KORKUYORUM, TORUNLARIM BANA BENZEYECEK

KORKUYORUM, TORUNLARIM BANA BENZEYECEK

  

Buluşmalarıma giderken koşu atıyımdır sanki, dakika sektirmeden varacağım, sözleştiğimiz yere. İvecenlik sancısından kurtulamam. Borç mu almışım, gününde ödeyeceğim, içimde bir ağırlıktır ödeme günü, dürtükler durur. Birisine verdiğim sözü aksattıysam, aynalara bakamaz, traş olurken yüzümü kestiririm. El saygısı özümü kuşatmış; o, çekip çeviriyor beni. Başkalarının tutsağı mıyım?.. Başkaldırasım gelir, yapamam. "Gayrıya saygısı olmayanın kendisine de saygısı olamaz." diye bükülmez bir eksen oturmuştur içime, duygularımın, tembelliğimin eğilimlerine izin vermez: Sere serpe kendimi yaşayamam. 
 

Mektup mu almışım, kitap mı gönderilmiştir, hemen yanıtlayacağım; gönderenin konumuna, düzeyine, ilişki bağlarına bakmadan, ayrıcalıksız. Hani, geciktiğim olursa, o kişi, içimde kocaman bir mertektir; onunla yatar, onunla kalkarım, kolumu kanadımı istediğim gibi uzatma esenliğinden ırak. Beynimin ortasında tıkırdar durur tembelliğim. Zaman zaman "Daha iyi ya, o kişiyi belleğimde taşıyorum, iç gündemimin birinci sırasından düşmüyor." desem de avutamam kendimi. 
 

Dünya evrenin parçalarından sadece birisi; dünyada Türkiye, büyücek bir nokta; Ankara, Türkiye'de bir nokta; bizim ev ise, uzayda mikroskopla bulunacak bir noktacık olamaz; bense altı milyarın içinde adı sanı belirsiz, etkinliği önemsiz birisiyim. Niçin, her sabah dünyayı yeniden kurmaya uyanırım; düşlerim evrene yönelik, her şeyi düzeltme çabasına düşerim, olumsuzlukların ağırlığını yüklenirim? Karıncanın Himalaya'yı sırtlamaya soyunmasına benzer bir gülünçlük değil de nedir bu?.. Kurtulamıyorum, evrensel değerlerin öksesinden, ilke edindiğim düşüncelerden, tutumlardan. Gönülü tutsak mıyım ne?.. 
 

Bir katkısı olacakmış gibi, her sabah birkaç gazeteyi okuyacağım, gün boyu haber bültenlerini dinleyeceğim, demeçleri izleyeceğim. Bunlar üzerinde düşüneceğim, eşimden başkasına ulaşmayacak eleştirilerde bulunacağım. Kimi olumluluk kırıntılarını yakalarsam, umudun kanatlarına bineceğim. Çoğuncası da öfkelenip terbiyeden tezikeceğim. Sana ne be adam? Solda sıfır bile değilsin! Kim yükledi sana böyle bir özgörevi? Ateş olsan, bir tutam pamuğu tutuşturabilir misin? Kimin yarasına merhem olacak gücün var? Yok, yok kurtulamıyorum. İnsan insana eklene eklene kurulmuştur uygarlığın örgütü, ben onun borçlusuyum. 
 

Şu günübirlik salıncaklarda uyuyanlara, ne kadar öfkelensem de gizli gizli imrenmiyor değilim. Onlar kendilerini törpülemiyor sürekli, benim gibi, bencilliğin dışındaki testerelere doğrattırmıyorlar kendilerini. Evler mi dersin, gıcır gıcır arabalar mı dersin, yazlıklar mı dersin; benzeşikleri toplum çoğunluğundan aldıkları saygınlık mı dersin; düşlerimi çatlatacak bollukta. Sanırım, deli dervişler bile, yaşamın günlük zevklerini somurmada bence yozutuk değillerdi. 
 

Dolmuşa mı bineceğim, bozuk paramı hazırlamışımdır, sürücüyü söylendirmeyeceğim. Cebeci'den binmiştim dolmuşa (1963). Kurtuluş Ortaokulu'nun karşısındaki benzinlikte durdu dolmuş. Bodur kereste boylu, domates yüzlü birisi inecek, keyfini incitmeden indi beyimiz. Zincirini sallıyor, çiğnediği sakızına ıslığını da ekliyor, arada bir. Saatime baktım, tam on üç dakika bozuk para arandı, telaşlanmadan. Sürücü kızacak sanıyorum, sakin, balıkçı sabrında. Hareket ettik. Sordum sürücüye: 
 
—Ben öyle davransaydım, ne derdin? 

—Kızardım, seni arabadan atardım. 

—Niçin? 

—Sen, o tipten değilsin ki...  

Toplumsal enayilerin iç yapısı, yüzlerine de yansıyor mu ne?..  
 

Ne güzel kışırında yaşamak!.. Ağacın sıkıntısı, kök salıp, kabuk bağlayarak yerinde sağlam dikelinceye kadardır. Ondan sonrası kolay; yel ne yandan eserse dallarını o yana bırakır, fırsatında doğrultur. Topraktan ne kadar emdiyse, o oranda meyveye durur, o da meyveli türdense. Meyvelerini kendi dibine düşürüp yeni besine dönüştürmesi de ayrı... Yerleşikliği kazık; ona koşmak, buna koşulmak, özgecilik, şu ilkeye bukağılanmak yok. Sulanırsa boylanacak, gübrelenirse gürleşecek. Birisinin bir yerlerini incitmezse dalı budağı, olduğu yerde tutunmanın imparatorluğunu sürdürecek, kendisinden başkasını yaşamayacak. Ne senden bana, ne benden sana, görünüşte; gizlisinden 'Rabbena, hep bana". Derdi tekil, doyumu tekil, esenliği tekil orman ağacı olup da ötekileriyle dal sürtüştürmenin, çiçektozu alışverişinin ne gereği var. Kendisine bir getirisi yoksa. Ağaç olacaksın ağaç! Tekilinde, kışırında, odun soylu... Bizimkilerin, yani dolmuştaki gamsız reislerin, ağaçtan üste getirileri de var: Ne de olsa insan yaratılmanın, toplum örgüsünde bulunmanın verilerinden pay almışlardır, kışırında olmanın üstüne bunları da eklediler mi sizden üstün, sizden esen olacaklardır. İmrenirsin imrenirsin, bencilliğin tezgâhında salt kendisini dokuyanlara, alttan alttan, yine de özgeciliğin bağnazlığından kurtulamazsın bir türlü. 
 

Çocuklarınla yaşamı paylaştın, onların ilk örneği sendin. Senden bulaşan toplumsal enayilik, onlarda gedikler açtı. Sereserpe yaşamın özürlüsü olmalarında payın yok mu? Korkarım, torunların da sana benzeyecek. 



(Çağdaş Türk Dili 122.s. Nisan 1998)

Yorumlar (0 )