VEDAT YAZICI - OSMAN BOLULU'NUN DENEMELERİ ÜZERİNE

VEDAT YAZICI - OSMAN BOLULU'NUN DENEMELERİ ÜZERİNE

..... YK-1 SÖYLEŞİ

OSMAN BOLULU ‘NUN DENEMELERİ ÜZERİNE
 
     Vedat YAZICI
 
     Vedat Yazıcı – 1. Denemenin tür özellikleriyle girelim isterseniz söyleşiye.  Bu türün öncüsü, babasına deniliyor, Montaigne’e. “ Klasik bir tanımla deneme; herhangi bir konuda yazarın, kesinlemelere gitmeden,  kendi kişisel görüşlerini,  düşüncelerini,  bir konuşma, söyleşme havası içinde işlediği yazı türü (Emin Özdemir)”. Sizin denemelerinizin bu klasik tanımın sınırlarını aştığını belirtenler oldu. Katılır mısınız? Bir denemenizde kendinize sorduğunuz soruyu yönelteyim size. “Denemeyi yerleşmiş tanımının dışına kaydırmak cesaretini nereden alıyorsunuz?”
 
     Osman Bolulu –Montaigne’i ve denemenin klasik tanımını anımsatmanızı anlıyorum: Denemelerimin, bilineninden taştığını sezdirenler oldu. Kendilerince haklıydılar: Denemenin babası Montaigne’i düşünüyorlardı ya da onun, bize yansımasındaki olguyu. Alışılan deneme anlayışına göre; düşünce sınırlarını genişletme, özgür anlatış, kesin yargıya bağlanmamaydı bekledikleri. Deneme kavgacı  havada olmamalı, bilecenlik etmemeli, okurunu güdülememeliydi. Düşünce jimnastiğini aşmak, denemeyi zedelerdi. Bekledikleri, dedikleri yanlış mı? Hayır!  Zihin çapımızın boyutlanmasında, bilinen denemenin getirisini biliyorum, inkar etmiyorum. Fakat bilinen deneme, bana dar geldi.
 
     Denemeyi, yerleşmiş tanımının dışına taşırma cesaretini, nereden alıyorum? Birçok şeyin, olduğu gibi yinelendiğini sanırız: İnsanın da edindiği yapıyı, pek değiştirmeden, alıştığı yaşam oluğundan (kanalından) sürdürdüğünü… Salt rengi, biçimi yenilenmiş kalıpların süreği mi yaşam?  Salt yeni durumlara  idareten uyumlanmak mı?  Hiç sanmam ki, öyle olsun!  Ne insan, ne doğa; bir günün sabahından akşamına; akşamın karanlığından  tanyerine, tıpkısı değildir: O kavrayamadığımız hız, ayırımına varamadığız değişim; an be an, insanı yeniden kurar, doğayı sürekli devinime iteler.
 
     Kendimden biliyorum: Hiçbir akşam, sabahki adam olarak dönmedim eve. Sabaha başka birisi olarak uyandım. Sabahtan beri koşturmuşum, onunla bununla görüşmüş, tartışmış ya da aynı görüşleri bölüşmüş, pekiştirmişimdir. Tepkilendiren, etkilendiren olayları yaşamış; hoşuma giden gitmeyen kişilerle, durumlarla karşılaşmışımdır. Bunlardan algılanmış, etkilenmiş, üzerinde düşünmüşümdür. İleri-geri, yatayına-dikeyine, altında hangi hınzırlığın ya da ışığın saklandığını yoklayarak…Ben’imin duvarlarında sökülmeler, başıma gül dökülmeler olmuştur. O sabah evden çıkan adam değilimdir artık.( Bu, bir sınanma, yerini belirlemedir.)
 
     Bir toprak dam altında doğmak nasip olmamış, tütün tarlasında dünyaya gözünü açmış köylü çocuğunda bu denli değişim, gelişim oluyorsa, yüz binlerce yıllık çabaların/ birikimlerin sahibi dünya, yerinde durur mu hiç? Yaşamın/ doğanın hızını hesaba almak, dünya insanından örneklenip, -Montaigne gibi- kendimden yola çıkmak, çevremin, özel konum ve koşullarımı sorguya alarak edindiğim düşünüşü, yaşamıma/ yaşamımıza uygulama gereğini duydum. Montaigne de, çağına göre, öyle yapmamış mıydı?… 
    Montaigne’in çağı ile, o çağda işlenen düşüncenin yarattığı siyasal yapı ve dünyaya bakışla benim çağım, dünyaya bakaşım aynı değil ki. O, nasıl çağının, içinde bulunduğu konum ve koşulların gereğine göre deneme yazdıysa benim de çağımın, ülkemin konum, kültür, birikim, konum ve koşullarına göre, onun izleğine eklemeler yapmak özgürlüğüm olmayacak mı? Montaigne, nasıl çağının düşüncesini ileriye sıçratarak düşünüş açılıma koşulduysa ardıllarının da öyle yapması gerekmez mi? Onu yinelemek Montaigne’e karşı ayıp olmaz mı?
     
      Montaigne benim çağımda, benim ülkemde, benim konum ve koşullarımda değildi. Ben de onun çağında, ülkesinde değilim. O, zamanını denemesel eleştiriye almış, düşünüşü boyutlandırmış, dil altından  öneriler sunmuştu. Konum ve koşullarımız nedeniyle; benim sorumluluk ve düşünüşümle, onunki aynı olamazdı. O nedenle klasik deneme, bana dar geldi. Montaigne'in ve ardıllarının birikimlerinden yola çıkarak - onlara saygımı koruyarak-  sorumluluk ve bilincimi devreye sokarak, kendime baktım, bizim özgül konum ve koşullarımızı, dilimizi, felsefemizi işleyecek denemeyi, denemeye koşuldum. Şimdi adını çıkaramadığım, Montaigne’den dört yüz  yıl sonra yaşamış bir yazar der ki : “ Şu Montaigne, benden pek şey çalmış.” Bende de Montaigne’den esintiler bulunabilir. Montaigne, özgürlükçü, çevren açıcı bir düşünür.  Ardıllarının, onu yineleyip gevelemesi, ne Montaigne’nın çığırına uygun düşer, ne de denemeye, denemeciye yakışır.  Denemeyi saptırmak değil benimki, denemeyi, çağına yaraşırlıkla sürdürmek.
 
     Vedat Yazıcı- 2. Denemelerinizin ana gerecini yaşanmışlıktan alıyorsunuz.  Çocukluğunuzdan, öğrenim yıllarınızdan, öğretmenliğinizden, eşinizden dostunuzdan… Bir denemenizde de sözünü ediyor: “ Yaşadığımız olguları, denemelerimin çıkış noktası yaptım, anılardan yararlandım.” diyorsunuz. Denemelerinizde  anılara, olgulara bağlanmanızın, size özgü bir nedeni var mı? Bir toprak damda doğmak, tütün tarlasında dünyaya gözünü açmak, Köy Enstitülü olmak… gibi örneğin?
 
     Osman Bolulu- “Her yazar, kendisini yazar: Dünyaya, insana, olgulara kendi evreninden bakar; dıştan algıladıklarını, beyninin tezgâhında dokuyup üstüne kendi damgasını vurduktan sonra, sanatsal ürün olarak sunar yazın alanına. Bir yazarın düşüncesi, duyarlıkları, yaşama bakışı ve yazış biçemi, özyaşamının derinliklerinden alır özsuyunu. Buradan bakınca yazara; derininde yatan kişilik oluşumuyla, yazarın ürünlerinin örtüştüğünü görürsünüz. Yazarın, o dipteki duyarlığının, edim ve tutumunun ipuçları ürünlerindedir.” demişim (Ahmet Miskioğlu Kitabı: O.Bolulu, Kum Yayınları, haziran 2004, s. 9).  Her yazar, kendisini yazarken, aslında kendi kültür ikliminin türküsünü söyler. Toprağının, insanının acısıyla kıvranır, sevinciyle kanatlanır. Herkes, kendi yarasına  merhem arar.  Öyleyse yaşamımızdan, ülkemin özgül koşullarından yola çıkacaktım. Ulusumun bireyi olacaktım ki; ulusum, insanlık ailesinin, saygın üyelerinden biri olabilsin, dünya karşısında ezik düşmeyelim, insanlık okyanusunda saygın yerimizi alabilelim.
 
     Ülkem / ulusum, açmazlara kilitlenmiş: Uzay çağını yakalamaya çalışanla Ortaçağı aşamamışın sürtüşmesini yaşıyor. Bugünkü trajiğimiz bu!  Bu açmaz, aklın terazisine vurulmalıydı. Dünyanın her yerinde bir insan vardır, bir insanda bütün insanlık vardır. Uluslar / kültürler, o birer insanın, duyuş, düşünüş; aynı tasa ve kıvancı bölüşmesinden ve paylaşmasından doğan bir örgenleşme, bir bütündür. Uluslaşma / kültürleşme sürecini tamamlayamamış, aydınlanma girişimleri tersine döndürülmüş bir ülkenin bireyiydim. O ülkenin, çağcıllaşmaya yöneldiği yıllardaki eğitimle kafası biçimlenmiş, kimlik kazanmış: “ Düşünüyorum, öyleyse varım.” sözünü, “ Sorumluluk duyuyorum, öyleyse varım.”a dönüştürmüş Osman Bolulu, denemeyi, nasıl işlemeliydi? Yaşadıklarını / yaşadıklarımızı sorgulamalı, irdelemeli, bunlara değgin duyuş ve düşünüşünü sunmalıydı. Kendisini söylerken, ulusunu, dolayısıyla insanlığı söyleyecekti.  Montaiğne de öyle yapmamış mıydı?
 
     Vedat Yazıcı –3  Denemeyi felsefeyle ilişkilendiriyor , “Deneme düşünüşün dile yansıması, düşünüş üretmek,  felsefe yapmaktır, denemeci biraz da feylesoftur,” diyorsunuz.  Düşünce, düşünüş  kavramlarıyla  felsefeyi buluşturarak  denemelerinizde varmak istediğiniz asıl yeri açıklar mısınız?
 
     Osman Bolulu- İzninizle, bu sorunun yanıtını, Tansu Bele verebilir mi? “Yazarın (O. Bolulu’nun)  bize özgü düşünceler üretmemize yol açması, denemelerindeki en önemli ayrıcalıklarından. Bence bu özellik, denemelerini ulusal felsefemizle çok yakından ilgili kılmakta (……)  Denemelerinin başka bir ayrıcalığı da dildeki özgünlüğü. Dilde özgünlük, başka bir deyişle düzyazıda tek, değişik, biricik olma ve tümcelerle sözcüklerin bilenen   dizimlerini, dil kurallarını bozmadan, yepyeni bireşimlerde kullanabilme özelliği, dilin düşünceyi nasıl yoğurabildiğinin açık seçik kanıtıdır. Bu denemelerdeki en  önemli yan da budur. Dilin özgürce devinimi, Türkçe’nin işleyişi, düşüncenin de yepyeni çevrenlere açılışını sağlıyor. Ayrıca felsefenin dille sıkı bağlantısına özgü Türkçe örnekler sunuyor. (…..)”
     
     “ (…..) Deneme türünün üreticiliğini, ‘ felsefenin bize özgü kapısını açmak ‘ olarak değerlendiren ve işleyen yazar, bu yanıyla çok önemli bir boşluğa da parmak basıyor: Yaşamsallığın ve ulusallığın egemen olduğu konularda, gerek dilde gerekse düşüncede, yerli yerindeki Türkçe kullanımıyla birleşerek özgünlüğe ulaşılabileceğini kanıtlıyor. Başka bir deyişle  Osman Bolulu’nun denemeleri, klasik deneme tanımına uygun olmakla birilikte, dil, ulusallık, yerellikteki felsefî düşünce kurgusuyla aşkınlık içeriyor. Bilimsel ve nesnelliği de göz ardı etmeden, özgün ve çağdaş biçimde klasikliği aşıyor.” ( Dilden Düşünüşe Uzun Koşu – Osman Bolulu’da Deneme- :Tansu Bele, Kum Yayınları, Nisan 2004 )
 
     Dil, düşünüş dizgesidir. Felsefe, düşünüşle doğaötesine uzanıp var olan gerçeğe düşünsel gerçeklikler ekler. Düşünüşe boyut kazandırır.  Günlük anlaşma aracı olan dille felsefe yapamazsınız. Var olanı aşamazsınız.  Yetkin bir dille felsefe birbirini yeder, evriltir. Dili, hayatın bütün olgularını kavramamış, felsefesiz bir ulus çağcıllaşamaz, uygarlaşamaz. Türkiye Cumhuriyetinin, kurulur kurulmaz dil devrimine yönelişi, ırak durduğumuz felsefeyi eğitimimize sokuşu; aydınlanmanın, çağcıl uygarlığın kılavuzuydu. İkisini de ıskaladık. İbremizi, neredeyse, Ortaçağ’a çevirdik. Yaşadığımız acı / açmaz bu! Bu ulusun bireyi olarak bir ucu da bana dokunuyor. Bu ulusun atılımlı dönemlerinden ışıklanmış birisi olarak yazıklanıyorum, öfkeleniyorum. Tersine dönüş ayıbından kurtuluşu, dilde, felsefede görüyorum.
 
     Ne yazık ki felsefe eğitiminde geçmedim. Felsefe yapabildimse, bu, Türkçe üzerine incelemelerimdendir. Salt benim için değil, ulusça, daha da insanlaşmak için felsefe. O nedenle Türkçe’nin üretkenliğinden, işlevselliğinden felsefeye, çağımızı yakalayıp aşmaya… Ulusal bağımsızlığımızın ve kimliğimizin zorunlamasıdır bu!
 
     Vedat Yazıcı – 4. Konu dağılımında çok geniş bir coğrafyayı kuşatıyorsunuz.   Bunu, denemenin özgür yapısına mı bağlamak gerekir?  Belirttiğiniz gibi  deneme türündeki  “Özgür yapı, onun omurgasıdır, kuralların bağına takılmaz, sizi özgür kılar” mı?
                                                                                                Yaşam bir bütündür
     Osman Bolulu – Yaşam bir bütündür. Sayamayacağınız kadar türü ve  yönü vardır. Hatta ulaşamadığınız, özlemiyle kavrulduğunuz, arayışında kıvarandığınız yanları…Bunlar, insanı kuşatmıştır: Acı tatlı yanıyla insana değer. Duyuşumuzu, düşünümüzü, kimlik ve kişiliğimizi etkiler. Ondan bağımsız olamayız. Bu olguları ıskalamak;  bir bütüne eksik bakmak; algılayışımızı, değerlendiriş ve ona göre durum ve davranışınız alışımızı eksikli kılar. Eksikli yaşam; eksikli düşünüş, eksikli uygarlık, eksikli insandır. İnsana, doğaya bütünüyle eğilmek gerekmez mi?
 
     Kurallarına bağlı toplumsal yapı içinde bulunmak nedeniyle; yaşamamız, baştan aşağı, çizgi içi. Bir çemberdeyiz. İlk bakışta, toplumsallığın gereği bu! Üstüne, bir de 
devletin çizgi mühendisliği eklendi mi, iyice kıskaca alınırsınız. **************Çizgi içi, belli kural ve davranışlarla, yaşamınızı, dış saldırılardan korur. Yerinizden memnusunuzdur. Ama memnunluk bağlayıcıdır; yaşamın kaslarını hantallaştırır, düşünüşü uykuya salar, özlemleriniz / düşleriniz çevreninizi (ufkunuzu) aşamaz. Durağanlıkta tıkanırsınız: Diliniz/ düşünüşünüz kısırlaşır. Heykeller gibi, olduğunuz yerde durup durursunuz. 
                                                                                                                     deneme
     Yazın türleri içinde en özgürü denemedir: Hiçbir kuralın ağına takılmaz. Elinde, peşin, her alana giriş vizesi vardır. Bir kişinin ağzından söylüyormuş gibi görünse de insanlığın topografyasına yolculuktur. Hani dedim ya çizgi içi, insanı tutsak eder, özgürlüğünü kısıtlar, düş kanatlarını kırar, olduğu yere çakar. Deneme, öyle mi ya? Deneme, işte bu kuşatılmışlıktan kurtuluşun açkısı! Özgürlük susamışı, insanı da özgür düşünüşe götürür deneme. İnsanlık değerleri adına ne varsa, özgürlüğün ardına düşmüşlerin getirisidir. İnsana, en çok yakışan yazın türüdür deneme: Kendi özgürlüğünü, insana ağdırır.
 
     Vedat Yazıcı – 5. Kıvrak kaleminizle düşünüşü içsel söyleşime dönüştüren yaratıcı bir biçeminiz var. Ele aldığınız konuyu  derinliğine, genişliğine tartışırken kendinizi odak noktası alıyor, okura iç evreninde benliğiyle yüzleşme fırsatı hazırlıyorsunuz. Denemelerinizde soru tümceleri ağır basıyor. Zaman zaman okuru soru yağmuruna tutuyorsunuz. “Ötekisinin gözüne , biraz cam tozu atmak” mı amacınız?  Sizce bir deneme yazarının işlevleri arasında mıdır uyarı görevi?
                                                                                                                 deneme
     Osman Bolulu – Deneme işlek, devingen, üretime üretim ekleyen dil olmadan yazılamaz ki… Denemede yazarın, kendi kendisiyle söyleşmesi, bütün insanlıkla söyleşme / bilişmedir aslında. Demiştim ya; bir insanda, bütün insanlığın temleri vardır:  Kendi odağınızda, kendinizle yüzleşirken, aslında bütün insanlık halleriyle yüzleşirsiniz: Kendi içinize yaptığınız bireysel yolculuk; tek’ten bütün’e; insanlığa yapılmış yolculuktur. Orada hem kendinizi, hem bütün insanlığı bulur, işler, değerlendirmeye alır, uygun olduğu yere yerleştirirsiniz. Kendinize ve insanlığı bakış açınız netleşir; kendinizi, insanlığı tanıma fırsatını yakalamış olursunuz. 
 
     Sormak aymak, olanla yetinmeyip dışını aramak, yeninin özlemine koşulmaktır. Soru, düşünüşün kendisinden ötesine attığı bir çengel. Ona tutunarak ötesine ulaşma  girişimi. İnsanoğlunun kazanımlarının tümü, sorunun dölüdür. Bugün, ne varsa elimizde insanlık değerleri olarak, sorunun yanıtı, yaşama geçirilmişidir.
 
                                                                                       Okura sık sık soru sormak
     Sorulara tutunarak ötesini ellemeye çalıştım. Kuşkunun çocuğu, arayışın kılavuzu sorular, olanın dışını yoklatıyordı. Ama salt soruda kalmak da sakıncalıydı. Sorulara da kuşkuyla yaklaştım. Soruya da tersinden sorular yönelttim. Gündeme düşen sorunun karşılığı ne olabilirdi? Onu da irdelemek gerekiyordu.  Soruyu  da sorguladıkça çevrenim genişliyordu. Denemelerimdeki soruların nedeni bundan. 
 
     Okura soru  soruşuma gelince, inadınadır, bilerektir. Yazmak, yaşamı sarsmak, okuru uyarmaktır. Sorayım ki, kendisinden bir şey istendiğini görsün, yanıt arasın. O da metnin içine katılsın, yazınsal üretide kendisine bir pay bulsun. Genellikle yazarlar yargı biçer, kesin. Öğütler. Okuru, kendi oluğundan (kulvarından) akıtır. Öylesini güdülüme, okuru, buyruğuna alma sayarım. Okur da metne katılır, onda kendine pay bulursa, metinden metin üretme yoluna girer, düşünüşü boyutlanır diye düşündüğüm için. Yoksa, o soruların yanıtını bilirim, kendimce. O sorular, birer aytadır (*).
 
     Vedat Yazıcı –6.  Arı duru, öz Türkçe’ye gösterdiğiniz özen, denemelerinizin niteliksel değerini artırıyor. Sözcüklerin salt Türkçesini seçip kullanmıyor, dile yeni sözcükler kazandırıyor; sözdizimini hallaç pamuğu gibi atıp yeni bireşimlere varıyorsunuz. Denemenin, dil işçiliği olduğu kanısında mısınız?
 
                                                                                                           deneme
    Osman Bolulu- Deneme dil işçiliğidir, ama salt dil cambazlığı, dil fantezi değildir. Yazınsal türlerin tümünde arı duru dile, öz Türkçe’ye özen gerek. Örnekse ben şiiri, denemeyi, öyküyü, yakası karanfilli akraba delikanlılardan sayarım: Şiire, öykünün kız kardeşi; öyküye oğlan kardeşi; denemeye şiirin teyzesinin delişmen oğlu, derim. Üçü de; dil işçiliği; yoğun ve sıkış anlatış; doku örgütlülüğü; kurmaca; imgenin kanadında uçuşa çıkmak; okurunun düşlerini genişletmek; anlağı (zekâyı) kamçılamak; okurunu, okuma öncesinden daha üst konuma taşımak bakımından birbirlerini andırırlar da ondan… Bakmayın çemberlerinin  iç içe geçişine, aldanmayın, her biri, ayrı imparatorluktur, burnundan kıl aldırtmaz. Her ne kadar birbirlerinin yöntem ve öğelerinden  çalıntıları olsa da, bilirler; birbirlerinin suyundan çokça içtiler mi, nitemlerinin yiteceğini. Andığımız ortak öğelerden dil dışındakilerini, hatta dili de daha bir destursuz kullanır deneme. Ona ‘ delişmen teyze oğlu’ deyişim, ötekilerinden uzak tuttuğumdan değil: Daha bir kural dışı ,daha bir düşünüşü boyutlandırıcı, daha bir özgürlükçü oluşundan;  gözlere cam tozu atıp, uyuklayan okurunu acabalara götürüp beyninde kıvılcımlar yaratmasından ötürü ‘şiirin teyzesinin delişmen oğlu’ demişim, denemeye.
                                                                                                           Dile yeni sözcük
     Niçin, dile yeni sözcükler kazandırmaya çabalıyorum, yazın diline girmemiş sözcükleri halk katından alıp yazına ağdırıyorum ve sözdizimi kalıplarını değişik kullanıyorum? İnadına, bilerek yapıyorum bu işi. Çünkü sözü, söylemi aynı yapısıyla sürdürmenin bizi, aynı yerde dönendirdiğini ve sözde, söylemde değişikle düşünüşe boyut kazandıracağımızı düşünüyorum da ondan.
 
     Vedat Yazıcı –7. Deneme yazarlığındaki özgün tutumunuzu, birkaç sözcükle özetlemek gerekirse ‘gelişim için değişim’ denilebilir belki. Sorunuz, yine size döndündü, bumerang gibi: “Kurtuluş anarşi de mi? Yaşamın değişkenliğine ayak uydurmak için çizgileri tümden kıralım mı?” Ne dersiniz?
 
     Osman Bolulu- Sorunuzun ikinci bölümünü yanıtladıktan sonra birinci bölümüne geçeceğim de önce şu ‘gelişim için değişim’e değineyim:  Evet, kendimi aydınlanmanın ülkü erlerinden sayıyorum.  Ancak gelişim ve değişim için makale dili, bilim dili kullanabilirsiniz. Bunu, öteki yazılarımda yapıyorum. Yazınsal dilim, o türden değildir, bunu belirtmek  gerekir.
 
     Boşuna çizilmemiştir çizgiler: Çizgi aşımı, karmaşa, bilinmeze gitmek. Toplumsal yaşam, kuramı kuralıyla örer, korur kendisini. İlkeleriyle kurumlarıyla  yön verir, işletir yapısını.  O dizge bozuldu mu, toplumsal dengeniz de bozulur. O nedenle toplum, gelenek göreneğinin bozulmasını, kurulu dengesinin bozulması sayar, titizlenir. Devletler de kurumları, kurallarıyla korur dengesini. O da yapısını kollayıp korumada titizdir. Titizlik derecelerinin artışı, toplumları ve devletleri tutuculuğa götürür, bağnazlaştırır.  Kollama korumada aşırı titizliğin, devletleri, durağanlaştırıp tarihin gündeminden düşürdüğünü görüyoruz. Bizim de çağımızı yakalayıp uluslaşma/ kültürleşme ve aydınlanma sürecimize ket vuran, o  sıkı sıkı kollama, koruma titizliği değil mi? Düzeninizi sağlıklı tutmak, kargaşa, karmaşadan korunmak için çizgileri sıkı tutarsanız; sürekli böğetlenmiş suyun, birike birike, bir gün bendini yıkıp, yapınızı tümden silip süpüreceğini  göremezseniz, asıl başıboşluk o zaman doğar. Çizgiler bir yere kadar. Dili, düşünüşü bağlayıcı olmamak, yaşamı sıkıdüzene hapsetmemek gerek.
 
                                                                                                               Çağdaş Toplum
     Çağdaş toplum, çağdaş devlet, salt kendisini kuran, koruyan düzenin sıkı bütünü değildir. Onu oluşturan bireylerinin kurumudur, yapısıdır: Uygar insanlık ırmağındaki  ( toplumsal / ulusal dokudaki) birey: suyun ana maddesi molekül gibidir: Toplumsal yapı da, o su zerreciklerinden (bireylerden) oluşan bir deryadır. Ne tek başına deryadan (toplumsal yapıdan) ne de molekülden (bireyden) söz edilebilir. Bunlar, birbirlerini bütünler. Birinin ötekisine ağır basması dengeyi bozar. O denge, öyle silahtır ki iki yanına birden ulaşır kurşunu. İkisi ni de vurur. Bu dengeyi sağlayamadınız mı,  asıl karmaşa karmaşa, o zaman abanır, ikisinin de üstüne.
 
     Çizgilerden yakınışım bundan.  Özlemim, yeğlediğim, her ikisinin de, olanı iyisine, doğrusuna, yararlısına işleterek, dönüştürerek, sürekli başkalaşımla, yenilemeye alarak dirimi sağlık tutmasıdır. Anarşi falan değil, çizgiyi kırmaktan kasdım. Toplumun, devletin, bireyin de inisiyatifi olacak ki,  hem toplum, hem birey  kararlarını kendiliğinden alabilsin. Birbirini öneri, katkılarıyla beslesinler, kişiliklerini zedelemeyen dengeyle ayakta kalabilsinler. Sanatı, edebiyatı önemsemeyen, eleştirel düşünüşe ulaşamamış yerde, böylesi gerçekleştirilebilir mi? Orada özgürlük olur mu? Uygar yaşayıştan pay alıp, esen yaşayabilir misiniz?
   
 
 
                                                                                                        deneme
    Denemeyi ‘düşünceyi sektirmek, mevcut çizgiyi aşmak, düşünüş ekeneği oluşturan yazın türü ’olarak özetlemeye çalışmamın nedeni, yukarıda dediklerimden. Deneme bilinç oluşturma potası, kişisel/ toplumsal özeleştiri tezgâhı. Benimkisi, saptamayla tanımlardan özeleştiri, yorum ve öneri çıkaran - evrenseli ıskalamadan- dünyaya kendisinin, ulusalının penceresinden bakan deneme yazma çabası.
 
   Beğenilir, beğenilmez; tutunur tutunmaz: En azından, bir örnek düşünüşte, bir örnek yazışta değilim ya… Değişik bakışlar, değişik düşünüşler değil midir: dünyaya, dile, düşünüşe renk veren? “ Herkesin, aynı düşündüğü yerde, hiç kimse bir şey düşünmüyor demektir.” sözünü pek beğenmiş, ona tutulmuşum da…
 
* ayta, yazıda  ve konuşmada, okuru verilmek istenen iletiye ısındırmak ya  da onu verilmek istenen iletiye ilgilendirmek amacıyla, yanıtı istenmeyen birtakım sorular oluşturma yoldamıdır.  ( Bu tanım, Ali Dündar’dan)
 
 
 
 
 
 
 
Etiketler:

Yorumlar (0 )