SANATIN GÖVDESİ SIRADANDA

SANATIN GÖVDESİ SIRADANDA

 

 

SANATIN GÖVDESİ SIRADANDA

 

Sanat, edebiyat; salt olağanüstüleri konu edindi. Çarpıcı, ilginç olanı öne çıkarmaya çalıştı. Sonra kurmaca gerçekle iç gerçeği dokumaya başladı. Okur, izleyici; sanatsever yazardan, sanatçıdan öylesini bekliyor genelde: Doğa, yaşam; olağanüstü olgular dizisiymiş sanki. Sıradanın dokusunun ince, alt damarlarında dolaşanın, yazınsalın kurmacasında dokunarak olağanüstülük kazandığının ayırdında değiliz pek. Çarpıcılık arar gibiyiz. Olağandan, çıplaktan yeşeren yazınsalın, birebir/yalın güzelliğiyle sanatın daha vuruculuk, sıcaklık ve kavrayıcılıkla insanı, içten kucakladığını, göremiyor muz ne?

Okur, izleyici; sanatın, edebiyatın içinde sıradan insanı bulduğunda; başkasını seyrediyor, eleştiriye alıyor gibi kendi iç gerçeğini tanır; değişip dönüşerek kendisinin iç mimarlığını yapar ayırdına varmadan; özellikle görsel sanatlarda.

Sanatın, sıradanı taban tutması, sıradana olağanüstülük kazandırması değil mi, sanatın yaratıcılığı? Sıradan insandır hayatın gövdesi. İnsanın iç-dış etki ve tepkilerini somutunda ya da düşselinde eğirip dokuyan sanatın, edebiyatın, hem konusu hem öznesi, o bildiğimiz insan. Üstyapı kurumları dediğimiz değerlerin harmanında sıradan insanın tanesini sapından samanından ayıran sanattır, edebiyattır: Sıradan insanı içinden değiştirir, dönüştürür, donatır; daha üst kimliğe tırmandırır. İnsanlık endüstrisidir sanat, edebiyat.

Unutmayalım ki sıradan insan; günün dağdağasında yuvarlanır gider. Hayatın olağan akışı, sıradan insanının serüveni, çarpıcı olaylarla dolu değildir: Genelde sıçramalı değişimler göstermeden sürer gider. Tarihi sırtında taşıyan, ulusların, ekinlerin (kültürlerin) ekeneği, o sıradan insan, sıradan olaylardır. O ekenekten, o mayadan evirtim düşüncenin işidir. Sıradanı, daha üst kimliğe taşıma işlevi de sanatındır, edebiyatındır.

Kimileri, sıradan insan ve olay yerine, yalnızca ilginci sanata döktü. O da aşıldı. Yaşamın süreğenliğindeki insanı, olduğu gibi yakalayan sanata, edebiyata geçildi: Dış görüntüsünde olağanüstülük bulunmayan bireyin iç dünyasına inerek, insanoğlunu içinden tanımayı, birbirine tanıtmayı, dolayısıyla insanlığı ortak paydalı düşünüş/anlayış yörüngesinde bütünleştirmeyi iş edindi sanat, edebiyat: Bilecenliğe düşmeden insanı bildi, insanın güzelliğini doğalında yakaladı. Abartısız, süssüz gibi görünen anlatımla, o sade insanı sanatsala kattı: Sıradanın sözcük gömüsünü, öyle çok zorlamadan, arı dille, kiminde günlük türüne yakın biçemle…

Basitin, kendisinden başkasını gereksinmeyen çıplak güzelliği, sıradanı ilgi çekici kıldı. Her gün görüp, üzerinde durmadan geçtiğimize ayna tuttu edebiyat. Olağanı sanata dönüştürdü. Basiti, sanat yaparak, yaşamı, sıradan insanı sevdirdi bize. İnsan haritasının içinde keyifli bir yolculuğa çıktık. Önemsiz sandıklarımızın dipte kalan güzelliğine eriştik, esenlendik.

Böylesi sanatçı, ilk bakışta, yüzeyde dolaşıyormuş gibi görünür. Ama o yüzeyin ağzından, insanın derinliklerine indirir okuru, izleyiciyi. Bilecenlik edip kendisi söylemez. Size buldurur, insanın dipteki özünü. Siz de ortak olursunuz sanatçıya; daha bir keyif alır, kendinizi üreticinin ortağı gibi görürsünüz; siz de varsınızdır, o sanat yapıtının içinde. 700 yıl önce, çırılçıplakmış görüntüsünün içinden, özün balını sağmış Yunus’un tadını emersiniz.

Hani roman, öykü sanatı, tip yaratma derler ya, öyle bir tutkusu yoktur, kimi edebiyatçının. Çabasına düşmeden tipler yaratsa da, o durakta pek eğlenmez. Abartılmış kahramanları yoktur. Anlatılan tiplerin içinden, siz seçersiniz kahramanı. Daha doğrusu kahraman sıradan insandır, toplumdur, yaşadıklarınızdır. Görünenleri, öylesine anlatıyormuş izlenimi veren dil ve anlatı dokusunun altında, derinden akan kanın, yaşamın nabzını yakalarsınız. Yaşamla, insanla, çırılçıplak sevişir gibi yüz yüze gelir, başkalarıyla duyuş, düşünüş emişiminde çoğalır, birbirinizde erirsiniz.

Önemsemediğiniz görüntüler roman, öykü olmuştur, yaşamı bütünüyle kavramıştır: Toplumculuk etmeden toplumcu; insancılık etmeden insancı. Sanki gelip geçtiğiniz yerlere, tanıdığınız insana buyur ediyor sizi. O sıradanmış gibi görünenin macerasında yaşamın kendisini, insanı yaşarsınız. Onların yolculuğuna katılır; izlenimleri, duyumsamaları bölüşür, ilginçlik aramadan, çarpıcılık beklemeden üretinin tadını çıkarırsınız.

Anlatıdan; tanıdığınız insanın, gezdirildiği yerlerin kokusunu alırsınız. Alttan alta küçük altın iğneler batırsa da, öfkesi, abartısı yoktur söylemin. Yargı biçmeden bakar ele aldıklarına. Sözün arka alanından siz çıkaracaksınız yargıyı. Size pay bırakıyor: Kuşatmacı, buyurucu değil.

Kiminde belli bir konuya çakılmış ya da yerelde durur gibidir sanatçı. Ama her yerde bir yer; her yerde bir insan vardır. Sınırlar ayırsa, kültürler, yaşam düzenleri, yeryüzündeki insan birbirinden çok ayrıymış izlenimi verse de, aşağı yukarı, temel niteliğiyle insan aynıdır. Olguları, yaşama bakışları birbirini andırır. Hangi ülkeden, hangi çağdan olursa olsun, sıradan insanın anlatımından, insanlığın bütününe uzanırsınız.

Üretisini, anı gibi algıladığınız sanatçı, yalnızca kendisini söylüyormuş sanısına kapıldığınız olur. Hep bildiği yerleri anlatıyormuş izlenimi doğar sizde. Hayır! O ki tek insan, insanlık bütününden bir örnek değil mi? İşte o bir tek insanın oturup kalktığı yerleklerde (mekânlarda) insanlığın bütünü vardır; tüm yerlekleri, insanıyla birlikte yaşama zevkini tadarsınız.

Geçmişteki sıradan işleniyorsa, ‘günüm varken, geçmiş neyime’ düşünüşüne saplanmayın sakın. O geçmiş, insanlığın ön sayfalarıdır. Oradan okuruz: Nereden, nasıl evrildiğimizi, neyi nasıl yapınca durakladığımızı ya da ilerisine taşındığımızı. Onların içinden filizlenmiştir bugün. Geçmiş, bir parça değil, bugünden yarına uzanacak bütünün tabanıdır. Geçmişi gelecekle emiştirerek yarınların çıkarımını düşlersiniz.

Sıradanlar olmasaydı, o düşlerimizi süsleyen, hep ardında koştuğumuz olağanüstüler, neyin üstüne kurulacaktı? Sıradanı çıkarırsanız yaşamın içinden, ilginci, çarpıcıyı nasıl ayırt edecek, onun erincini nasıl yaşayacaksınız?

Temelsiz bina ayakta kalabilir mi, kaidesiz yontu, ufak bir sallantıda devrilmez mi?

 

 

 

Etiketler:

Yorumlar (0 )