MAHMUT MAKAL

1-                               

BOLULU'DAN DİNLEDİM
MAHMUT MAKAL
 
'İrfan ordusu'nun renkli ve hareketli bir öğretmenidir Osman Bolulu. Ozandır, yazardır, milletvekili adayı olmuştur. Örgütçüdür. Türkiye Öğretmenler Yardımlaşma Kooperatifi TÖYKO'yu kurmuştur. Bu hareketliliği yüzünden Taşova'da bindiği araba kurşunlandı. Ankara Samur sokakta evi kurşunlandı.
 
“Gündem Dışı" adlı şiir kitabının bir yerinde şöyle der: Yaralı parmağım oturuyor, iğrençliğiyle kadehime,/Başımı alıp Boğalı dağlarına gidiyorum/Kadehimin içinde öküz güdüyorum,/Bir çift çarığın özlemindeki günler tükürüyor yüzüme/Aynalara bakmak en büyük korkumdur artık...
 
Bir de öyküsü varmış bu şiirin: Amasya'da 17 Nisan Köy Enstitüleri Bayramını kutlarken bu şiiri okumuş. Ardından da Köy Enstitüsüne nasıl gittiğini, yani nasıl kurtulduğunu anlatmış. “Sol ayağımın başparmağını taş kesmişti, hâlâ yeri belli. Ağanın kuzusunu güderken oldu bu. Tonguç, Köy enstitülerini açmasaydı, Köy Enstitüleri olmasaydı yani, belki de bütün parmaklarımı taş kesecekti, yaşamaya başlayamayacaktım, kurtulamayacaktım...”
 
Vay sen misin sol ayaktan, Köy Enstitülerinden söz açan... Bu küçücük olaya il'in bütün büyükleri el koyar.Önce Milli Eğitim Müdürü ilgilenir, Emniyete aktarır aynı gece. Köy Enstitülerinin yıldönümünü kutlamak için toplanan tüm öğretmenlerin ifadesi alınır sabaha kadar. Sonuç olarak da, Osman Bolulu üç yıl, ama tam üç yıl açıkta kalır. Ondan sonra gelsin işsizlikler, Ankara bulvarlarına düşmeler...Bir ara Sanayi Bakanlığında küçük bir iş bulur, doyabilmek ve uğraşlı kalabilmek için. Mehmet Turgut oraya Bakan olunca kovalatır. Kurucularından olduğu
TÖS'de işçi olarak çalışır bir süre, onun da sonu gelmez. 
 
Adaylığı sırasında radyoda yaptığı konuşma çok ilgi uyandırır. Bir paragrafı şöyle konuşmanın: “Oy'undan ötürü korkmayacaksın. Bana ekonomik özgürlük verdin mi diye soracaksın. Şimdi ben Tekkeli Çil Omar'ın Osman'a soruyorum. Hüseyin'in senden yüzelli kuruşa aldığı şeftaliyi ben Ankara'da altıyüz kuruşa yedim. Aradaki dörtyüzelli kuruş kime gitti. Bahçenin, ağacın sahibi, emekçisi olan sen yüzelli kuruş alırken, gölgede yatan adam nasıl bir kilo şeftaliden dörtyüzelli kuruş alıyor? Tütünü senden onbeş liraya alıyorlar, cigaranın kilosunu üçyiiz liraya satıyorlar. Aradaki fark yine gidiyor. Eğitimin içeriği bize göre midir? Yöntemi ulusal mıdır? Okulsuz bırakılan kim? Zor bulduğu ilkokuldan öteye kimin çocukları gidebiliyor? Bir kesimin çocukları açık olanaklardan yararlanarak yurt yönetiminde, siyasette söz sahibi oluyorlar. Öteki bölüğü bundan yoksun. Ondan sonra ülkenin yönetimi işte bu hale geliyor...” Bu adaylığı sırasında buna benzer söylevler çekerek köyleri gezerken kurşunlanmıştır arabası. Onun için de bir dörtlük yazmıştır: Bütün namlulardaki kurşunları sökeceğim/ Kalem yapacağım çocuklar/ Güzellikleri yazacaksınız/ Defterler taşana kadar
 
Bu olayın ardından evi de kurşun yağmuruna tutulmuş, camları kırılmış, gardrop delik deşik olmuş ve kızının omzuna isabet etmiştir.

Amasya'nın  Saraydüzü semtinde Mustafa Kemal'in Kurtuluş plan ve stratejisini hazırladığı yere, kimsenin  içeriye alınmaması ve gizli olmasından dolayı 'Karanlık Oda' denmiştir.  
 
“Karanlık Oda'nın yerine dikilecek bir anıt için İstanbul'a yollanmıştım, 1962'nin başlarında. İstanbul'a varmışken, Hocam Enver Kartekin'i de göreyim dedim. Kendisi, Makine Fakültesinin Sekreteriydi o zamanlar.
Profesörlerden kimileri vardı Enver Beyin odasında. Söz, 1960 Devrim Hükümetinin hazırlattığı İlköğretim Ya- 
sasından açıldı. Prof.Cıvaoğlu bu yasayı savunııyordu. Ben, eksikleri üzerine bastırdım. İlköğretimin içinden gel- 
diğimden, yasanın boşlukları, uygulanamazlığı üzerine kendimce bilime, usa dayalı savlar öne sürdüm. Hocalar 
diretemediler. Bizim Enver Hoca: 
 
“Biz, köy enstitülerinde işte böyle gençler yetiştirdik!” 
deyince, orada bulunan bastıbacak biri, köy enstitüleri üzerine çok bayağı şeyler söylemeye başladı. Öyle bir ağızdı ki, sıradan bir DP bucak başkanı bile kolay kolay söyleyemez söylediklerini. Baktım, bilimden, ustan anlamayacak adam. Sordum: 
“Siz hiç köy enstitüsü gördünüz mü? Köy enstitüleri üzerine yazılanları okudunuz mu? Gerekli incelemeleri yaptınız mı?...” 
Sorularıma yanıt vermekten çok, yanıltma yöntemini kullanıyordu adam. Üstelik profesörmüş de!... Baktım, us yolu kapalı:
“Adınız neydi Beyefendi?” dedim, söyledi. 
“Haa, o adam siz miydiniz?” 
“Ne olmuş, ne demek istiyorsunuz?” 
“Fakültenin bahçesinden geçerken dinledim: Ögrenciler, sizin ananızdan söz ediyorlardı. Şey...”
Adam bir kükredi! Şöyle bir gözüyle, benim gövdemle kendisininkini oranladı. Tokat vurmaya niyetlendi, caydı. 
“Sakin olun beyefendi. Ben öyle bir şey duymadım. Kara çalmanın, yalanın kişi üzerindeki tepkisini somut 
olarak göstermek istedim size. Sizin gibiler bize yirmi beş yıldır sövüyorlar. Kara çalıyorsunuz da, biz bu denli ilkel 
tepki göstermiyoruz. Çünkü, yaptığımızın doğruluğuna inanmışız. Siz, Cumhuriyet Türkiye'sinde profesör olacak- 
sınız. Hem de olumlu bilgilere dayalı bir fakültede öğretim üyeliği yapacaksınız. Ve de mahalle karısı ağzıyla, 
hiçbir veriye, bilime, usa dayanmayan görüşleri sıralayacaksınız. Size 'yazık' demiyorum. Sizi görünce, partilerin 
ocak-bucak başkanlarını bağışlamak geliyor içimden!...”
 
Bizde aydın geçinenlerin ağzı vardır da belkemiği yoktur. Aktarma bilgilerle konuşur konuşur, gerektiğinde ayağa kalkmasını beceremez. Düşünemez bile. Resmi ağızların, Doğudan-Batıdan aktarılan bilgilerin hamalıdır. Bu bilgileri usunun süzgecinden geçiremez; ülke gerçeklerinin tartısına vuramaz. Dünkü medresede nasıl “nakli bilgiler” belletilip aktarılmışsa, bugünkü öğretim kurumlarında da sözüm ona “akli bilgiler" bellenip aktarılır. Böylece, aydın olunduğu sanılır... 
 
 
 
 
 
 
2- 
 
 

BİR KİTAP BİR YAZAR 

KİTAPSIZ ÜLKE Mİ? 

MAHMUT MAKAL
Zonguldak Dergisi, Ağustos-Aralık 1998
 

 

 

Yazıdır belki de uygarlık tarihinin başlangıcı. Çünkü yazılı düşünemeyen, kolay kolay uygarlaşamaz. Düşünceler yazıya dökülürken, mantığın süzgecinden geçmek, dilin kurallarına uymak zorunda ilkin. Bunlar, bir de damıtılarak kitaplaşırsa, insanlığın kılavuzu oluyor. Osman Bolulu 29 denemesini içeren kitabına Korkacaksan Kitapsızlardan Kork adını koymuş. "Aklın, sorgulamanın, irdelemenin önünü kesen, yoruma üretime kapalı kitaplar değil konumuz. Kitap dediğin dişi olmalı; kestirmecilikten uzak, yeni düşüncelerin tohumu bulunmalı toprağında. Her iyi kitap, bir düş döşeği, düşünce odağı, sorular toplamıdır. Onlarla insanın, öteki insan yanındaki varlığını, saygınlığını kabul eden anlayışa varamamışsanız, yüreğiniz incelmemişse, zihin çapınız genişlememişse; ötekinin acısını, sevincini kendinizde yaşayamıyorsanız, aydınlığı seçebilir misiniz?" Ne güzel saptamış, demiş Bolulu! Karanlıklardaydık. Ne zaman ki abecemiz Türkçeleşti, Türkçe okur yazar olduk, o zaman düşünümüz, edebiyatımız gelişmeye başladı, uygarlığa yaklaşır olduk. Kitabın, düşüncenin gelişmesiyle koşuttu gelişmemiz. Yine ne zaman ki, Kurtuluş Savaşı çadırlarında kitap okuyan devlet adamlarının yerini Ret-Kit okuyanlar, operaya gitmeyen, kitabevlerine uğramayan yöneticiler aldı, geriye savrulmaya başladık, kitaplar azalmaya başladı, düşünce dünyamız çoraklaştı. Yüzümüz Arap'ın petrol bulaşığı kumuna çevrildi. 

Kitap bir toplumun yazılı belleğidir. Kitap okumayan toplumların belleği de noksandır. "Bellek; yaşama ilişkin izleri, öğrenilenleri zihinde tutma yeteneğidir, birden çok duyumuzun algılamasıyla oluşur. Görülenlerin, işitilenlerin, okunanların bir daha anımsanmasına yönelik olan bellek, zihnin öteki işlevleri arasında en önemli olanıdır. Anımsanan olgular, dikkatimizi uyandırır. Deneyim dediğimiz, yaşamdan sonuç çıkarma olgusunun yarattığı birikim, zamanla kültüre dönüşür, uygarlığın yapılanmasını sağlar"... Toplumsal bellekle kültür arasında sıkı bir bağ vardır. Kültür, bireyin ya da toplumun özdeksel ve tinsel varlığının temeli saydığımız dilin, düşüncenin, gelenek, yasa ve kurumlarla kullanılan araç gereçlerin, yöntemlerin oluşturduğu bir bütündür. Doğru yorumlanırsa eleştirme, değerlendirme yeteneklerinin geliştirilmesini sağlar, zihinsel atılımlara dayanak olur. Giderek dışımızdakilere karşı olumlu-olumsuz tepkilerimizin kaynağıdır."... Belleksiz toplum, bitkisel hayat yaşar, doğanın kendisine verdiklerinden daha ilerisine gidemez, olduğu yerde kalır. Bellek aklın işlemesine temeldir, irdelemenin ana verisidir. Onun değerlendirilmesiyle, duyan. eleştiren, sorgulayan, dolayısıyla gelişen toplum/ulus olabiliriz, evrensel boyutlara ulaşabiliriz, kültürel bağımsızlığımızı koruyabiliriz. "Başımızdan geçenleri unuttuğumuz, olanları aklın terazisine vurmadığımız için gittikçe kitapsız bir toplum durumuna sürüklendik, gelişemedik, ulusal bağımsızlığımız aşınmaya başladı. 

Kitabı olmayan, okumayan toplum, duyarlıktan yoksundur, yönetim ona ne verirse, onunla yetinir. Görünüşte sakindir, barış içinde yaşadığını sanır. Ama olduğu yerde dönenir durur hep. Olumsuzluklara karşı tepkilerini dillendiremez. Bakın, rıza toplumuna ne demiş Bolulu: "Öfkeyi, hiddet ve şiddetle anlamdaş bellemişiz. Öfkesizliğin duyarsızlıktan, ilgisizlikten, sindirilmişlikten filizlendiğini düşünmemişsinizdir hiç." (15. s ) "Öfke, salt olumsuz bir tepki midir? Öfke, engellenmek, incinmek, gözdağı karşısındaki duyarlılıktır. Kişiliğin, toplumsal değerlerin, ahlâk ve estetiğin çiğnenmesine tepkidir. Hiç öfke duymamak, teslimiyettir, karşı tarafın her eylemine destursuz ön açmaktır. Öfkesizlik, giderek sizi pısırıklaştırır, toplumumuzu sürüleştirir. Kişiliksiz, istençten yoksun nesne durumuna düşersiniz. Ama size barış ve uyum içinde olduğunuz telkin edilir. Barış, eşitler arasında olur; uyum, karşılıklı kabulün dengesinden doğar. İşin bu yanını karıştırmanız istenmez. Kavgasız komşu, uslu yurttaş olmaya çağrılırsınız hep. Arada sırada suskunluğunuzun küçük ödünlerini verirler, mutlanırsınız." (15,16. s) "Aklın süzgecinden geçirilmiş öfkeniz, kişiliğinizin güvencesi olacaktır. Özgür ve bağımsız insanlığınızın duvarları, dengeli öfkelerinizle örülecektir. Yıkıcılığa yönelmeyen öfkedir; bizi bir arada birbirine saygılı yaşamın katlarına çıkaracak. Toplum ve kişi olarak öfkelenmeyi de öğrenmeliyiz biraz." (17.s) 

Buraya kadar Osman Bolulu'nun kitabındaki üç denemeye değindim. Aziz Nesin'i doğru değerlendirememekten, tükürük ehlinin niçin sanata karşı olduğuna, ideolojiden soyutlanan topluma, hırsına yenilen politikacıya, edebiyat ve sanata, dile ilişkin daha pek çok deneme var bu kitapta. İçinde bulunduğumuz durum, enine boyuna işlenmiş: Nerede, neyi yanlış yaptığımıza değinilmiş, çıkış yolları da önerilmiş zaman zaman. Ülkesini seven, onun sorunları üzerinde kafa yoran bir kalemin ürünü, bu denemeler. Okurun alacağı pek çok şey var bunların içinde. 

Meslek yaşamımızda, toplumsal olaylara ilgi duyduğu için soruşturmalardan, koğuşturmalardan geçmiş olan yazar, geçtiği yerlerden derlediklerini, Türkiye gerçeklerinin terazisine vuruyor. Onlardan sonuçlar çıkarıyor. Okurunu bilgilendirip düşündürürken, birlikte aydınlığa çıkışa çağırıyor. Sanatçısından gencine kadar okurların edineceği bir kültür, sanat, edebiyat demeti diyebilirim bu kitap için.

 
 
 
 
 

 

Etiketler: dil türk dili

Yorumlar (0 )