beni Bizans'a   

Yani size, yani çamura   

Yani uzaklara yolladınız.   

Artık birleşemeyiz. 

 

 

TELLİ  

 

Ali Beyinki, sazdan ince;   

Derdini söyler, bir vurunca,   

Yanar tutuşur, ince ince,  

Ali Beyinki, adam teli.
      

Ayın başında, ay sonunda   

Metelik yoktur cüzdanında,  

Geçim tak demiş, öz canında…  

Memurun teli, zam zam teli.     
 

Vatandaş Ahmet, basık damda,   

Meb’us Bey rahat apartmanda,   

Kışları serde, yazın kumda,   

Meb’us Beyinki, dam dam teli.     
 

Ele almış dertli sazını,   

Yağmurlarda yıkar yüzünü,   

Huri görür, köylü kızını,   

Aşıklarınki, zım zım teli.  
   

Cümle alemin bir teli var.   

Düşleri kadar öte, uzar.   

Bu benim telim, bana zarar,   

Bu benim telim ki, bam teli. 

 

 

İSTERDİM Kİ 
 

   I-      

İsterdim ki, gönlünde bir payım olsun,   

Bakışlarının rüzgarı değsin üstüme,   

Seninle oturulan masada yerim olsun,  

Dudaklarından dökülseydi:   

 “Sevgilim “ gibi, “canım “ gibi bir-iki kelime. 
     

Bekar odasının penceresindeki baş benim,   

İsterdim ki, bu baştaki yangıyı bilesin.   

Yağmurlu geceye dökülen yaş benim,   

İsterdim ki, ıslanmışlığımı silesin. 
     

Alnımın ortasına oturmuş bir çizgi,   

Gözlerime vurur hüznün salkımı,   

Ellerin değse alnıma, bil ki:   

Ne çizgi kalırdı, ne hüzün,   

Bir yiğitleşirdim, dağlara vermiş gibi arkamı.      

 

   II-       

 

Ankara’ya yağmur yağıyordu,

Başımı alıp sokaklara vurdum,  

İsterdim ki, bu yağmur sen olasın:    

İliklerime dek işlesen, ısıtırdın beni.   

Yürüdüm, yürüdüm delice,    

Bulamadım sokaklarda gölgeni. 

 

Garipler meyhanesi dedim en iyisi, 

Ama kadehlerde gözlerini bulamıyordum: 

Bir bir parçaladım kadehleri,    

Zehir heykeli gibi yığıldım masalara.   

İsterdim ki, bu kadehler elinden sunulsun,  

İçkinin acısı dudağımda bal olsun. 

 

Yağmur durmuştu 

Ama sokaklar sarhoştu, sokaklar yalpalıyordu, 

Çift geçenlerin gözlerinde kırmızı karanfiller,  

Aşka doğru akan sel gibiydi caddeler,  

İsterdim ki, seninle düzelteyim bu iğri yolları,  

Bir çift buket gibi yan yana   

Yürüyelim mutluluğa yukarı.      

 

   III- 

 

Bu çatal böyle düşmesin elimden,

 

Lokmalar taş olmasın boğazıma,

Ben de güzel şeyler düşüneyim,  

Bu bıçak kalksın ağzımdan,   

İsterdim ki, ekmeğimi sen dilesin,   

Ellerinle vereceğin bir tas suyun,   

Ab-ı hayat olacağını bilesin.    

 

Haberim yoktu odaların cehenneminden,

Yatakların dikenini bilmezdim,

Tavan üstüme abanmazdı benim, 

Duvarların çerçevesinden boğulmazdım.  

İsterdim ki, seninle  aydınlansın odamın içi,

Pırpl pırıl sevdalı gözlerin gibi.  

 

 

AÇIK PAZAR
  

Çıkar mı dediniz,  

Para mı dediniz beyler? 

O silah yaralamaz bizi.  

Başka vuruşlarınıza bakalım:  

Düşünce onurundan, inandan doğmuş,  

Bıçağına bıçak, ana südü kadar hak.
 
   

Ben bir açık pazarım ki:  

Bütün kozların bölüşüldüğü,  

Her çamuru atana çeviren,  

Doğduğuna doğacağına pişman olur,  

Bu pazara yanlış giren.

 

 

 

Etiketler:

Yorumlar (0 )