ALAİTTİN BAYAZIT

 

  
OSMAN BOLULU

ALAİTTİN BAYAZIT
 
Osman hocamı yıllardır çeşitli yayın organlarında çıkan yazılarından tanıyordum. Eğitim- sanat çevresindeki kimi dostların kendisinden sevgiyle, övgüyle söz etmeleri de bende -eğitim çevresinden biri olarak- daha fazlasına, yüz yüze tanışma isteğine/beklentisin neden olmuştu. Adı geçtiğinde zihnimde dobralığı çağrıştı her seferinde. Birikimli, derinlikli, saygın kişiliği vurgulanırken, biraz da korkulması! gerektiği ima edilirdi çünkü. Beklentim
kısa sayılabilecek bir geçmişte gerçekleşti: Birkaç yıl önce Hasan Ali Yücel`le ilgili bir etkinlikten bir gurup eğitimci/yazarla birlikte ayrılmış, emekli Öğretmenler derneğinin Sümer Sokaktaki içki evine gitmiştik. Guruptakilerden Emmi (Musa Uysal: eski Töb-der kurucu merkez yürütme kurulu üyelerinden) ve Mehmet kepenek (Köy Enstitüleri Vakfı yöneticilerinden; eski iki yıllık Ankara Eğitim Enstitüsü yönetici ve ögretim görevlilerinden) ile önceden yakın dostlardık. Sendikacı/yazar Celal İlhan ve uzun süredir yüzyüze tanışmayı beklediğim eğitimci` denemeci/filozof dilci, öykücü ve bir retorik ustası olan Osman Bolulu ile orda tanıştım. Bir ara “her anı yazılmaya değer mi?" sorusuna yönelmişti sohbetimiz. Bazı eleştirmenlerin bu soruya olumsuz yanıt verdiklcrine değinilmişti. “Bir kısrağın (Cengiz Aytmatov) bir kızak köpeğinin (Jack London) yaşamları/ilişkileri bir yazın ürünü haline getirilmeye değer bulunuyorsa -sıradan da olsa- her hangi bir insanın da yaşamı bir yazın ürünü haline niye getirilmesin! Üstelik getirilmeli de...Hiçbir yaşantının önemsiz, hiçbir yaşantının da kutsal olduğunu sanmıyorum." diyerek sohbete katılmış: itirazıma Bolulu'dan olumlu tepki almıştım. Belki biraz da o olumlu tepkisinin bir pekiştiricisi alarak o sırada yanında bulunan “İnsanlığın Solmaz Gülleri" isimli öykü kitabını imzalayarak, armağan etmişti. İmzanın üzerine yazdıkları onurlandırıcıydı... (hak ettiğimi düşünmeyi isterdim)
Sayın Bolulu bu kitabında, kumaşı eğit-bilim, merkezi insan olan giysiler dikmiş. Giymesini bileni insan ilişkile- rindeki ve eğitim sürecindeki tuzaklardan koruyacak nitelikte giysiler. . . Bundan dolayı, bir başucu kitabı denebilir.
 
Amacı Düşündürmek (Boşaltmak değil doldurmak: rahatlatmak değil biraz rahatsız etmek!...) Kitapta, yaşanmış olaylar öykülenirken, aynı süreçte okur, olayların dışında tutuluyor: duygusallığa kapılıp düşünmeyi durdurmasını önlemek için Bolulu, yazar kimliğini bırakıp okurunun yanına geçiyor; tıpkı okuru gibi, öyküye dışardan biri olarak müdahale ediyor: şaka yapıyor, alay ediyor, öykünün akış mantığına karşı çıkıyor, konusunu tanışmaya açıyor,
irdeliyor, betimliyor, tanımlıyor... Bazen bütün bunları yapmasındaki amaca uygun öğütlere başvurduğu da oluyor( !?) Ne var ki, illüzyonu kırmaya yönelik gerçekleştirildiğini düşündüğüm bütün bu -çoğu yerinde yapılmış- başarılı efektler yer yer benim için etkisiz kaldılar; ne gözlerimin yaşarmasını, ne boğazıma musallat olan  düğüm- lenmeleri önleyemediler. Bu duygu boyutundaki zayıflığın bana ait olduğunun farkındayını: O yerlerde anlatımın büyüsüne kapılıp kendimi bırakmış olmalıyım belli ki!.. Bu nedenle, zihinde canlanması beklenen resimleri zaman zaman bütünsel olarak algılayamamış; özden uzaklaşmışım...
 
İnsanlığa Yönelik
 
Kitaptaki bütün öyküler, olaylarından soyutlandıklarında geride iskelet bırakan öyküler. Bütün zamanlara ve her topluma uyabilecek elbiseler giydirilebilir; yerelden evrenseli kucaklayabilir türdenler. Öykülerden birkaç iskelet Örneği: “Koşulsuz sevgi"; “Koşullu  ödül"
Merhamet değil sorumluluk" “Özgüven”; “Amaçlı çalışmaya dayalı başarı"...
 
Dilde Yalın; Tutumlu
 
Öykülerde kullanılan dil, yalın halk dili. (Elite ait olanlar da var halka mal olmuş olanlardan.)
Bolulu'nun, bu dilin öğelerinden oluşturduğu bütünler estetik değerleri yüksek birer anlatı örneği: "... hayatın içinden çekilmiş anılardır bu kitaptakiler", "... bir kucakladı: bağrının derinliğinde yitirecek de, yeniden doğuracak...",  "Ama bu acıların meyvesi insana dönüşünce acısı buharlaşıyor.", "Devlet bunları olanakları ölçüsünde gerçekleştirir.", "Koşulu önümüzü kesiyordu.”,  “Yalçın kayalara çarpıp. yine bana yansıyor, verisiz sesim.", "Yanlışlar da birer öğretmendir bilene. Hem de vicdanlarının içinden onarır, güzelleştirir insanı.", "Ne kadar uzun yolu aşarsak aşalım, olgunlaşmak öylesine ulaşılmaz meyve ki.." gibi... Bu ve benzer örnekler, okurlarının düzeyleri arasındaki farkları paranteze alacak ve hepsinde benzer estetik hazlar doğuracak yalınlıkta.
 
Kitabın, anlatımları kısa, çağrışımları yüklü öykülerinde kullanılan -bazılarının yaratıcılığın ürünü olarak ilk kez bu kitapta kullanıldığını düşündüğüm- sözcük ve deyimler, kullanılma amaçlarını, tüketici bir şekilde ve kusursuz gerçekleştiriyurlar: “İnsanını cumhuriyetlendiren.." (Sözcük); "hırslarını eşinme" (Deyim), "Köy döküntüleri" (Deyim) gibi... Bu düzeyi korumak için Bolulu Türkçesinin yetersiz kaldığını düşündüğü yerde ve haklı olarak yabancı sözcük kullandığı da oluyor: 'Kayırma' sözcüğü yerine çağrışım aralığı daha geniş olduğu düşüncesi ile olacak 'Himmet' sözcüğünü kullanması gibi. Bunu yaparken. bir taraftan dilde arılığa gösterdiği titizliğin göstergesi olarak. diğer taraftan bu konuda kendi gibi titiz okurlarına bir savunma olarak, dipnotla gerekli gördüğü açık- lamaları yapıyor.
 
 

(Yukarıda geçen 'cumhuriyetlendirme' sözcüğünün yeni oluşturulmuş bir kurala göre üretildiğini sanmaktayım!)
 
Anlatım Tekniği
 
Olaylar, irdeleme sürecinde öyküleniyor. Okura sorular yöneltiliyor, verilebilecek olası yanıtlar üzerinde tartışılıyor. Tartışmaların ürettiği verilerle de tümevarımsal (Nesnel bilimlerin kullandıkları yöntem) çıkarımlara ulaşılıyor: “Şalvarlı bir kadın,  karasaban, bulgur pilavı. fasulye... Eti Çağı..." Öykülerde ulaşılan bu ve benzeri çıkarımların hem öncülleri hem sonuçları doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir türden bilgiler taşıyan nesnel önermeler. Bunlara
dayanarak da Bolulu, çoğunlukla öykülerin sonlarında (Tolstoy`un kimi romanlarının sonlarında yaptığını anım- satan) geriye ve ileriye dönük, toplumsal içerikli, tırmalamayan, kanatmayan; yer yer isyan, yer yer eleştiri/özeleştiri yüklü değerlendirmelerde bulunuyor. Şiir tadıyla işlediği öykülerini, çoğunlukla yine bir şiirle noktalıyor; güzel yemeklerin sonlarında sunulan tatlılar misali...
 
Sanat Değeri
 
“Sanat,  nesne ve olayların sıradan insanca görülmeyen yanlarının bir şekilde (resim, müzik, roman, öykü...) ve estetik düzede ortaya konması, yansıtılmasıdır." dersek,  kitaptaki öykülerin her biri, kendi ölçeğinde birer sanat ürünü. Pek çoğu sıradan insana sıradanmış gibi görünen olayları ele alıp öyküleştirerek Bolulu, hiçbir olayın sıradan olmadığını; her olayın, gerisi görülebildiğinde özel ve sıra dışı olduğunu, özgün tekniği ve sağladığı estetik düzeyle göstermeyi başarıyor.  Zaten sanat, bir yanıyla da,  “Şu gök kubbe altında söylenmemiş, yaşanmamış bir şey kalmadı; her şey tekrardan ibaret...” türünden savları çürütme etkinliği değil midir?
 
                -----------------------------------------------------------------------
 
 

 

 

Bolulu'dan son okuduğum “Haritasız Yüzler” isimli deneme kitabı.
 
Denemelerinde de dil -diğer yapıtlarında olduğu ğibi- aynı zamanda bir yöntem, dildeki sözcüklerden, terimlerden sadece anlatmada, açıklamada değil yeni kavramlar yaratmada, yeni şeyler söylemede de yararlanıyor. Bunu onların dış dünya ile bağlarını yeniden kurarak ve farklı içerikler kazanacakları biçimde yeniden kurgulayarak gerçekleştiriyor.
 
Böylece dili kullanma becerisinin nelere kadir olduğunun (özellikle, bir ulusun olmazsa olmazı kültürünün korunması/geliştirilmesi sürecinde) da somut örneklerini vermiş oluyor. Örneğin, denemelerinin çoğunun sadece isimleriyle bile, okurun belleğinde daha önce bulunmayan kavramların oluşmasını hedeflemiş: "düşünüş ekeneği", "haritasız yüz", "uzağa koşulma", "makassız yazı", "kinin karasına gömülme", "güncele düğümlenme" gibi...  
Üstelik, içinden şiir geçen kavramlar...
 
Ya da, "Yazın türlerinin delişmen delikanlısı denemenin anası özlemler, düşlemler ise: felsefe de denemenin dayısıdır. Deneme dayısının önüne geçmekten sakınır.." anlatımında olduğu gibi kavramların bilinen ilişkilerine yeni; üstelik sevimli anlamlar yüklemiş.
 
Felsefe-deneme ilişkisini irdelediği kitabın ilk denemesi “Düşünüş Ekeneği Açmak”ta deneme anlayışını temellendirdiği vargılarını tanıtmak istiyor okura.
 
Kendisine kadarki idealist felsefelerin eşsiz bir sentezini yaparak idealist felsefeyi doruklarına ulaştıran ve kendisinden sonraki birbiriııe karşıt tüm felsefeleri derinden etkilemiş olan felsefeci Hegel'i, bir denemeci olarak kendi anlayışına uygun ve “dayı-yeğen" ilişkisinin gerektirdiği saygı içerisinde, aşmayı denemekte. Aşmakta:
“Felsefe kendi üstüne kapanmamalı (akıldaki hazır kavramlarla yetinmemeli A.B.); hazır kavramları oluşturan nedenleri (Özenli bir seçicilikle 'nedeni' demiyor AB.) yeniden ele alıp olanı biteni (akla bağlı olmadan gerçekleşen olay, olgu ve nesneler kastediliyor AB.) bir daha irdeleyip yeni yaşam, yeni dünya özlem (ütopya AB.) ve olanağı yaratmalı. Bilime, yaza, sanata önsezi alanları açmalı..."  diyerek felsefeyi, sadece (Hegel'in nedeninin `salt akıl` olduğunu ileri sürdüğü AB.) kavramlarla uğraşmaya mahkum etmeyip akıldan bağımsız nedenlerden kaynaklanan olay, olgu ve nesnelere de yöneltmekte.
 
Baska bir deyişle “felsefenin görevi, dünyayı sadece açıklamak olmamalı; onu olumlu yönde değiştirmeli de” demek istemekte ve denemelerini, felsefe anlayışının bu hedelleri için birer kement olarak kullanmakta.
 
ALAİTTİN BAYAZIT 
 
 
Etiketler:

Yorumlar (0 )