OSMAN NURİ POYRAZOĞLU

OSMAN NURİ POYRAZOĞLU

 

1- 

OSMAN BOLULU’NUN ÖYKÜLERİ ÜZERİNE

OSMAN NURİ POYRAZOĞLU
Damar: 132.s. Mart 2002


 

Bugüne değin değişik türlerde (şiir, öykü, anı, masal, deneme, inceleme) bir düzineyi aşkın kitap yazmış Osman Bolulu’nun öykücülüğü üzerine yazmak istiyorum. Değerlendirmelerimi, Bolulu’nunYağmur Sonrası (Güldikeni Yayınları/ Ankara/1998/78 sayfa) adlı 12 öyküden oluşan yapıtına dayandırarak yapacağım.

Çok bilinen bir gerçektir ki öykü de öteki türler gibi toplumsal bir gelişme ve değişmelere koşut olarak gelişim ve değişim gösterir; ama öykünün özü değişmez. Çünkü öykücü; yine “olmuş ya da olması mümkün olayları” anlatır. “İnsan yaşamından gerçeğe uygun kesitler (olaylar, durumlar) sunma”yı sürdürür. Bunu yaparken yine “gözlem ya da kurgu “ yoluna başvurur; yine belli ölçülerde “yere, zamana” bağlı kalır, yine “kişi ve karakter”ler üzerinde durur.

İçinizden kimileriniz; “Anladık, bunlar bilmediğimiz şeyler değil, sözü uzatma.” diyorsunuz belki de. Bildiklerinizi yinelemek için değil; Bolulu’nun öykülerindeki kimi özelliklere yollama yapmak için yazdım bunları. Kendisinin bir konuşmasında belirttiği gibi Bolulu’nun öyküleri; “...Alışılmış öykü tekniğinden, alışılmış öykü anlatımından, serimi, düğümü, ana düşünceli sonuçları bulunan, çarpıcı söyleyişten biraz olsun uzaklaşmak çabasıyla” yazılmış öykülerdir. Evet, böylece Bolulu’nun öykülerindeki bir ana özelliği kendi anlatımıyla sergilemiş olduk.


Bu saptamadan sonra Bolulu’nun anlatım yönteminden söz etmek istiyorum şimdi de. Bilirsiniz; öykücü (anlatıcı), isterse ‘birinci kişili’, isterse ‘üçüncü kişili’ anlatımı seçer. Siz de ayrımına varmışsınızdır ki roman ve öykülerde en çok başvurulan anlatım yolu, Aziz Nesin ustanın, ‘Tanrı romancı biçimi’ dediği, ‘üçüncü kişili’ anlatımdır. Bolulu ise öykülerinde, bu yöntemlerden farklı olarak çok az kullanılan başka bir yöntemi, ‘ikinci kişili’ anlatım yöntemini kullanmaktadır. Bu söylediğimizi hem örnekleyelim, hem de ilk alıntımızı yapmış olalım:
“Bir dağ köyünden getirdiğin eziklikle sırılsıklam, parasız yatılı okuldasın; insan olabilmenin tutacını yakalayabilmenin gönencini yaşayamıyorsun, o vuruk dalların hâlâ eğgin. Okul giysi vermemiş henüz; ayağı çarıklı, dizleri dirsekleri yamalı köylülüğünle gömülmüşsün sınıfın gerilerine. Hani, şu 'Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde. ’ diye bir manzume var ya, işte o işleniyor Türkçe dersinde. ” (Bu Ellerin Kimin, s. 7)


Bolulu’nun öykülerinde görülen bir başka özellik de öykülerin ‘özyaşamöyküsel’ boyutlar içermesidir. Bu özelliği yukarıdaki parçada görebiliyoruz. Aynı özelliği gösteren başka bir örnek daha vermek isterim:
“Yatılı devlet okullarında, belli ölçülerde giyim kuşama zorlandığımdan mı nedir, hoşlanmam öyle çıtkırıldım, düzenli giyinmekten. Kim bilir, altı üstüne uygun giyinme olanağını çocukluğumda hiç yakalayamamış olmaya karşı bilinçaltı bir tepkidir bu tutumum” (Zulamdaki Kadın, s. 46.)


Ayrımına vardınız mı bilmem; Bolulu’nun özgeçmişiyle ilgili anlattıkları daha çok çocukluk ve öğrencilik yıllarına ilişkindir. Bunu yaparken kimi kez bir biçimine getirip yakın tarihimize yollamalar da yapıyor. İşte örnek:
“Dumanı sönmemiş Seferberlik türkülerine ulusal marşların ağız doldura doldura eklendiği günlermiş, kültür gömümüzde kalanların sağlıklılarını diriltip bin yıllık Doğu kuşatmasının çapaklarını silerek Batı’yı potamıza koymak istediğimiz yıllardan biriymiş 1929. O yılın Ağustosunda, Boğalı Dağlarının eteğindeki bir tütün tarlasında düşmüşsün toprağa. Tütün tarlada yeşildir. Yeşilde umut vardır da, tütün yeşili acıdır. Senin umutlarına ağan acılık tütün yeşilinden mil" (Sen kimsin?, s.20.)


Bolulu, kimi öykülerinde kendini anlatırken denemesel özler de içeren, bir tür özeleştiri yapmaktadır. Şu iki örnekte olduğu gibi:
“Okumak derine yapışmış, damarlarına işlemiştir, dostluğunuz perçinli. Yüzyıllar öncesinin düşünürleriyle akrabalık kurarsın. Kavgasız, deneyimlerini aktarırlar sana. Beynini donatırlar. İçinin bezekleri oradan. Senin iç mimarın onlar. Onlarla beyninin kollarına mamur, yeniden doğurursun kendini, kitapların gözesinden kaynaklanan güzellik ırmaklaşarak senden öğrencilerine yürür. Kitaplar içinden yontmuştur seni. İnsanlığın, başkalarını da yaşamak, duyumsamak olduğunu, daha bir kavramışsındır, bilincin saydamlaşmıştır. Değil öç almak, yanlışa düşen düşmanına bile acır olmuşsundur; geç canlıları, ağaç, ot, dağ taş dostundur, sevgidir dinin. “ (Sen Kimsin?, s.26.)

“Ülke kıtlık içinde, ekmek karneyle. Devletin okulu, ekmek bulamamış, sabah kahvaltısında haşlanmış patates veriyor, zeytininizin yanına. Harçlığıyla beslenme eksikliğini tamamlayanlar var. Sense gelen az buçuğu kitaba yatırıyorsun. Kitaplardan edindiklerinle öğretmenlerinin alkışını alıyorsun.” (Ölüyü Dövmek, Dünyayı Öldürmek, s. 40.)

Bolulu, öykülerinde salt kendini değil; tanıdığı olumlu ya da olumsuz kişileri de anlatır, kendine özgü kıvrak, yer yer şiirli, yer yer dobra anlatımla. Onlardan da örnekler vermek isterim.

Olumlu bir örnek: “İnsanı katıksız sevdinse, doğayı ana kaynak saydınsa, yurdunun acılarıyla kökeninin bilincinde billurlaştırdıysan, dalların evrene dönükse; Sabahat Öğretmenin elleriyle örülmüştür bu dünya." (Bu Eller Kimin?, s.23)

Sırada olumsuz örnek var:

“Konmadığı dal, inmediği alan yoktur Hüsmen’in. Bir gün arıcılığa ilişkin bir sürü kitapla dalar sınıfa, ertesi gün Marksist kitaplarla doludur koltuğu. Bakarsın tarikatçıların ardına düşmüştür, ayinde yakalanır, mahkemededir. Altını karıştırırsanız; herkes ayinde iken, o tarikat kadınlarını başka bir odaya çekmiş; birine saz çaldırıyor, ötekisini oynatıyor. (…) Okul kooperatifinin parasını iç eder, hesap sorulduğunda, yasaların açığını kullanarak sıyrılır işin içinden". (Eskimeyen Öpücük, s. 14)

Şimdi de Bolulu’nun öykülerine yansıyan gözlem gücünü, ona bağlı olarak yorumlarını örneklemek üzere Ankara’daki ‘trafikten arınmış’ biracılarıyla ünlü Sakarya Caddesi’yle ilgili deneme tadındaki bir alıntı sunmak istiyorum:
“Sakarya Caddesi hüzündür, burukluktur, kendine varamamışlığın kısıtlanmış adıdır. 22 gün 22 gece kanlı boğuşmayla kendisinden kat kat üstün saldırgana karşı kazanılan utkunun tadını, enine boyuna yaşayamazsın, caddenin adıyla serüvenindeki çelişkiyi düşündükçe. Niçin bu ulusal utku, ezikliğe dönüşür sende! Ananın yavuklusuna ördüğü nakışlı çorapları orduya yollayışından yola çıkar; orada yiten yüz binlerce gencin acısına varırsın. Kurtuluş Savaşında yitenlere yakılan ağıtların ezgisidir içinde yankılanan, orada şehit düşen iki amcanla birlikte. ” (En Güzel Enayi, s. 70)
Aynı caddeyi, şiir tadında kişileştirerek, ince bir eleştiriyle nasıl öyküye döktüğünü de görelim:”Beton suratlı Sakarya Caddesi, maganda kabadayılığında; meyhaneleri, el değiştiren işyerlerini çekmiş kucağına şimdi. Yasadışı at yarışlarını seyrediyor; at yarışlarından umarsızlığını içkiyle susturmaya çalışanların dolaşık adımlarını yiyor, eğitim ticarethanelerinden boşanan kızları, oğlanları, gurbetçi kuşlar gibi, kaldırımlarına sıralıyor. Kitapçılara yüz verdiği yok, onları han katlarına sıkıştırmış." (En Güzel Enayi, s. 70)


Bolulu’nun öykülerindeki kendine özgü (özgün) benzetmelerinden, betimlemelerinden de söz etmeliyim. Onun bu yönünü göstermek üzere öykülerinden derlediğim birkaç örnek sunacağım:
“ırkçı kabarma”, "kara somun mutluluk”, “beni yeniyetmeliğin kanıyla devinen bir ufaklık... ”, kıpır kıpır sevecenlik bohçası", “o vuruk dalların hâlâ eğgin”, “o Ayten ki sınıfı dolduran kocaman bir ceviz ağacı”, “dudu dilli, yapısı gelişkin, erkekliğe sürekli anons yapan kadınlık çağlayanı haspa”, “Yeşilırmak’ın yayıldığı, çevresinde çalı çeper ürettiği bük bürük bir birine örülmüş....”, “kan fışkırdı, yüzü bayraklaştı.”


 
Osman Bolulu’nun şiir kitaplarından birini tanıtırken, çeşitli eleştirmenlerin değerlendirmelerinden bazı alıntılar yapmıştım. Onlardan birkaçı şöyleydi: “Osman Bolulu, insanın özünü, toplumun özlemlerini dile getirmektedir. (…)Bilenmiş bir dil, insanı var olanın ötesine taşıyan, fakat yaşamdan ayağı kesilmemiş bir kanatlanma.”

Denemelerini tanıtırken de bu sonuca varmıştım: "Çarpan, sarsan düşünce çevrenizi açan, duygularınızı tartmanıza olanak veren yazılardır bunlar. Bu yazıları okurken bir yandan bilinçlenecek, bir yandan da Türkçe tadına varacaksınız.”


Bir yerde okumuştum; insanın işi (mesleği) kişiliğine, kişiliği de yazdıklarına yansırmış. Ne ölçüde doğrudur, bilmiyorum; tartışmaya açık bir yargıdır bu; ama bana göre, Bolulu’nun şiirleri ve denemeleri için yapılan yukarıdaki değerlendirmeler, öykülerine uyuyor. Bir başka söyleyişle şair-denemeci Osman Bolulu, kendini öykülerinde de gösteriyor. Bu yüzden olacak; öyküleri okurken öğretmen, eğitim yöneticisi Osman Bolulu; ense kökümde hep beni gözetliyormuş, yanlış yaparsam uyaracakmış gibi geliyordu bana. Öykülerin bende uyandırdığı bu duygu, bir kusur ya da üstünlük mü, bilmem; bildiğim, Bolulu’nun; anı, deneme, şiir karışımı kendine özgü öyküler yazdığı; onlara öğretmen-eğitim yöneticisi Osman Bolulu’nun kişiliğinin sindiğidir.

 

 

 

 

 

2-

KİTAPLAR ARASINDA
OSMAN NURİ POYRAZOĞLU

.....

TAŞlN İYİSİ 
Osman Bolulu. Ankara: Edebiyat ve Eleştiri Kitaplığı, Genişletilmiş 3. baskı, 2008, 107 s.
 
Emekli eğitim yöneticisi, kamu yönetimi uzmanı, şair, öykücü, denemeci yazar Osman Bolulu”nun, geliştirilmiş bu yapıtında; kimisi uzun, çoğu 5-6 dizeden oluşan 94 taşlama bulunmaktadır. Yapıtın arka kapağına çıkarılan  değerlen dirmelerden de yararlanarak diyebiliriz ki Bolulu, aydın olmanın verdiği sorumlulukla taşlamalarında; “kişiliksizliklere, kimliksizliklere, kemiksizlere” Türkçemizin incelikleriyle bindiriyor da bindiriyor; “toplumsal duyarsızlığımızı yererek” çuvaldızı hepimize batırıyor da batırıyor...
 
Aşağıda taşlamalardan kimi dizeler okuyacaksınız: “Her rüzgâra boyun eğeni/ Bayırda yeşermiş ot gibi/.../Gelene gidene üreni/ Zengin kapısında it gibi/ …/ Olura olmaza öteni/Gazı baskınlaşmış ...öt gibi” (Gibiler, s. 13) “Çamlar kadı olmuş, pelit müftü/ Yolsuzluk soysuzluk kol geziyor/ Bugün, dünkünden çok daha kötü/ Tilki bağlıyor, çakal çözüyor” (Tilki Pazarı, s. 17) “Bir kara oğlana koşuyorsun/ Bir koca oğlana/…/ Allah adına yalan söylüyor sana/ Bir tas çorbaya aldanmasana//Memet gardaş/ Bir kez olsun, kendi kapını çalsana!” (El Kapısı, s. 73)
 
 
 
 
 
3-
 
 
 
“İNSANLIĞlN SOLMAZ GÜLLERi” ARASINDA
 

OSMAN NURİ POYRAZOĞLU 
KlYl Dergisi S:172 Temmuz 2000
 
Kendime çok yakın bulduğum dostlarımın yapıtlarını tanıtırken, onların hoşgörülerine güvenerek şakalı bir yol izlerim. Bu yazıda benzer yönteme başvurdum.
 
Kadim dostum yazar, şair Osman Bolulu'yu öğrencilerine ilişkin anılardan oluşan 'İnsanlığın Solmaz Gülleri' (Kendi yayını, Ankara,2000, 78 s.) adlı yapıtındaki verilerden yararlanarak anltmaya çalışacağım. Bakalım nasıl bir bir portre çıkacak ortaya.
 
Söz kunusu kitap: Osman Bolulunun, değişik öğretim basamaklarında öğretmenlik, yöneticilik yaparken yaşadığı, tanık olduğu olaylarla ilgili, çoğu öğrencilerine ilişkin anılardan bir seçmeyi içeriyor.
 
Evet, yazar Osman Bolulu'nurı 'anı'larına dayalı bir kitaptır bu. Nedir anı? Yazılı kaynaklara bakarak tanımlayalım anıyı. “Bir kimsenin başından geçen ya da kendi döneminde ortaya çıkan olay ve olguları, bilgilerine, gözlem ve izlenimlerine bağlı kalarak anlattığı düzyazı biçimidir anı.” Aynı kaynaklar, anıların hem bir yaşantı birikimi, hem de kendine özgü yasaları olan bağımsız bir yazı türü olduğunu da belirtiyor. “Geçmişin didiklenmesi, belleğin yardımıyla yeniden sergilenmesi, insanın kendi kendisiyle hesaplaşması....” Şunu da ekleyelim: Anılar ister istemez bellekte kalanları yansıtır. Çünkü anıların yazımında temel kaynak, bellektir. İyi hoş da bellekte kalanlara ne ölçüde güvenebilirz? Bu özelliğinden dolayı gerçeğe uygunluğu hep tartışma konusu olmuştur anıların. Bu yüzden olacak, kimi yazarlar, anılarını mektuplarla, günlüklerle, günü gününe tutulmuş notlarla, öteki yazılı belgelerle destekleme gereği duymuşlardır.
 
Anılar da kendi içinde, özelliklerine göre sınıflandırılarak kümelere ayrılır; siyasal anılar, yazınsal anılar... gibi. Bolulu'nun anıları bunlardan hangisine girer? Bana göre hiçbirine... Gördüğüm odur ki Bolulu, anılardan yola çıkarak, onlara uzaktan uzağa özyaşamöyküsel boyutlar da katarak denemeler yazmış. İyi de etmiş.
 
Bu kadar 'giriş' ya da 'bilgiçlik yeter diyerek kitaptaki kimi ipuçlarından yararlanarak öğretmen/eğitim yöneticisi Osman Bolulu'yu tanımaya başlayalım.
 
Efendim, Bolulu, çevresinde; 'yürekli, atak, dik' bir adam olarak tanınır. Oysa Bolulu kendini böyle algılamıyor."İnsanlık değerlerinin hiçlendiği, ulusal değerlerin kağşatıldığı, yalanın ve saptırmacanın egemen kılınmaya çalışıldığı zaman ayaklanmış, zulme karşı durmaya çalışmış"  biri olarak görüyor.
 
Bolulu, emekli olmasına karşın öğretmenliği hiç bırakmadığını, bakanlık müfettişiyken bile kendisini gezici başöğretmen gibi gördüğünü söylüyor. Ona göre; “Öğretmenlik sürekli bir iştir, emekliliği yoktur. Öğretmenliği bir kere özümseyen öğretmen olarak ölür."
 
Kendi anlatımıyla 'poz satmayan' bir eğitim yöneticisidir o. Bu yüzden kimi çevreler; “İyi adam, ama bulunduğu makamın ciddiyetinden uzak” derlermiş. 'Malum çevreler' de; “Siz bunun ağzından yeni iktidara (DP iktidarına)
övgü duydunuz mu hiç? Bir Cumhuriyet, bir Atatürk tutturnuş gidiyor." derlermiş.
 
Öğretmen Osman Bolulu'ya “öğretim izlenceleri hep dar gelmiştir." Derslerinde ders dışı metinler inceleme gereği duymuştur. Örneğin “Metin inceliyoruz. Anayasa da bir metin değil mi?" der, başlarmış Anayasayı sınıfta
yorumlamaya. 1982 Anayasası değil elbette, 1961 Anayasası sözünü ettiğimiz Anayasa. Bolulu, Anayasayı, ceketinin sol üst cebinde taşır; her fırsatta çıkarır, ondan parçalar okurmuş öğrencilerine. Bolulu'ya göre; “1961 Anayasası, demokratik bir açılım belgesıdir; sanki yüz yıllık demokratik özlemlerin yapıtıdır.” Bu yüzden pek
çok bela gelmiştir Bolulu'nun başına. Salt bu yüzden mi? Hayır, Milli Eğitim Bakanlığının yayımlayıp okullara gönderdiği klasikleri öğrencilerine okuttuğu için de müfettiş sorgulamalarından geçmiştir. Bolulu'nun bu konuda sicili çok parlaktır (!): Görevden alınmalar, karı-koca işsiz bıkarılmalar, daha nice acılar...
 
Öğretmenliğin ilk yıllarındaki acemiliğinden de söz eder. Örneğin aktarmak istediklerini anlayamayan öğrencileri vardır. Bu duruma, neden öğretemiyorum, diye üzülülür, ağladığı zamanlar bile olur. Bu konuda özeleştirel bir yargıda bulunarak yazıklanır: “Öğrencilerimize yararlı olalım derken birçok yanlışı da birlikte yaşadık, onlara aktardık, araya gitti hayatımız!..."
 
Bolulu, yaptığı hatalarla, yanlışlarla ilgili olarak şunları da söyler: “Ben hiç yanlış yapmadım diyenler yalan söylüyorlar. Kendimden biliyorum, ne kadar çok yanlıştan geçtik. Önemli olan, yanlışta ısrar etmemek. Yanlışlar da birer öğretmendir bilene. Hem de vicdanının içinden onarır, güzelleştirir insanı.”
 
Şimdi de kendi betimlemesiyle bu deli bozuk öğretmennin, öğrencileriyle olan ilişkilerine bir göz atalım.
El öpmekten, el öptürmekten hoşlanmayan, öğrencilerine bile el öptürmeyen Bolulu, sokakta “çizgi oynayan" küçük çocukların dostudur. Çünkü öteki büyükler gibi çocukların çizgisine basmaz, onları azarlamaz. Çocuklar bir gün; “ Sen koskoca müdürsün, hiçbir gün bizi azarlamadın." diye ödüllendirmiş onu.
 
Kars'ın uzak bir köyünden tek başına Ankara'nın ortasına düşen öğrencisi Süleyman'ın başarısını anlatırken benzer koşullardaki öteki çocukları düşünür: “Ah, kültür kirizması tamamlanmamış Anadolu! Çağdaş ivmesine ket vurulmuş eğitimimiz! Hızının önüne kütük atılmış Cumhuriyet! Cumhuriyet'in eğitim, kültür kirizmasını
tamamlasaydık, uluslaşma adresimiz eksikli kalmasaydı... ” der.
 
Bolulu bir taşra okulunda yöneticidir, öğretim yılı sonudur. Bitirme sınavları yapılmaktadır. Sınava başlama zamanı gelmiştir; ama köyde oturan üç öğrenci henüz gelmemiştir. Denetim için okulda bulunan bakanlık müfettişi, sınavın başlamasını ister. Okul müdürü olan Bolulu, sorumluğu üzerine alır, emri yerine getirmez, çocukların
gelmesini bekler. Bu yüzden soruşturma geçirir, ceza alır. Yıllar sonra sınava geç gelen o öğrencileriyle karşılaşır, onların saygın birer meslek sahibi kişiler olduğunu görür. Çok sevinir. İyi ki sınavı geç başlatmışım, diyerek verilen cezayı unutur gider.
 
Benzer bir öykü daha...Yine yıl sonudur, yine bitirme sınavları yapılmaktadır. Sınavın başlama saati gelmiştir; ama öğrencilerden biri henüz ortalıkta yok. Biraz sonra acı haber ulaşır okula: Öğrenci demiryolunda intihar etmiştir. Okulda herkes büyük üzüntü içindedir. Öğretmenlerden biri, öğrencinin ölümü üzerine insanlık dışı bir yorum yaparak; “İyi olmuş, bir kâğıt eksik okuruz.” deyince Bolulu, ok gibi fırlar, öğretmene sille tokat girişir. Bolulu'nun yazdığına göre o öğretmen şimdi Ankara dersanelerinin birinde öğretmen olarak çalışmaktadır. 
 
Bolulu, zaman zaman Ankara'da üniversitede okuyan öğrencileriyle karşılaşır; onlarla konuşup söyleşir. Kimi öğrencilerin kimi kuşkuları üzerine şu yorumu yapar: “Ah çocuklar, biliyorum, benim gibileri tatlı su solcusu sayışınızın altında yatanı: Kurtuluş Savaşı olgusunu anlamadan, Mustafa Kemal'i iyi tanımadan, işimiz zordur.
Evrilerek, onanarak söylemimdi sizde o kuşkuları uyandıran.”
 
Bolulu'nun kendine sorular sorduğu vardır. İşte onlardan biri: Tarlaya ektiğimizi çapalarız, bahçeye diktiğimizi budarız. İnsanın bakım, onarımla güzelleşeceğinden haberli miyiz? Fasulyemiz kadar önem verdik mi insana?
 
İşte size 'İnsanlığın Solmaz Gülleri' adını verdiği kitabından yararlanarak çizmeye çalıştığım bir 'Osman Bolulu! portresi... Biliyorum, eksik bir portredir bu. İnsanoğlunu tüm boyutlarıyla sergilemek olası mı? İnsanoğlu anlatmakla tükenir mi? Başta da belirttim; benimkisi anılardan yararlanarak şakalı bir betimlemedir: o kadar.
 
Yazının başında da belirttim; Bolulu salt bir yazar değil, ayrıca ödüller almış önemli bir şairdir. Bu nedenle yazımı, kitabın uygun yerlerine serpiştirdiği şiirlerinden, kitabın içeriğine uygun düşmesi için 'İlk Dersimiz Atatürk' başlıklı şiirinden bir alıntıyla bitirmek istiyorum: “Uzak köylerden, çorak köylerden / Yalap yalap gözleri / Umudun
aklığında defterleri koltuğunda / Mustafa Kemal'ler dizildiler önüme / Bir duruşları var / Yenilmedik güç katıyor gücüme “ (s.78)
 
 
 
 
 
 
4-




  

“DENEME” OKUMAYANLARDAN KORKARAK

“YAĞMUR SONRASI”NDA GEZİNTİYE ÇIKMAK

 

O.NURİ POYRAZOĞLU

Söylem Dergisi S:42 Eylül 1998

 

Denemelerden oluşan bir kitap okuyorum şu günlerde. Denemenin; kesinlemelere gitmeden, yazarın kendi kişisel görüşlerini, düşüncelerini bir söyleşme havası içinde anlattığı bir yazı türü olduğunu elbette bilirsiniz. 

Evet, denemelerden oluşan bir kitap okuyorum. İşte o denemelerin birinden, sanki beni anlatan bir alıntı: 

“Buluşmalara giderken koşu atıyımdır sanki, dakika sektirmeden varacağım, sözleştiğimiz yere. İvecenlik sancısından kurtulamam. Borç mu almışım, gününde ödeyeceğim, içimde bir ağırlıktır ödeme günü, dürtükler durur. (...) mektup mu almışım, kitap mı gönderilmiştir, hemen yanıtlayacağım; gönderenin konumuna, düzeyine, ilişki bağlarına bakmadan, ayrıcalıksız. (…) Dolmuşa mı bineceğim, bozuk paramı hazırlamışımdır, sürücüyü söylendirmeyeceğim.” 

Bu alıntıyı, şair/yazar Osman Bolulu'nun, yeni çıkan kitabından aktardım: Korkacaksan Kitapsızlardan Kork (Güldikeni Yayınları/Ankara 1998/125 Sayfa) 

Bugüne değin değişik türlerde (şiir, öykü, masal, deneme, inceleme) bir düzineden fazla kitap yayımlamış olan Bolulu'nun, denemelerden oluşan üçüncü kitabıdır bu. 

Kitapta, çoğu 90'lı yıllarda yazılmış 29 deneme var. Denemelerin başlıkları da ilginç. İşte onlardan birkaçının başlığı: Korkacaksan Kitapsızlardan Kork, Lütfen Biraz Öfkelenir misiniz? Tükrük Ehli Niçin Sanata Karşıdır? Kasaba Kültürünün Egemenliğindeyiz, Yazarokumazlar, Yazı Makassız Yazılmaz, "Sahibinin Sesi ” Marka Yazılar...  

Dedik ya, kişisel görüşleri içeren bir tür olan denemede yazarın, düşüncelerini kanıtlamak gibi bir kaygısı yoktur. Bu yüzden kimi kez genel kanıların tersine görüşler ileri sürdüğü de olur. Örneğin, bizler, öfkenin zararları konusunda hep uyarılmışızdır. Bu konuda; "Keskin sirke kabına zarar. ", "Öfkeyle kalkan, zararla oturur.” gibi atasözlerimiz bile vardır. Bakınız; yazarımız, bu genel kanının öteki yüzü için  neler söylüyor:

“Öfkeyi, hiddet ve şiddetle anlamdaş bellemişiz. Öfkesizliğin; duyarsızlıktan, ilgisizlikten, sindirilmişlikten filizlendiğini düşünmemişizdir hiç. Öfke, salt olumsuz bir tepki midir? Öfke engellenmek, incinmek, gözdağı karşısındaki duyarlılıktır. Kişiliğin, toplumsal değerlerin, ahlak ve estetiğin çiğnenmesine tepkidir. Hiç öfke duymamak, teslimiyettir. Öfkesizlik giderek sizi pısırıklaştırır, toplumumuzu sürüleştirir. (...) Size barış ve uyum içinde yaşadığınız telkin edilir. Barış, eşitler arasında olur; uyum, karşılıklı kabulün dengesinden doğar. " (s.5)

Bu örnekten de anlaşılacağı üzere çarpan, sarsan, düşünce çevrenizi açan, duygularınızı tartmanıza olanak veren yazılardır bunlar. Bolulu'nun denemelerini okurken bir yandan bilinçlenecek, bir yandan Türkçenin tadını duyumsayacaksınız. 

      ***

Osman Bolulu'nun, yukarıda tanıtmaya çalıştığımız kitabıyla birlikte aynı günlerde öykülerden oluşan bir başka kitabı daha yayımlandı: Yağmur Sonrası (Güldikeni Yayınları/Ankara 1998/ 79 sayfa). 

Yağmur Sonrası'nda 12 Öykü var. Evet, Öykü; ama bize okullarda öğretildiği gibi girişi, serimi, düğümü, sonucu olan öyküler değil. Kendisinin de bir konuşmasında belirttiği gibi; “… Alışılmış öykü tekniğinden, alışılmış öykü anlatımından, serimi, düğümü, anadüşünceli sonucu bulunan, çarpıcı söyleyişten biraz olsun uzaklaşmak çabasıyla" yazılmış öykülerdir bunlar. 

Söylediklerimizi örnekleyelim. İşte bir öykünün giriş bölümcesinden; Ankara'daki “Trafikten arınmış", biracılarıyla ünlü Sakarya Caddesi anlatılırken "şimdiden geçmiş"e atlayıveren, araya yer yer anıların katıldığı deneme tadında bir alıntı:

"Sakarya Caddesi hüzündür, burukluktur, kendine varamamışlığın kısıtlanmış adıdır. 22 gün 22 gece kanlı boğuşmayla kendisinden kat kat üstün saldırgana karşı kazanılan utkunun tadını, enine boyuna yaşayamazsın, caddenin adıyla serüvenindeki çelişkiyi düşündükçe. Niçin bu ulusal utku, ezikliğe dönüşür sende? Ananın yavuklusuna ördüğü nakışlı çorapları orduya yollayışından yola çıkar, orada yiten yüz binlerce gencin acısına varırsın. Kurtuluş Savaşında yitenlere yakılan ağıtların ezgisidir, içinde yankılanan, orada şehit olan iki amcanla birlikte. ” (En Güzel Enayi, s.69) 

Şimdi de aynı caddeyi; "kişileştirerek" onun bir başka yönünü, şiir tadında öyküye döküyor yazar: "Beton suratlı Sakarya Caddesi, maganda kabadayılığında; meyhaneleri, el değiştiren işyerlerini çekmiş kucağına şimdi. Yasadışı at yarışlarını seyrediyor at yarışlarından, umarsızlığını içkiyle susturmaya çalışanların dolaşık adımlarını yiyor, eğitim ticarethanelerinden boşanan kızları, oğlanları, gurbetçi kuşlar gibi, kaldırımlarına sıralıyor. Kitapçılara yüz verdiği yok, onları han katlarına sıkıştırmış." (Aynı Öykü, s.70) 

Son olarak, günümüzde "mebzul miktar"daki kişiliksiz kişilerden birini anlatan bir alıntıyı aktarıyoruz: 

"Konmadığı dal, inmediği alan yoktur Hasan'ın: Bir gün arıcılığa ilişkin bir sürü kitapla dalar sınıfa, ertesi gün Marksist kitaplarla doludur koltuğu. Bakarsın Pilavoğlu’nun ardına düşmüştür, ayinde yakalanır,  mahkemededir. Altını karıştırırsanız; herkes ayinde iken, o tarikat kadınlarını başka bir odaya çekmiş; birine saz çaldırıyor, ötekisini oynatıyor. (...) Okul kooperatifinin parasını iç eder, hesap sorulduğunda, yasaların çağını kullanarak sıyrılır işin içinden. (...) milletvekili seçilmiş Hasan. Sık sık uğruyor bizim kesime. " (Eskimeyen Öpücük, s.14) 

Şair Osman Bolulu'nun, bu özyaşamöyküsel boyutlu; "anı, deneme, şiir karışımı öykü denemeleri”ni de seveceksiniz. Anımsatması bizden...

 

(Ankara, Mayıs 1998)

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Etiketler:

Yorumlar (0 )