SUÇU YIK BÜROKRASİYE DEVAM ET GÖTÜRMEYE

SUÇU YIK BÜROKRASİYE DEVAM ET GÖTÜRMEYE

 

SUÇU YIK BÜROKRASİYE

DEVAM  ET GÖTÜRMEYE

 

 

 Müdafaa-i Hukuk  S:35 Temmuz 2001

 

 

        Terazi kirin ağırlığını çekmez olunca Varlığı, halkça bilinen hayalî ihracat, rüşvet, hortumlama vurgun, soygunu yer altı kanalları taşıyamaz oldu, patladı. Kokusu bütün ülkeyi sardı. Kamuoyunda sızıltılar yoğunlaştı. Çeşitli kesimlerin yakınıları, açık açık söylenmeye yazılmaya başlandı. Kimi diri odakların görünmez desteğine güvenenler, konunun üstüne gitmekte yüreklendiler. Çarpık gidişi, yapay gündemlerle kamunun bu konuya ilgisini saptıran iktidarın  yalanlama gücü yetmez oldu. Artık kutsal devlet, (İşlerine gelirse devleti küçültmek isterler, sıkışınca devlete sığınırlar.) sözüm ona, seçeneksiz iktidarın desteklenmesi bahanelerinin paravanası yıkıldı. Kimi görevlilerin, olaya ilişkin sızdırmalarının önüne geçilemeyeceğini anlayanlar, yolsuzluk, rüşvet, soygun, hortumlamanın üstüne giriyormuş rolünü oynamaya başladı. Halk ve kimi kesimler, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezeri, bu kirliliğin ayıklanmasında güvence orunu (makamı, katı) sayıyordu. Dürüst bir polis olan İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, polis yöntemleriyle de olsa, konuya ilişkin işlemlere (operasyonlara) girişti. Yolsuzluklardan pek çoğunun kapağı aralandı. Kamuda temizlik isteği yoğunlaştı. Kendisine konu arayan iletişim araçları (medya) halkın ilgisini sağmak, reyting almak için konuyu şöyle böyle işlemeye başladı. Burada haksızlık etmemek için, bu kirliliğin ortaya çıkarılması için, gerçek  çaba harcayanların bulunduğunu belirtmek, perde arkası güçlerin siyasal odakları dürtüklediğini de söylemek gerek.

 

 

Paravan yıkılıyor

 

Çeşitli sektörlerde ve kesimlerde işlemler (operasyonlar) yapılıyor. Kimileri kelepçeleniyor, gözaltına alınıyor, DGM’lere çıkarılıyordu. Fakat yolsuzluğa bulaşanların ucu bürokratlardan ileri gidemiyordu. Ama kimi basın, kimi araştırmacılar, gidişi izleyen dikkatli gözlerce, hortumcu ahtapot kuyusunun derinliği biliniyordu. Usta hırsızın ev sahibini bastıracağından çekinen, anamala bağlı, iktidarlara yakınlıkla çıkarını sürdürmeyi alışkanlık edinmiş iletişim (medya) kesimi , daha ilerisini deşeleme yürekliliğini gösteremiyordu. Krize sokulmuş, İMF’nin kıskacına düşürülmüş ülkenin insanı, milyarlarca doları hortumlanmış Türkiye’nin on bin dolar için, İMF’nin kapılarında dilenmesine tepkiliydi, hortumculara yaptırım istiyor, kendi vergisinden aşırılmış milyarların geri dönmesi beklentisindeydi. Her ne kadar seçeneğim yoktur dese de sallantıdaydı iktidar. Bir zamanlar işbirliği ettikleri anamal çevrelerinden işçisine, kamu çalışanlarına, sokaktaki insanına kadar öfkeyle dolan insanların patlama noktasına varacağından korkuyordu. Sevr’in horlatıldığı  seziliyordu. İktidarın bahaneleri tükenmiş, gündemi saptırma yolları tıkanmıştı. Kamu, yolsuzluğun daha üste uzandığı, kimi siyasal kuruluşlarla ilgili olduğu kanısındaydı.

 

 

Birilerinin kulağına kar suyu kaçtı

 

İktidar çevrelerinde huysuzlanmaya başladı: Ya daha derinlere ulaşılır, her şey ortaya çıkarılırsa….İçlerinden, en çok işkilleneni “Atanmışlar, seçilmişleri infaz ediyor. Yolsuzluğun üstüne gitme yöntemleri yanlış uygulanıyor. Jandarma yetkisini aşıyor. Savcılar demeç veriyor “ demeye başladı. Onlara göre, seçilmişlerin, her türlü olumlu-olumsuz edime özgürlükleri vardı, üstlerine gidilemezdi. Atanmışlar, seçilmişlere  ilişkin noktalara uzanamazdı. Onlar ‘dokunulmaz’dı. Kendi aralarında ’aklanma’ takası yapmaya alışkındılar. Savcılar, jandarma, kir odaklarını kurcalıyordu. Huysuzlandılar, savcılara, jandarmaya saldırmaya başladılar. Sanki politikanın hukuka müdahele hakkı varmış da, kiri görenlerin, kamu adına bunu ortaya çıkarma hakkı yokmuş gibisine. Neydi, böylesine hırçınlaşmanın altında yatan? Niçin, ‘ucu kime uzanırsa uzansın, söylentiler, bulgular açık açık ortaya dökülsün, kamu bilsin, suçlular yargılansın’ diyemiyorlardı? Bu telâşın altında ne yatıyordu?

 

Olmamıştı, olamıyordu

 

Uslu bir devlet memuru gibi davranır beklentisiyle Cumhurbaşkanlığına getirdikleri Ahmet Necdet Sezer, istedikleri gibi çıkmamıştı: Hukuk diyordu, devletin kuralları diyordu. Becerisizliklerini örtmek için, demokratik görüntü altına saklanan sultalarını sürdürebilmek için, onunla kavgaya durdular. Olmadı. Çıkardıkları bunalımlar (krizler) dönüp kendilerini vuruyordu. Bankalar Denetleme Kurulunun başına getirilen Zekeriya Temizel’in adı gibi davranaca-

ğından kuşkulandılar, kaçırdılar onu. Banka+mafya+politikacı+para babaları dörtgeninin içine gömülen kirlerin örtüsü kaldırılmamalı, bankalar yoluyla siyasetine vurgun payı alanların, halkı dolandıranların, yandaşların saadeti (?) bozulmamalıydı. Bir İçişleri Bakanı Saadettin Tantan çıktı, polis yöntemleriyle de olsa, belki de bir yerlerden tüyo alarak,  İşlem (operasyon) üstüne işlem (operasyon) yapıyordu. Halkın temizlik beklentisi daha da çoğa- lıyordu. Birileri vurgun duvarların delineceği, ardiylerinin görüneceği korkusuna kapılmıştı. Bakanlarını, kendilerine ihanetle suçladılar, kimisine istedikleri yönde müdahale önerdiler. Olmadı. Gümrük kapılarında iyileştirmelere giden bakanlarını, başka yere kaydırdılar. İçişleri Bakanının çekilmesini sağladılar. Toplumun, temiz işler  yapaca- ğını umduğu üç kişiden ikisini devre dışı bırakabilmişlerdi. Ama gene de rahata erememişlerdi. Saklanamayan talanın suçu birilerine fatura edilmeliydi.

 

 

 

Suçlu bulundu:Bürokrasi

 

Nedir bürokrasi? Devlet ulusal bir örgenleşme, bir işbölümü yapısıdır. Bu yapının doğrultusunu tayin eden; yasa, tüzük, yönetmelik, yönergelerle sağlıklı işleyişini düzenleyerek, toplumsal yaşamın adalet, hukuk içinde esenlikli gidişini düzenleyen iki yanı vardır: Biri yasal çerçeveyi belirleyen TBMM’nin yürütme gücü hükumet, iktidardır. O, ilkeleri, ana kuralları, doğrultuyu gösterir. Ötekisi bunları uygulamakla görevli kılınan bürokratlardır. Onların, toplumun kurallarını düzenli işletmesindeki iş, işlev, sorumlulukları; kendilerini seçip atayanlarca ayarlanır. İş ve işlemlerini, ulus adına düzenlenmiş kural ve ilkelere göre yapıp yapmadıkları, kendilerini görevlendiren kurumlarca denetlenir. İşlerini sağlam, sakat yürütmelerinin yaptırımı vardır: Mükâfat ve ceza.  Ödüllendirildikleri gibi, disiplin cezası alırlar, geçici  olarak işten çıkarılırlar, tümden işten atılırlar, suçları ağırsa mahkemelerde yargılanırlar.

 

        Bürokrat bağımsız mı?

        Bürokrat, seçilmişlerin  (yasama ve yürütmenin) çizdiği ana kalandan yürümek, ona göre edimde bulunmak zorundadır.  Onlar kendi başlarına, canlarının istediği gibi hareket etmeye kalkışırlarsa, devlet işlerini ulus ve toplum yararından saptırırlarsa, bürokrasi yörüngesinden  çıkar, devletin işleyişi kağşar, kamu yararı zedelenir. Bürokratın ihmalinde, yolsuzluğunda, onu atayanların, denetleme , yaptırım uygulama görevi doğar. Gereğini yapmıyorlarsa, bürokratın olumsuzluğuna göz yumuyorlar demektir. Ki bunun sorumluluğundan kaçınamazlar.

 

Yolsuzluğun ne kadarına dur deniliyor?

 

Uygulamada görüyoruz ki, yolsuzluk yapan küçük bürokrat hemen yakalanıp cezalandırılıyor. Örnekse EBK’den bir kilogram eti evine götüren, işten atıldığı gibi, yıllarca hapis cezası almıştır. Bu gibi küçük suçların cezalandırılması, büyük vurgunların üstünü örtüp, büyük kirleri cilâlayarak, birilerine dürüstlük süsü vermeye mi yarıyor dersiniz? Son zamanlarda rüşvet, soygun, yolsuzluk olaylarında adı geçenlerin hemen hepsi daire başkanı, genel müdür yardımcısı, genel müdür, müsteşar yardımcısı, müsteşar düzeyindedir. Anılan görevlere kimler, nasıl getiriliyor? Her iktidar değişiminde, bu orunlardakiler neden değişiyor? Koalisyon ortakları, adı geçen orunların kendilerine bağlı olması için, ne gibi pazarlıklara girişiyor? İktidarlar kendi güvendiklerini, anlayış ortaklarını atıyor, böylesi görevlere. Nerdeyse gelenekleşti bu tutum.  

 

 

Kire bulaşan bürokrat birileriyle bağdaşık mı?

 

Türkiye’de yıllardır (?) bu gibi sorumluluk ve uygulama kararı veren orunlara atamada yeterlik ve  konusunda uzmanlıktan çok, siyasal yandaşlığın ön aldığı, bilinen bir gerçek. O halde bu bürokratlar yolsuzluk, soygun, vurgun, rüşvet gibi işlere bulaşmışlarsa, onları buralara getirenlerin payı aranmak gerekmez mi? Bunlar kirli işlere bulaştıklarında, kendilerini getirenler, yasal yaptırımları işletmiyorlarsa, çıkar ortaklığı düşünülmez mi? Öyleyse '‘Atanmışlar, seçilmişleri denetliyorlar.’ yaygarası neden? Onları, devletin hukuk, adaletle işleyişini sağlamak için, oralara getirdiyseniz, bulguları, yargıları, yakınıları devletin ve ulusun yararına mı, buna bakmak, ona göre işlem yapmak gerekmez mi?  Sizin  infaz etmek istedikleriniz, doğruyu mu, saptırmacayı mı dillendiriyor? Bunun tartışmasını açık açık kamu önünde yapabiliyor, yargıda karara bağlama yolunu kabul ediyor musunuz? Devletin işleyişini sağlamakla görevlendirilenler, sizin kendi çıkarınıza yönelik buyruklarınıza, itirazsız boyun eğdikleri,  çıkar bölüşümünde uzlaştıkları yere kadar mı var olacaklar? Peki, devletin, ulusun yararına uzmanlıklarını konuştur- dukları zaman, onları yerinde tutuyor musunuz?  Bilgisini, uzmanlığını doğrulara koşanlardan pek çoğunun, yerinden edildiğini görmedik mi, yaşamadık mı? Gereksiz yere görevinden uzaklaştırılanların yargıdan aldıkları kararları uygulayacak kadar hukuka saygı duyuyor musunuz? Uydu bürokrat isteğinin, devleti kağşattığının, ulus zararına olduğunun ayırdında mısınız? Bürokratı, salt kendi politikasına güdülenmenin sınırı nereye kadar?

 

Seçilmiş mi, atanmış mı?

 

Hem kimdir şu seçilmiş, atanmış, aralarındaki ayrım nedir?  Özde ikisi de ulusun örgenleşmiş gücü olan devleti sağlıklı işletmekle görevli kamu hizmetlisidir. O bürokrat dediklerinizin, bürokraside yer almaları için, belli bir öğrenime, uzmanlığa sahip olmaları,  gereken süreçlerden geçmeleri zorunludur. Yapacakları işin kanalı, yolu yöntemi yasal (tüzük, yönetmelik, yönerge, genelge) sınırlandırılmış, yaptırımları belirlenmiştir. Seçilenler (yasa koyan, yürütmede görevliler) için, bu denli sınır ve kural yoktur. Seçilmişler, ulusal istence ( O da titiz ve doğru işliyor mu, orasını geçelim de…) göre genel, yasal çerçeveyi, doğrultuyu düzenlemek ve bu yolda siyasal  seçe- nekleri, toplumun düzenini yeğlemekle  görevli kamu hizmetlileridir. Bunlara uygulanacak yaptırım, demokratik yapı doğru işliyorsa, oy yoluyla uygulayacak ulusal istençtir. Ne yazı ki, partiler ve seçim yasaları elverişli olmadığı için, bunun örneğini görmekten yoksunuz. Affedildikleri (seçilemedikleri) zaman, bürokrat gibi, haklarında yargıya  başvuru yolu da kapalıdır. Eee, TBMM’deyken sorgulanmayacaksınız, seçilmeyince sorgulanamayacaksınız. Sizi gökten Tanrı mı indirdi? Çağdaş kral mısınız?

 

 

Bürokrasi engel cangılı mıdır?

 

Yık suçu bürokrasiye kurtul öyle mi?

Devleti, bizzat yasama, yürütme mi uygulamaya indirecek? Devlet sanal bir kurum değildir: Devletin işleyişini sağlayan bürokrasi, işini yapan bürokrattır. Bürokrasi işini nasıl yapıyorsa (iyi-kötü) devlet öyle algılanır yurttaşlarca. Doğrudan yurttaşın istenciyle (oyuyla) görevlendirilmişler (seçilmişler); devlet kurum, kuralların ve doğru düzenli işletilmesinden , bürokratın iş ve işlemlerinde sorumludurlar. Çünkü , kendilerini  seçenler adına genel düzenleyici onlardır.  Çarpık gidişin yükünü bürokratın sırtına atıp kurtulma  lüksü, özgürlüğü yoktur seçilmişlerin. Niçin?  Halkın önünde düzenin halk yararına işletileceği yükümlülüğüne söz vererek seçilmişlerdir. Bürokrasiyi doğru işletmemenin, bürokratın dürüst çalışmamasının sorumluluğu onlara düşer.  Bürokratı suçlayıp kurtulamazsınız. Devlet, ulus yaşayışının yönetilenlere ulaştırılıp uygulanmasına her düzende, her devlette gerek/zorunluluk vardır. Bürokrasi devletin omurgasıdır. Olumsuzlukların tümünü bürokrata fatura etmek, devletin omurgasını kırmaktır.

 

Bürokrasiden kimilerini çamura iten kim?

Bürokrasi, bürokrat kimi yönetimlerde, kimi  zamanlarda yakını konusu olmuştur/oluyor da. Bizde, niye  şimdi bıçağın altına düştü, günah keçisi oldu?  Ne zaman, niçin, nerden bulaştı bürokrasi pisliğe?  Bürokrat devletin, kamu adına düzenli işleyişinde hizmetli olmaktan niçin yozuttu?  Niçin, ücretini ödeyen ulusu önemsemeden başkalarının yedeğine takıldı?  Birilerine tutunarak var olma güdüsüne saplanır, adına çalıştığı ulusun örgeni devleti tırtıklar, zarara uğratır oldu?  Bunları düşünmek, yıllardır bürokrasinin ayakta tuttuğu yüce koltuklarında rahatını sürdürenlerin de, bu konuda eksi payları var mı, ona bir bakmak gerekmez mi?

 

Temizlikte bürokrasi-seçilmiş ortaklığı

 

Dünyanın her yerinde, her dönemde bürokrasinin işleyişinde aksaklıklar olmuştur/ oluyordur.  Ancak bu konudaki düzenleme, denetim ve yaptırımların doğru işleyişi oranında devletin sağlıklı, güvenli olduğunu görürüz. Bürokrasiyi doğru düzenli çalıştırmak,  devletin ana yönünü, doğrultusunu tayin etmek konumunda olanların (seçilmişlerin, TBMM’nin, hükumetin) tutum ve ediminin etkisini unutmamak gerekir.

 

Bürokrasiyle yasama, yürütmenin bağıntısı

Türkiye Cumhuriyeti devletinde, bir devlet görevlisinin (bürokratın), dairede bitiremediği işini evine götürdüğü anlatılır: Adam evde çalışıyordur, oğlunun, okul ödevini yaparken kırmızı kaleme gereksinimi vardır. Babasının elindeki kırmızı kalemi ister. Baba; “Veremem oğlum, bu devletin malıdır.”der.

 

Bürokrat, anadan doğma dürüst insan mıdır? Bu soruyu ne ‘evet’ ne ‘hayır’la yanıtlayabiliriz.  Halkın “At, binicisine göre yürür.” sözünü anımsatmak isterim, bürokratı ata benzetme amacı gütmeden. Bürokrat genel düzeni, devleti yönetenlere göre ayarlar edimini, tutumunu.  Çünkü ulusuna hizmet etmenin ötesinde, devlet onun ekmek teknesidir. Bu ulusun insanı, ekmeğine ihanet etmez. Genel niteliğimizdir bu bizim.

 

İşte size örnek:

Bütün mal varlığını ulusuna bağışlayan Mustafa Kemal, Konya’ya gider, Lâtife Hanımla. Lâtife Hanımın berber parasını Konya belediyesi öder.  Bunu yazan yerel gazeteci hapse atılır, Cumhurbaşkanına sövgüden. Dosya Mustafa Kemal’in önüne gelir.  Beş liralık berber ücretini öder. Bu hukuk yanlışının düzeltilmesini ister Adalet Bakanından. Gazeteci bir çıkmış, bir girmiştir hapse yeniden. Olayı izleyen Mustafa Kemal, Adalet Bakanını görevden affeder, yeni Adalet Bakanı gelir,  yargıcın yeri değişir, gazeteci kurtulur.

 

Bir başkası da şu: Gece yarısından sonra Başbakan İsmet İnönü, Çankaya sofrasına  gelir. Mustafa Kemal sorar:

-İsmet, sen bu saatlerde , buralarda olmazdın, önemli bir sorun mu var?        İsmet Paşa anlatır: Türk Hava Kurumunun hesapları tutmamıştır. Eksik bir kuruştur. Ama Paşa, hesabı tutturuncaya kadar başlarında bekler. Meğer o bir kuruş, başka bir kaleme kaydedilmişmiş.

-İyi etmişsin İsmet,  o işin  kişisini ben önermiştim. Yanlış mı yapmışım diye yüreğim ağzıma geldi. Hem beni kurtardın hem de devleti. Bir kuruş da olsa, bir kez bağışladın mı, yol açılır. Sağ ol Paşa!

 

Yozutma kapılarının genişlemesi

Bir kesimi sömürterek, bir kesimi semirterek anamalcı yandaş türetmek yoluna, iyice girildi 1950’de. “Her mahallede  bir milyoner yaratacağız” dendi de ‘ekmeksiz ev bırakmayacağız’ sözü düşmedi kafalarına, yakışmadı ağızlarına. Bu olumsuz sürecin ağababası, “Ben zengini severim.” diyordu. “Allahın ipine sarılın.” sözünü ağzından düşürmeyen bu kişi, yoksulu Allahın kulu saymıyor mu diye soran olmadı. Devletlerin, ulusların tarih içindeki yürüyüşünün ağır işçisinin sade halk olduğu, kimsenin usuna düşmedi. İletişim araçlarımız (medyamız) ona bir   geniş bir öngörürlük (vizyon) özgörevi (misyonu) uydurdu. Düştü ardına sorgusuz sualsiz.  ‘Çağ  atladık’ dediler. Şimdi görüyoruz, atladığımız çağın (!) bizi İMF’nin kapısına bukağıladığını.  Türkiye’nin yetişmiş insanı yokmuş gibi, dışarıdan roleks saatli prensler (!) getirilip  oturtuldu bürokrasinin başına. O prenslerin, şimdi hangi fotoğrafların içinde kaldıklarına, nerelerde olduklarına, bir bakar mısınız?  “Benim  memurum, işini bilir:” diyen, bürokratı devletin görevlisi  değil de, kendi tutumunun uygulayıcısı saymanın ötesinde ‘ücretin yetmiyorsa, yolunu bul!’ işaretini vermemiş miydi  bürokrata? Bugünkü noktaya gelişte, bu ters başlangıcın payı yok mudur?

 

Amanın neler de yapmışlar (?)

O ‘çağ atlama’ masalını sürdürenler, hâlâ internetlerinde halktan yana olduklarını vurgulamak için neler diyorlar, birkaçına değinelim:

 

•Bürokrasiyi azalttık.

‘Koruyucu devlet’ için söylenen “Devlet Baba öldü.” sözlerinin süreği değil mi bugünkü açmaz?. Nerde görülmüş bürokrasisi sakat olan sağlam devlet? Birçok olumsuzluğa karşın,Cumhuriyet değerlerini, belli bir oranda, bugüne taşımada, hiç mi payı yok bürokratın? Bürokratı suçlaya suçlaya, ülkenin yönetimi, ulusal istençten, dürüst bürokrasiden alınıp birilerine mi havale edilecek? Bürokrasiye saldırının altında devlete saldırı mı yatıyor?

•Ehliyet işlemlerini basitleştirdik:

Kimin araba alacak gücü kaldı ki, ehliyete gerek duysun? Zar zor araba edinenler, arabalarını satıyorlar şimdi. Benzini bulunmadığı için kapkaççıyı izleyemeyen polisi görmüyor musunuz? Konu dışı bir soru düştü aklıma: Toplumun güvenini kazanmış, dürüst ‘ehliyetli’ politikacıdan ne haber? Sahi, bu konuda  ‘ehliyet’ aranıyor mu, ben mi yanılıyorum?…

•Araba alım satım işlerini kolaylaştırdık:

Bir de bir ekmek, bir şişe süt, okula giden çocuğuna yol parası verecek babanın işini kolaylaştırsaydınız. Kolay da  zor olsa arabasını satıyor  orta gelirliler şimdi. Yandaşlarınızsa, eskilerini satar, yeni modellerini alır. Onları, bunun  kolaylığı zorluğu ırgalamaz ki. Evine ekmek götüremediği  için intihar eden babalardan ne haber?

•Pasaport alma işlemlerini azalttık:

Sizinkilerin işine yarar da…Kim pasaport olacak, hangi parayla nereye gidecek?  Bu kolaylık mafyanın yurt dışına çıkışını; vurguncunun, soyguncunun ‘hini hacette’  (zor zamanda gerektiğinde) kaçışını sağlamasın sakın!

•Yurt dışında öğrenim görmeye kolaylık sağladık:

Cam-ül Ezher’den diplomalıyım diyerek devlet bürokrasisine sızııp rengini Arap karasına dönüştürenler vardı/ var da… Şimdi de Fetullah Hocanın okullarına gider, dönüp bizi yönetirler (!) zahir.

•Doğum, nüfus, evlenme işlemlerini basitleştirdik:

İç, dış borca  bakın, kaç milyar dolar borca doğacak çocuklar?  İstatistiklere de bakın, özellikle kentlerde evlenmeler ne kadar azaldı, boşanmalar ne kadar çoğaldı?  Bir kesimi, yılda 30 bin dolara para demeyip  yaşam düzeyi İsviçre’yi imrendirirken, bir kesimi Bengladeş’ten gerideki gelirle, yoksulluğu paylaşmak için kiminle evlenecekse?…

•Döviz, kambiyo, yabancı para işlerinde kolaylık sağladık:

Hay sağ olasınız (! ?) Ama bakar mısınız, ağababanızdan önce Türk lirasının değeri neydi, nasıl pul oldu? Sözünü ettiğiniz kavramlardan haberi var mı, ‘ortadirek’ diyerek, yaşamının ana direğini devirdiğiniz halk çoğunluğunun? Ekmek parası bulabilmek umuduyla tarlasını tapanını satıp sınır kapılarını zorlayanlar, gündeminize düşüyor  mu hiç? O yabancı para ne yapıyor biliyor musunuz?  Aç yurttaş 170 dolara kobay için kobay oluyor.

•Emeklilik işlemlerini kolaylaştırdık:

Yasal emeklilik sınırına varır varmaz, bürokratlardan ne kadarı tezden emekli oluyor, niçin? Hangi niteliktekileri, başka çıkar kapısı olmadığı için ya da devlette bulunmakla çıkarını büyüttüğü için yerinde kalıyor? İnceler, açıklayabilir misiniz? Emeklilerin eline ne geçiyor, geçinebiliyorlar mı, sürünüyorlar mı? Bürokratın ne kadarı, devlet işinden çıkışta hangi işlere koşularak bütçesine yamaya yapmaya çalışıyor?

•Yabancı sermaye, yatırım işlerine kolaylık sağladık:

Zaten dünya para imparatorluğunun, yabancı sermaye şirketlerinin egemenliğine girdi. Hele Türkiye, iyiden iyiye yabancının yedeğine bağlandı. Daha yoğun gelsinler, bu ucuz işçi cenetine. Vergisiz kazançlarıyla biraz daha sömürsünler, kârlarını alıp götürsün, biraz daha el kulu olsun işçimiz: Bizim sermayemiz, fabrikamız niye başka ülkelere kaçmaya başladı ki?… Lozan’da vermediklerimizi ödüyoruz, yabancıya haksızlık etmeyelim  canım (?).

•İthalata ilişkin işlemleri azalttık:

Sağ olun, çikita muzla başladığımız tada öyle alıştı ki (?) Artık fasulyeden nohuta, yoğurta kadar her şeyi dışardan alıyoruz. Niye yorulsun bizim köylümüz tarımcımız? Yabancı çalışsın, biz yeriz. Parasız vermezlerse, dua ederek doyunmasını biliriz de… Şu sizin ‘ihracat’ dediğiniz dışsatımda neler yaptınız, nereden nereye geldik, onu merak ediyoruz.

•Çiftçiye  daha çok  kredi olanakları yarattık:

Krediyi kim aldı, nasıl kullandı? Alınan kredileriyle nelerin, nasıl nerede yetiştirileceğini öğrettiniz mi, çiftçiye yararlı pazarını yaratmakta ne yaptınız? Gereksiz, plansız kredilerle çiftçi borç batağına mı saplandı. Tarım ürünleri bakımından kendisine yeten 7 dünya ülkesinden birisi olan Türkiye ve çiftçisi nerede şimdi, nasıl? Tarımcının ailecek kazancı, ‘asgari ücret’ düzeyine ulaşabiliyor mu?

Kredi verdiniz ha? “ Türk çiftçisi şeytanın bile aklına gelmeyecek uygulamalarla karşı karşıya. Şubat ayında yaşanan ekonomik kriz  sırasında ziraî kredi  faizleri yüzde 55’ten yüzde 118’e çıkarılmıştı.  Çiftiçinin bu faizlerle ayakta kalabilmesi mümkün değildi. Nitekim faizler geçen yıl  yüzde 70’lere çıktığı zaman on binlerce çiftçi iflas etmişti. Tarlaları, traktörleri, hayvanları satışa çıkarmıştı. Sert tepkiler üzerine  faizler yeniden yüzde 55’lere çekildi.  Ancak tarım kesiminin sevinci kısa sürdü. Ziraat Bankasına gidenler, faiz indirimlerinin sadece 1 Mart ile 15 Mayıs arasında kredi kullananlar için  geçerli olduğunu öğrendiler. Ziraî kredi faizlerinin yüzde 55’e indirileceği haberi  Türkiye’de  süratle yayıldığı halde  faizlerin yükseltilmesi sessiz sedasız geçiştirildi. Bu durumda  1 Mart ile 15 Mayıs arasında kredi alanlar yüzde 55 faiz verirken 16 Mayıstan sonra  kredi kullananlar  yüzde  118 faiz ödeyecekler (…..) Dünyanın hiçbir ülkesinde ziraî kredi  faizleri  bu kadar yüksek değildir. Tarım kesimini ayakta tutmak isteyen ülkelerin hemen hepsinde faizler yüz  10’nun altındadır. ( Sadullah Usumi, Cumhuriyet, 8.6.2001) Çiftçinin kazancı, ödeyeceği faizi karşılamıyor.

Bu kadar hizmetlerinize(!) karşın, Türkiye niçin borç batağına girdi? Niye Osmanlının Sevr’i imzaladığı karanlık noktaya döndük? Niye, hortumlanan, soyulanların binde biri kadar para için, ulusal egemenliğimizden ödün vermeye başladık? Biz mi biraz aptalız (?) bu denli olanağı kullanamadığımız için? Yoksa birileri….

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Etiketler:

Yorumlar (0 )