VECİHİ TİMUROĞLU

VECİHİ TİMUROĞLU

 

 

 

VECİHİ TİMUROĞLU
İnsancıl S:23 Eylül 1992    
                                                   

...Özleşen Türkçe ile beslemiş şiirini.





REZİLLER VE REZİLLİKLER


VECİHİ TİMUROĞLU
Damar S:45 Aralık 1994



“Taş gediğinde ağır” demişler / Ben anlamam / Taşın kötüsüne / Basılıp geçilir / Orta hallisi / Duvara yarar // Atınca taşın iyisini / Devireceksin / Herifin birisini

Bu dizeleri, Osman Bolulu’nun Taşın İyisi adlı taşlamalarından aldım. Eskiler “Yergi, teşrih-i rezâil ve teşrih-i erâzil olmalı.” derler. Yani, rezillikleri açığa vurmalı, rezilleri sergilemeli. Osman Bolulu, rezillikleri ortaya döküyor, rezilleri sergilemiyor. Ama biz, rezillikleri okuyunca, o rezillikleri yapan rezilleri kolayca tanıyoruz. Bolulu açıklama yoluyla, eylemin sahibini tanımamıza yardımcı oluyor.

Toplumsal baskının arttığı, yönetimsel bozukluğun kokuştuğu dönemlerde, yazanı ve söyleyeni bilinmeyen fıkralar üretilir. Bunların kimisi yergi, kimisi güldürü biçimindedir. Zaman zaman, düşündürücüdür. Yergi mi daha etkili, gülmece mi? Her ikisi de, birden yaygınlaşıyor, başlanıyor okunmaya, anlatılmaya: Kahvede, evde, sokakta, dolmuşta, okulda, atölyede, fabrikada velhasıl her yerde anlatılan gülmeceler, okunan yergiler, çok etkin bir kamuoyu oluşturuyor.

Eskiler, hiciv dilinin ince olmasına özen gösterirler. Anlatım ve yansıtma, yazınsal çizgiyi aşarsa, koşuk yoluyla küfür edilmiş olunur. Böyle bir yergi ya da gülmece biçimi, belki, bireysel ve geçici bir keyif verir, ama beklenen toplumsal etkiyi yaratmaz. Bir bakıma küçültme yerine, küçülmeye yol açar. Yergi biçimini küfre dönüştüren yazarlar ve şairler, her zaman bu tuzağa düşer. Divan yazınımızda Sürurî, Vehbî ve Aynî gibi yergiciler, “şütmû-i galiza” yani ağır küfürler sahibi sayılmışlardır, ama etkin olamamışlardır. Yergi ince yapılırsa, hakkın ve gerçeğin savunulmasına, ümitsizliğin ve zulmün engellenmesine katkıda bulunur. Eskiler, “hiciv”den bunu beklerler. Bu nitelikleri, yerginin kuralı saymışlardır. Ben, bu klasik değeri, bugün de geçerli sayıyorum. Yerginin ya da gülmecenin, yazınsal değer kazanması, toplumsal etki yaratması için, ince, nezih bir biçim taşıması gerekir. Tahir Mevlevî, en büyük zalimleri, Tanrı’nın ölümden sonra vereceği cezadan çok, yerginin anında görülen etkisinin korkuttuğunu söylüyor. Böyle olmasaydı, Nefî’yi boğdurur, Eşref’i sürerler miydi? Sadrazam Gürcü Paşa için Nefî’nin yazdığı şu ikilik, bugün de geçerli:

   
  Bir asrda geldik ki bu bâzâr-ı fenâya
     Sermâye-i irfanı olan zarar eyler

Osman Bolulu’nun yergilerinde de, en çok yakınılan olgu bu. Ülkeyi bilginler, bilgeler yönetmiyor, aydınlar etkisiz, yönetim, tümüyle cahillerin elinde kalmış. Aydınların, alanı bu adamlara bırakmasına da içerliyor:

Ne suyu noksan, ne ekmeği noksan / Kitabı da kelâmı da tas tamam / Ayaklanamaz, belkemiği noksan / Bu türdendir, bizdeki aydın adam.

Yerginin etkisi kamuoyu yaratmadaki işleviyle ortaya çıkar. Böyle bir işlevi yerine getiren yergi, kamuoyu oluşturmuş sayılır. Yaygınlaşan yergiler, kötülük sahiplerinin boyunlarında ya da bileklerindeki künyelerden daha çok gösterir kimliklerini. Alınlarına kazınır bir daha çıkmaz.Bolulu, rezillikleri sergileyerek, toplumsal künyemizi gösteriyor. Bunca kötülüklere katlanan bir toplum, rezillikleri sineye çeken halk, çağdaş bir çizgiyi yakalayamaz. Daha acısı, varlığını sürdüremez. Osman Bolulu, bir iki taşlamasında, Kazak Abdal gibi açık küfre yönelmiş, ama çoğunlukla Türkçenin yergi gücünü gösteren örnekler vermiş. Ateş dilli değil, tokmak dilli. Ağır bir dil kullanmıyor, ama sokuyor. Hemen her taşlaması, toplumsal duyarsızlığımızın üzerinde tepiniyor. Taşın iyisi, toplumsal gidişimizi taşlıyor, duyarsızlığımızı yeriyor, yurtseverleri uyarıyor.

 

                                           
Etiketler: dil türk dili

Yorumlar (0 )