HÜMANİZMAYA KAÇ KALA ?

HÜMANİZMAYA KAÇ KALA ?

   

HÜMANİZMAYA KAÇ KALA?

"Her şeyden önce kendimi araştırıyorum, benim fiziğim de metafiziğim de bu."
Michel MONTAİGNE (1533 -1592)
 

Hümanizma; insanı bütün bağ ve engellerden kurtarmayı, onun özünü, evrendeki yerini araştırmayı; doğasını, edimini, işlevini göz ardı etmeden insanın temel niteliklerini geliştirmeyi amaçlayan zihnî ve felsefî eğilimlerin tümüdür. "İnsanlık dinidir." (Auguste COMTE, 1798-1857) Hümanistin "vatanı bütün dünyadır." (Alighieri DANTE, 1265-1321) Hümanizmaya göre "Her şeyin ölçüsü insandır." (PROTAGORAS, M.Ö. 482-411) Hümanizma "Her türlü bilginin insan doğasına ve onun ana gereksinimlerine bağlı olduğunu ileri süren bir öğretidir." (Friedrich SCHİLLER, 1759-1806)

Yukarıda hümanizmaya katkılarına değinilen adların yanına doğum, ölüm yıllarını özellikle koydum. Bu görüşün, ne zamandan beri sürdüğünü, şimdi bizde ve dünyada yaşananlara bakılarak hümanizmanın henüz güzel bir ütopya gibi göründüğünü vurgulamak istedim. Batı'da 15. yy. da hükümdarların, kitaplıklarını Yunan, Latin klasikleriyle doldurduklarını, bizde ise cumhurbaşkanlığı katına çıkanların "Ret-Kit" olduklarını, hatta Türkiye'yi düzene sokmak için ihtilal yapanların önden sayılan birisinin BEYAZ ZAMBAKLAR MEMLEKETİNDE FİNLANDİYA adlı iki formalık kitabı okumakla öğündüğünü görüyoruz.

Ortaçağda insanın balçıktan (çamurdan) yaratıldığı, kendisinin istek ve tutkularına değil (özünden uzak), kendisini yaratan Tanrı'ya köle olması (iradesiz, kul), tutkularına ve isteklerine kapılmaması (doğasına yabancı) gerektiği düşüncesi egemendi. İnsanın Tanrı gizlerine karışmaması (dünyayı olduğu gibi kabul etmesi, yani hiçbir değiştirme, geliştirme yapmadan ağaç gibi, ot gibi yaşaması) isteniyordu. İnsan bir hiçti. (Orhan Burhan)

İnsan kendini tanımadan sorgulamadan, önündeki engelleri aşmadan, çevresindeki bağları kırmadan nasıl özgürleşebilirdi?

Bilime ulaşabilir miydi? Dünyayı değiştirebilir miydi, kendini geliştirebilir miydi? İnsan yapacaktı, yaratacaktı, kendisini diğer yaratıklardan ayıran yanının, sadece organ ve yetenekleri değil, bunların bilinip değerlendirilmesi olduğunun bilincine varacaktı. Kendini yücelttiği, kültürünü yarattığı, etiğini kazandığı ölçüde insan olacak, estetiği, sanatı yakalayabilecekti. Bilecekti, bilinç kazanacaktı. Bildiği için de erdem sahibi olacaktı. Erdemi; onun diğer insanlara kendisi gibi bakmasını, başkalarıyla bütünleşmesini, haksızlıklardan uzak durmasını, dünyaya ve insanlara sevgiyle yönelmesini sağlayacaktı. Bütün insanlık, hoşgörüyle birbirine kenetlenecekti. Hümanist eğilimin ülküsüydü bunlar.     |

Hümanizmayı İNSANCILIK diye Türkçeleştirmişiz. Bir insana, diğerinin yanında onun kadar hak ve değer tanımayan insanlık, insancılık olur mu? Dünyaya bakalım: Vahşi kapitalizm, sırtlan dişlerine altın kaplamalar geçirmiş, sömürüsünü çok ince biçimde sürdürüyor. Hiçbir soruna İnsanî açıdan bakılmıyor; devletlerin resmî yapısına uygun çözümler öngörülüyor. İnsan, toplumun egemen görüşünün içinde bir nokta, sadece bir araç. Çeşitli biçimlerde sömürü ve baskı altındayız. Dünya aydınlarının büyük bir bölümü, ideoloji bitti diye göbek havasına durmuş. Uygar tanıdığınız, sandığınız Avrupa’nın Bosna-Hersek’teki tutumuna bakınız, İslâm dünyasının kimin yanında yer aldığına dikkat ediniz. Dinsel baskı egemen, siyasal çıkar önde. Siyasal erkin, iktidarını sürdürme güdüsü hepsinden baskın, tek belirleyici... Postmodernizmin, liboşizmin rüzgârları, insana çiçek açan dalları kırıyor. İnsan hakları, evrensel hukuk, demokrasi; ancak bililerini iğdişleştirmenin kılıfı... Sadece egemen sınıfların yararına kullanıyor. Her şeyde çiftli bir değerlendirme. İnsanın kişi olarak gelişmesinin, gönlüyle kafasıyla donanımının önündeki engeller, gittikçe büyültülüyor. Fiziksel, biçimsel gelişme, teknik güçlenme; zihinsel güzellikleri perdelemiş. Bilim, çıkar için, siyasa için üretiliyor, kullanılıyor. Medya ile insan kendisinden soyutlanıp kitlesel bağımlılığa sürülüyor.

Ülkemize gelelim: Köktendincilik devlete egemen olmuş, nerdeyse. Ülke Tanrı buyruğuna göre yönetilmiyor diye kalkışımlar var. Sivas soykırımı, Maraş, Çorum, Malatya olayları, ortaçağa dönüş girişimlerinin, küçük birer görüntüsü. Dahası, tabanda yatıyor. Ülkede tersine eğitim birliği uygulamaya konulmuş. Yakında Arapça dil dersi bahanesiyle bütün öğretim kurumlarına dinsel baskılar egemen olacak. Kur'an kurslarımız, imam-hatip liselerimiz, camilerimiz; çağdaşlık yolunda attığımız bir iki adımın da geri alınması için seferber olmuş, zihnen silahlanmış durumda. Hoş, gerçek silaha sarıldıkları da görülmüyor değil; İşte Sivas soykırımı!..

Bir zamanlar, çağdaşlığa yönelmiş Türkiye, geriye dönüşe, yeni mi adım atıyor? 1950'lerden sonra cumhurbaşkanları Kebap 49'un açılışına gitti de, üniversite diploma törenlerine, Batı müziği konserlerine gitmedi. İhlas ile (Kur'an 112. sure) ile yola çıktılar. Üniversitelerimiz, bilimsel özerkliklerini ellerinden alanlara fahri doktorluk payesi verdi. Üniversite öğrencisinin pek çoğu, Robenson Cruouseu'yu devlet başkanı sanıyor. Okullarımızda felsefe ve mantık dersleri göstermelik. Laboratuvarlar çalışmıyor, coğrafyanın bile "millisini" okutuyoruz, bir bilim düşünce yapıtının, genel müdür sayısı kadar alıcısı yok. Milletvekillerimiz içinde bir elin parmakları kadar yazar-düşünür bulamazsınız. Gençlerimiz Mac Donald işi hamburger yemeyi, Benetton'dan giyinmeyi, çağdaşlık için yeterli buluyor. Devlet eliyle yapıldığı ileri sürülen işkencelerin hesabı sorulamıyor. Düşünce ve sanat adamlarının katilleri bulunmuyor. İnsanımız çemberler içinde sıkışmış.

Hümanist düşünen insan; kılık kıyafet din, mezhep, ırk, siyasal parti bağlarından kurtulacak, özgürce edimini, işlevini sürdürebilecek; doğasına uygun bir yaşam biçimi seçecek; ahlâkını kendi doğasından çıkaracak, erdemini, kendi özünün
üstüne oturtacak; hiçbir engel tanımadan her şeyi sorgulamaya  ve tartışmaya alacak; insanlık bilincinin içinden sonsuza uzanarak birbiriyle sevgi sarmalında kenetlenecek öyle mi?..

İçinde bulunulan koşul ve bağları görünce, insanın, HÜMANİZMAYA KAÇ KALA? diye sorası geliyor. Ama bilinmeli ki, dünya sarı öküzün boynuzunda değil, hümanist görüşün omuzlarındadır. Hümanizma, güzel dünyalar kurmaya soyunmuş bir güzel ütopyadır. Elbet bir gün...

Böyle bir dünyada hümanizmaya bağlanmak; onurlu acıların içinden insanın güzelliğini çekip çıkarmak, sürdürmek yürekliliğidir, kahramanlıktır elbet.

 

(Damar, Nisan 1994) 

Etiketler:

Yorumlar (0 )