OSMAN NURİ POYRAZOĞLU-

OSMAN NURİ POYRAZOĞLU-

 

 

 OSMAN BOLULU İLE

  “SÖZÜN IŞIĞI” ADLI YAPITI ÜZERİNE

 

Konuşan: O. Nuri POYRAZOĞLU
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
Osman Bolulu. 1929 (Osman Bolulu Amasya- Taşova-Akınoğlu Beldesi Tekke Mah.) doğumlu. Samsun-Ladik Akpınar Köy Enstitüsün’ de Ankara- Gazi Eğitim Enstitüsü ‘nde(Edebiyat Bölümü), Türkiye Orta Doğu Amme' İdaresi Enstitüsü’nde ( Kamu Yönetimi  Bölümü) öğrenimi gördü. İlkokullarda, orta dereceli okullarda öğretmen ve yönetici olarak çalıştı. Bakanlık Müfettişliği  görevlerinde bulundu. Öğretmen meslek örgütlerinde (YÖDMF,TÖS, TÖYKO) yönetim görevleri üstlendi. Öğretmen  meslek dergileri ile yazın dergilerinde yazı işleri yönetmenliği yaptı. Değişik türlerde (şiir, deneme. (öykü,masal, anı, seçki, araştırma-inceleme, öğrenci el kitapları) yapıtlar üretti. Ödüller kazandı. Bolulu Ankara'da yaşıyor, üretmeyi sürdürüyor.
 
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
 

 

  -Sayın Bolulu siz, şiirden denemeye. öyküden masala, anılardan seçkilere, araştırma-inceleme yazılarından öğrenci elkitaplarına değin uzanan çok değişik türlerde yapıtlar ürettiniz. Yakınlarda (12 Şubat 2005'te) düzenlenen bir törenle son yapıtınız olan “Sözün Işığı"yla. “Dil Derneği Beşir Göğüş Türk Dili Eğitimini ve öğre- timini Geliştirme Ödülü’nü aldınız. Bu yüzden ilk sorum ödüllerle ilgili olacak

  Kimi kişiler, ödülleri gereksiz bulurken kimileri özendirici bulur. Kimileri ödüllerin çokluğundan söz eder. Kimileri de seçici kurulları Oluşturun kişilerin niteliğini önemser. Bu konuda sizin de söyleye-cekleriniz vardır sanırım.

 
-Bilirsin. beden eğitimi derslerinde "ateş çemberi" denilen bir aygıtın içinden geçerdikya, ben ödülleri ona benzetiyorum. Her ödül bir sınamadır. Ödül alana yerini gösterir, yeni sorumluluklar yükler: ama bir yandan da ödül verenlere teğet geçer.
 
Ben, bana verilen ödüller içinde bu son ödülü daha çok önemsiyorum. Çünkü bu ödülü haksızlıkların yasallaştıdığı 12 Eylül karabasanının, Türk Dil Kurumu`nu amacından saptırdığı, ulusal yörüngemizin tersine çevrildiği bir dönemde Türkçemizin. Türk Dil Devrimi`nin amaç ve ilkelerine göre çağdaş bir anlayışla işletmeyi başarıyla sürdüren Dil Derneği veriyor. Anadilimizin eğitim ve öğretimine katkıda bulunan, bu konuda yapıtlar üretmiş Beşir Göğüş adınadır bu ödül. Ulusal düşünüş dizgemizin kollanıp kurulması,  sürekli geliştirilmesi öngörevinde aynı zamanda. Bir ucu Kurtuluş Savaşı felsefemize, Gazi Mustafa Kemal Atatürk düşünüş dizgesine teğet, ulusal bağım sızlığımızın kağşatıldığı, siyasamızın yabancının yedeğinde yelpelendiği bir dönemde veriliyor.
 
Kendi özelimde düşünürsem, babam 1877`de Kırım Savaşı`ndan sonra Osmanlının borcuna, kulluğuna doğmuş. Ben Türk abecesine, Türk , söyleyiş ve düşünüşüne, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığına doğdum. Doğum yerim dağ eteğinde bir tütün tarlası. İlk yunduğum yer, “Kuruçay”` denilen dere. Ayağının uzamı on,  gözünün erimi otuz kilometreyi aşamamış köylü çocuğu, bu ödülü almışsa bu başarı. Kurtuluş Savaşı imecesine katılan halkımızın, Türk devrim ve aydınlanmasının başmimarı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk`ündür. Ona borcum katmer leniyor. Borcumun bir çimdiğini ödeyebildim mi, diye içimde bir sevinç kıpırdanıyor. Bununla birlikte yeni bir sorumluluk, yeni bir ödev yükleniyorum.
 
Biraz önce “ateş çemberinden söz ettim. Ateş çemberini öğrencinin boyuna göre ayarlayan ya da öğrencisini alıştırmak için ona ödüller verenler de o ödülleri alanlarda beni ilgilendirmiyor. Bana verilen bu ödül sıradan bir ödül değil; tersine. Atatürk’ün dil konusundaki politikasını gerçek anlamda sürdüren Dil Derneği`nden, Türkiye`de yetke olan bilim adamlarından. Türkçenin eğitimi ve öğretimi konusunda buna örnek olmuş Beşir Göğüş adına, onun ailesinin verdiği bu yüzden çok önemsediğim önemli bir ödüldür. Bu yüzden ödülün bana yüklediği sorumluluk artmaktadır. Bu sorumluluğu yerine getirmek zorundayım.
 
Şunu da eklemek istiyorum: Üyesi bulunduğum Dil Derneği`nden bu ödülü almak benim için bir onur. Dil Der-neği. Atatürk`ün dil politikasını sürdüren bir kurumdur. Ben. Dil Derneği'nin hem üyesiyim hem de Derneğin aylık yayın organı olan Çağdaş Türk Dili`nde yazılar yazıyorum. Bu yüzden başlangıçta bu ödüle katılmak istemedim, çekimser davrandım: ama kitabı yayımlayan Toros Yayınları yönetimi bu görüşüme katılmayarak kitabımı yarış- maya soktu. Bu yüzden Toros Yayınları yönetimine buradan teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
 
 

-Evet, asıl konumuza. “Sözün Işığı” adlı yapıtınıza dönelim. Yapımı ikinci adı olan  “Uygulamalı Noktalama Bilgileri” içeriğini de belirtiyor. Öncelikle sizi bu içerikte bir çalış~ maya iten nedenler üzerinde konuşsak. diyorum.
 
-Konuşalım. Ben ortaöğrenim öğrenciliğimde yalnızca bir saatlik dilbilgisi dersi gördüm. Yükseköğrenime başla- dığım zaman da dilin uz kullanımında pek o kadar bilinçli değildim. Yine de bir şeyler yazmaya çalışıyordum. Noktalamayı da olabildiğince yerinde kullanıyordum. Düşündüm, bende niye bu eksik kaldı? Bir huyum var benim: Öğrenciliğimde hangi sıkıntıları çekmişsem, o sıkıntıların acısını öğrencilerden çıkarmaya değil, o sıkıntıları onlara
uygun biçimde çözdürmeye çalışırım.
 
Ödül törenindeki konuşmamda da söylemiştim: imeceli bir çalışmayla oluşturulmuş bir kitaptır bu. Sen de pek çok kez tanık olmuşsundur: ben, yazdıklarımı dostlarıma gösterir. onların denetiminden de geçiririm. Öğretmenliğimde de öyle yapardım. Soracağım soruları önce öğrencilerimde dener; algılayıp algıyamadıklarını hesaba katardım
 
Ben türlü öğretmen kuruluşlarında yöneticilik yaptım. Yöneticiliklerim sırasında yüzlerce öğretmenle tanıştım. Bakanlık müfettişliğim sırasında da pek çok öğretmen tanıdım. Onların neyi doğru yaptıklarını, neyi yapamadık- larını gördüm. Yapamadıklarının çözümü üzerinde düşündüm.
 
 “Türkçe Bilgileri" adında bir kitap yayımlamıştım mesleğin beşinci yılında. Birkaç baskı yaptı bu kitap. Daha sonra büyük boy, 450 sayfalık bir kitaba dönüştü bu çalışma. Bu çalışmalarımı yeniden gözden geçirdim. Edindiğim algılamaların ışığı altında, bunları nasıl öğretebilirim ,diye düşündüm. Çocuğu çocuk gibi değil, insanın küçüğü gibi algılayarak ona göre doğru kavratma yollarını araştırdım. Bu araştırmada çeşitli yazım kılavuzlarını, noktalamayla ilgili kaynakları inceledim. Bu incelemelerimde gördüm ki kaynaklar, noktalamayla ilgili olarak l5-17 arasında örnek veriliyor. Ben bunu 30`a çıkardım. Çünkü dışarıda tutulan o işaretler de noktalamanın içine girmeliydi. Öyle yaptım.
 
Bunları, bildiğimiz yazım kılavuzlarındakine benzer biçimde aktarmak bana uygun gelmedi. Bu söylediklerimden yazım kılavuzlarını küçümsediğim anlamı çıkarılmasın. Kılavuzlarda kurallar, arkasından örnekler veriliyordu. Oysa biliriz ki yaşam kurallara göre yürümez, kurallar yaşamdan çıkar. Yaşatarak, yan destekle kavratarak öğrenciye bunu nasıl verebilirim, hangi yöntemleri kullanmalıyım, diye düşündüm. Karikatür eşliğinde, şiir işliğinde, günü-
müz edebiyatından seçilmiş metinlerle verebilirsem daha kavratıcı olabilirim diye böyle bir yöntem izledim. Bildi- ğim kadarıyla buna benzer bir çalışma yok, ben göremedim.
 
Noktalamada örneğin, bir virgül hatası, kadını erkek, erkeği kadın yaparak anlam karmaşası yaratabiliyor. Bu karmaşayı nasıl önleyebilirim, diye yola çıktım. Çünkü noktalama sadece işaretler dizgesi değil: anlamın doğru ya da yanlış kavranmasında önemli görevi bulunan işaretlerdir. Şunu da eklemeliyim: Dil. Ulusal varlığımızın omur- gasıdır. Beni insan eden etmenlerden, kurumlardan birisidir. Dilime olan borcumu ödeme düşüncesiyle de yola çıktığımı söylemeliyim. Ne ölçüde başarabildim? Bu, kitabın getireceği yankıya bağlıdır.
 
 

-Kitapta her konunun başına, açıklanacak noktalama iminin önemini belirten, çocukların düzeyini de gözeterek şiirler yazıp koymuşsunuz kitaba. Aklıma şu soru geliyor: Niçin düzyazıyla değil de şiirle?...
 
 
-Bilinir ki şiir günlük dilin, hatta yazın dilinin üstünde bir dildir. Şiirle kuru noktalama bilgisini, şiirsel tat içinde tanıtmayı düşündüm. Şiir için “üst dil" terimini kullanıyorum Şiir de felsefe gibi var olanın ötesini yoklar. Düşünüş ve algılayışa çevren açar. Öyleyse şiir için de üst dil terimini kullanmamda bir sakınca yoktur.
 
 
Bana göre şiiri kavrayan çocuk, dilin işleyişini de kavrayabilir. Biliyoruz ki yazarların çoğu ilk kez şiir yazma hevesiyle soyunmuştur yazıya. Düşük düzeyde de olsa şiir, dilin yoğrulmasıdır. Çocukları, şiir tadı içinde nokta-lamaya yaklaştırırken şiir içinde, dilin devinimini. işleyişini, oradan daha yukarıya doğru dilsel tırmanışa geçme-lerini de göstermek böyle bir çalışma yapmayı uygun gördüm.
 

 

 -Yanlış saymadıysam kitapta 33 okuma parçası var. Bu parçaların seçiminde nasıl bir yol izlediğinizi, neleri gözettiğinizi sormak istiyorum şimdi de.

 
-Çocuk yazınıyla ilgili kaynaklardan yararlandım. Yaşamsallığını, güncelliğini yitirmemiş,  Türkçeyi doğru işlemiş olan metinleri seçmeye çalıştım. Günümüz yazınından da Örnekler koydum.
 
 
Bilinir ki yaşam ve insan, yeni durumlara, yeni gereksinmelere göre sürekli olarak değişir, dönüşür: yeni duruşlara geçer. Yazın da yaşamın dillendirilişidir. Bu demektir ki yazın da sürekli değişir ve dönüşür. Durum bu olunca öğrenciyi, yaşayan edebiyatla, günün yazınıyla ilgilendirmek gerekiyor. Öğrenciyi yaşamdan koparmadan günü-müzün edebiyatından daha ilerisine tırmandırmayı da düşünerek güncel metinler koydum kitaba. Bunları koyarken rastgele değil. elimden geldiğince özenli davrandım.
 
-Çocuk yazını söz konusu olunca daha çok “çocuksuluk”, “çocuğa görelik” kavramlarından söz edilir. Yetişkinler gibi çocuklar da çocuksuluktan hoşlanmaz, çocuğa göreliği yeğler. Kitabınızda bu duruma ilişkin olarak siz neleri gözettiniz, diye sorsam...
 
-Çocuk yazını diye bir dal mı var: yoksa dili, düzeyi. işleniş yöntemi çocuğa göre ayarlanmış yazın dalı mı var? Çocuk yazınında sadece çocukların yaş ve kavrayış düzeyi göz önünde tutulan bir yazış ve anlatış yöntemi yeğlenmelidir, diye düşünüyorum ben. Çocuk... Yarın dilimizi işletecek olan o, kültürümüzü katkılarla sürdürecek olan o. Öyleyse onu şimdiden yarına hazırlamak zorundayız.
 
Şimdiye değin çocuksu denilecek pek çok ürün üretilirdi. O ürünler çocukları evirtti mi? Çocuğa dilini, düşünüşü-nü, varının üstünden yarına taşıyacak bir yazın daha doğru değil mi? Varın üzerinde kalmak, var olana kilitlen-mek, olanı bilmek... Yaşam yalnızca var olan değildir; olanın değişim ve dönüşümüdür. Öyleyse metinleri seçer-ken buna özen göstermeliydim.
 
Çocukları geçmişin yinelenmesinde eğlendirmeyen, geleceğe doğru götürecek olan; düşünüş üretimine, düşlem kurmaya uygun olan metinleri seçmeye özen gösterdim. Sadece çocuğun yaşayış, anlayış, kavrayış durumunu hesap ederek gerçek yazını vermek. Yaşayan, yaşamı kavrayan yazının içinde çocuk belki zorlanacaktır:  ama zorlanırken onu öğrenmeye çalışacak,  yukarıya tırmanacaktır.
 
-Son sorum: Biliyorum; öğretmenlik, eğitim yöneticiliği, bakanlık müfettişliği gibi görevlerde bulundunuz. Zengin bir bilgi ve deneyim birikiminiz var. Fırsattır, diyerek sormak isterim: Türk dili ve yazım öğretmenlerimizde gördü-ğünüz eksikliklerle ilgili olarak neler söyleyebilirsiniz?
 
-Bilinen bir gerçektir ki bizde öğretmenlerden, hem büyük şeyler yapmaları beklenir hem de onlara bunları yapma olanağı tanınmaz. Bütün politikacılar öğretmenleri överler: "Tanrı yeryüzüne inseydi öğretmenliği seçerdi" türün-den övgülerle dolu demeçler verirler. Şu da bir başka gerçek: Bütün politikacılar, öğretmenleri kendi siyasalarına araç yapmak isterler. Aslında ben Türk öğretmenini; Kurtuluş Savaşı felsefesine uygun, Mustafa Kemal düşünüş dizgesinin “misyoner"leri olarak görüyorum, görmek istiyorum.
 
İyi bir Türkçe öğretmeni olduğum sanısına kapılmış olmalıyım ki mesleğimin beşinci yılında "Türkçe Bilgileri" adında bir kitap yazmıştım. Bugüne değin dille ilgili 8 tane kitap ürettim, 114 yazı yazdım. Dilin bu kadar derin, bu kadar derin ve sonsuz, üretime işletime uygun olduğunu bilseydim, korkardım bu kitapları, bu yazıları yazmaya.
 
 “Türkçe Bilgileri" adlı kitabımın başında Türkçe Öğretimiyle ilgili şunları  yazmışım “Türkçe dersi bir bilgi dersi olmaktan çok; doğru, iyi ,güzel yazıp konuşma becerisi ve alışkanlığı kazandıran: insan  zihin ve kişiliğini geliştiren düşünüş çalışmalarıdır." Bu ders, düşüncelerin matematiğini akla getirir. Matematik boşluk götürmez. Bir işaretini boş bıraktığınızda yaptığınız işlem yanlışa çıkar. Matematik, enine boyuna, karşılaştırmalarla düşünmedir: hiç
bir mantık boşluğu yaratmadan bir şey ortaya koymaktır. Anadili öğretimi öyledir, bir düşünüş eğitimidir.
 
Bir ulusun düşünüşü, yaşamı kavrayışı algılayışı, yaşama bakışı, değerlendirişi  sözlü ve yazılı ürünlerindedir. Ulusal düşünüşümüzü, ulusal kimliğimizi dilimizle, yazınımızla koruruz. Çünkü ulus, dilde, düşünüşte ortaklığı bulunan girişik bir yapıdır. Ulusal varlığın omurgası olan dil, düşünüş öyle günlük siyasaya göre değiştirilemez. Dilde düşünüşte sürdürülecek politika, ulusal değerlerin, ulusal düşünüşün, dünya gereklerinin olanaklarına göre hazırlanmalıdır.
 
 

-Sayın Bolulu, son sorumu sormuştum; ama söyledikleriniz beni bir soru daha sormaya zor- ladı: Yanlış anlamadıysam anadili eğitiminde öğretmenlere pek yüklenmek istemediniz. Yetersizlikleri, politikacılara, politikacıların siyasalarına göre sık sık değiştirilen öğretim izlencelerine yüklediniz. Siz de bilirsiniz, kötü bir öğretim izlencesi bile iyi bir öğretmen elinde güzel sonuçlar verir. Öğretmen kötüyse çok iyi düzenlenmiş bir öğretim izlencesi bile işe yaramaz. Sorum şudur; Anadili öğretimindeki yetersizlik nedenlerinden biri de öğretmenlerimizin iyi yetiştirilmemiş olmaları değil mi?

 

 
-Elbette iyi öğretmen, bir yolunu bulur, anadili dersini, düşünüş eğitimine dönüştürebilir. Bununla birlikte bir şeyi göz ardı edemeyiz: Türk aydınlanmansının özgörevlisi öğretmenin: neyi, nasıl işleyeceğini, hangi kitapları metin-leri okutacağını kim düzenliyor? Dile. düşünüşe yasak koyan kim? Öğretmen. siyasanın sıkı çemberine alınıyorsa yapıp ettiği, siyasal sıkı denetim altındaysa öğretmen, nereye kadar bu çemberi aşma yürekliliği gösterebilir?
 
 
Öğretmenlik iş mi, meslek mi? Mesleğin özel eğitimi, konusuna göre yolu yöntemi vardır. Geçmişte, öğretmenlik eğitimine 6. sınıftan başlanırdı . Öğretmenliğin belli kaynağı vardı. Şimdiyse 200`ü aşan kaynaktan öğretmen var.  Hiçbir şey genel düzenden, yapı ve tuttumdan bağımsız olamaz. Cumhuriyetçi eğitimi yörüngesinden saptıranlar varken, doğrusu suçu öğretmende aramak haksızlık olur.
 
Etiketler:

Yorumlar (0 )