UZAĞA KOŞULANLAR YOKSA

UZAĞA KOŞULANLAR YOKSA

     

UZAĞA KOŞULANLAR YOKSA     

 

Kaba bakışa soğuk gelir ‘uzak’ sözcüğü. İnsan, doğuştan tembelimsidir; yorulmak istemez, kolayı seçer. Beynine merak çengel atmamışsa, sorup sorgulayarak ötesini özlemeye başlamamışsa, bulduğuyla yetinir. İlkel gereksinimlerini karşılayan dar yaşama katlanır. Onun için esenliktir böylesi. Tarihin karanlık fotoğraflarına bakarsanız arka yüzünde ‘yakın’  yazılıdır.

Yakın sözcüğü, sıcak görünür ilkin. Yakın dölü kolaycılıktan kişioğlu üstüne ağan karanlık ve aymazlığı, ne kadar uzun tuttu olanla yetinmek?

Değişime, dönüşüme ne kadar ket vurdu? Bunu düşündük mü dersiniz?

Yakının salıncağı, belli aralıklarla aynı noktalara gider gelir.

Uyutan bir beşiktir o!

Yaşam karşıtların birliği: “Doğanın, toplumun ve düşüncenin durmayan bir devinim ve değişim içinde bulunmaları, bunlardaki evrimin her şeyde var olan iç çekişmelerin çatışması sonucu olarak ortaya çıkan olgu.” Düşünür, yazarken bu olgunun, çatışmalarından sonuç çıkarma yöntemini kullanmazsak, kavramları doğru değerlendiremeyiz: Uzak’sız yakını; yakın’sız uzağı anlamlandırmada   zorlanırız. Yakın ile uzağı, uzak ile yakını eytişimin  terazisine  koysak mı?

‘Yakın’ kavramı sıcaktır, dostluğu, elleşmeyi, akrabalığı çağrıştırır da, ökseleri var mı? Bunu da düşünmek, irdelemek gerek. Zaman ve yer arasındaki ayrılığın azlığıdır, ‘yakın’ın ilk anlamı. Zamanın, kısa aralıklarla, üretimsiz akıp gitmesi, ömrün boşuna harcanması değil de ne? Ulaştığınız yerler, birbirine yakınsa, ötesinin yoksunluğuna düşmez misiniz? Yerleğinize çakılıp kalmaz mısınız? Güzel, sıkı ilişkileri de içerir yakınlık. Birbirine ‘benzeş‘miş’ sevgileri çoğaltır belki de. Ama bağıtlandığınız o sevgilerden, sıkı ilişkilerden ötesini öremiyorsanız, özel aynasında ‘kendini severliğin’ kabuğuna tıkıştırılmış olmaz mısınız? Gelişime uzanası dallarınızda yeni çiçek açabilir mi? Bildiğiniz baharlardan başka baharları, yaşama erincini yakalayabilir misiniz?

Yakın’ın bağlamdaşı dostluk, akrabalık, kişiyi kişiye bağlar; onun törel imecesinde birbirinizi korur, kollarsınız, birbirinizden güven alırsınız. Toplumsallaşmanın başlangıcı da dostluk. Fakat yakın’ın ördüğü bir örnek gelenek görenekten kurtulamıyorsanız, bir bukağı saklı değil midir, sıkı ilişkilerin karnında? Yakın içinde yatan ‘benzeme, andırma’ anlamlarını da göz ardı etmemeli elbet. Birbirinin eşleği (fotokopisi) olanlar, ancak benzerlerini üretir: Gelişime, değişime açılmaz kapıları. Hoşunuza gitse de gitmese de, zıtlıkları içeren süreçtir yaşam. Onun değişik dallarından koparılan meyvelerdedir yaşamın gerçek tadı. O aykırı ve karşıt tatlarla uzanırsınız ilerisine,  yeni  dünyalara.

İçinde bulunduğumuz açmaza bakalım: Aynı sözcük kadrosuyla, aynı söylem kalıplarıyla konuşuyor, yazıyoruz. Bellenmiş yaşam kalıplarını çatlatmaya koşulmuyoruz. O nedenle sözcük kadromuz genişleyemiyor. Düşünce boyutlanamıyor, değişik söylem biçimleri yaratamıyoruz. Siyasal örgütlerimizin,sivil toplum katının tutum ve edimi, çoğuncası birbirinden ödünçleme ya da benzeri. Değişik sözler işitir, değişik davranışlar görür gibiyiz. Ama bunların, nerdeyse tümü, özü, işleyişi (mekanizması) de aynı. Bir olgunun iki yüzünü değişimsiz, dönüşümsüz dillendirmekten öteye geçemiyoruz.

Değişikmiş, önericiymiş görüntüsü veren etkinliklerin, yalnızca etiket ve yazı rengi farklı: Bir ak, biri kara. Düşünüş dizgesi, işleyişi aynı olduktan sonra, bildik tepenin ha sağını, ha solunu seçmişsiniz, ne çıkar? Başka tepeler var mı, onların doruğuna çıksanız, ne göreceksiniz? Aynı düşleri görmek, düşkoliklik değil de ne? Daha başka düşlerin özlemine düşmek yok mu? Bir yerde herkesin edimi, tutumu, düşünüşü, aynı yörüngenin bir bu yüzünden, bir öteki yüzünden bağırılıyorsa orda hiç kimse yeni bir şey söylemiyor, değişik şeyler yapmıyor demektir. Bir çaplığın, ha önü, ha ardı… Getirisi ne?

Tek  kanallı düşünüş, tek tip algılayış ve görüş faşizmin, alt toprağını hazırlamak değil mi?

Ha, şu yakınlığınız, birbirinize katlanarak, tartışılarla birbirinizi  onara onara düşünüş üretmek, ondan ötesini yoklamak, başka çevrenler açmak, yeni konumlar, duruşlar özlemekse, ona bir diyecek olamaz. Yakın’a sinmiş durağanlığı silebiliyorsanız, o yakınlık üretimlidir, gelişimlidir.

Yakınlığın karşıtı uzak yoksa, uzak’tan döllenmemişse o yakınlık, ilkel bir birliktelik (aşiret) kabuğunun altında kalmaktır bu! Gidilesi uzunla, ötelerden devşirilenlerle besleyeceksiniz yakınlığı. Aradaki zaman çokluğunu aşa-caksınız. Eli güçlü olmazlığı tersine çevireceksiniz, olasılığı az olanı başaracaksınız ki, yakını, uzağın memesinden emzirerek büyültmüş, siz de yücelmiş olasınız, uzağa koşulmaktan yakınlığın gönencini deresiniz.

İnsanlığın yarattığı bütün güzellikler; edebiyatı, sanatı,  uzağa koşan, koşulan serüvencilerin beyninden çiçeklenmiş, eliyle kurulmuştur. İnsanlık tarihindeki güzel örgeler, insanı geleceğe umutla koşturan direnç, yarına analık etmek, uzağa koşulanların, bize bağışıdır. Ne varsa, yeryüzünde güzel, doğru adına, yakında pineklemeyip uzağı arayanların düşlerinin gerçekleşmişidir. Yaşanılası dünyanın mimarı, uzağa koşulanlardır.

Uzağa koşulanlar diyorum ya, o amaçsız, ilkesiz, yolsuz yönsüz düşlerin yelinde savrulmak olmasa gerek.

 

 

Bizim Anadolu-Kanada 15 Ağustos 2003
Ardıç Kuşu 75.S. Haziran 2005- 91.S. Ekim 2006
Ağın

Etiketler:

Yorumlar (0 )