İKİNCİ CUMHURİYET Mİ ?

İKİNCİ CUMHURİYET Mİ ?

  

      İKİNCİ CUMHURİYET Mİ?

       Ülkenin bütünlüğü tehlikede. Siyasal aymazlık(gaflet) İmparatorluğun çözülüş dönemini aratacak boyutta. Ekonominin ipleri, yabancının elinde. Sosyal adaletin"s" si yok. Bir kesim, sürekli yoksulluğa itilirken, bir yanıyla dışa bağlı anamal çevreleri, yoksulun vergisini devletten -ustaca- kendisine aktarmakta. Medyanın insanımızı sürüleştirme etkinliği, doruk noktasında. Ufak tefek bürokrasi kurallarını kıran fakat yerleşik değerleri alt üst eden bir ölüye yağcılığı, henüz bırakmış değiliz. Onu, nerdeyse ulusal kahraman ilan edeceğiz. Eğitim birliği bozulmuş, sürekli ve ısrarlı olarak suudileşmekte. Felsefe ülkemizden kovulmuş, bilimden uzaklaşılmış, laiklik, büyük kentlerdeki kıstaklarda büzülüp kalmış. Böyle bir ortamda aydınlarımız, ikinci Cumhuriyet arayışına soyunmuş.

       Birinci Cumhuriyet dedikleri, Mustafa Kemal'in önderliğinde yaratılmış bir olağanüstü olaydır. Dünyadaki ilk bağımsızlık savaşıdır. Yüzyılların karanlığından aydınlığa çıkıştır, bilime yöneliştir. Padişahın kulunu yurttaş yapma çabasıdır. Dilini, düşüncesini yabancının etkisinden sıyırıp kendine dönüştür. Bilimin önder kılınışıdır. Çağdaş demokrasiye ilk adımdır. Anadolu'da , geçmiş kültürel değerleri gözardı etmeden, bütünlüğü yaratmadır. Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen devrimleri, tarihin laboratuvarına koyarak incelersek, dünyada bizden önce aşama göstermiş uluslara göre, Türk ulusunun hızlı bir ivme ile büyük işler başardığını görürüz. Bu başarının grafiği yükseldikçe de içimize ayrılık tohumlarının atıldığının, önümüze engeller konulduğunun, geri düşüncelere destek çıkıldığının farkına varırız. Cumhuriyet döneminde halkın uyandırılması konusundaki girişimleri, hiç göz ardı edemeyiz.

       Cumhuriyet, insanımızı demokrasiyi kavrayacak düşünce düzeyine ulaştırmada, kimi demokratik kuralları, yaşama geçirmekte zorluklara uğramıştır. Ekonomik yapıyı, tam anlamıyla yerine oturtamamıştır. Sosyal adaleti, yanlamasına yaymakta eksiklikler içindedir. Ama çağdaş bilimin kılavuzluğuna inanmıştır. Bilimin, insan ve uygar olmanın, dolayısıyla tam anlamıyla demokratikleşmenin temeli olan laikliği, ana ilkelerinden biri olarak kabul etmiştir. Cumhuriyet, belki birçok noktada aksaklık içindeydi, ama yönü bilimden, demokrasiden yanaydı. İkinci Cumhuriyet arayanlar, öncesinin yüzyılları ile, 70 yıllık dönemi, terazinin ayrı ayrı kefelerine koyarak tartarsa, görecektir ki bu süre içinde bilimde, sanatta, edebiyatta dünyadaki benzeri gelişmeleri imrendirecek bir ağırlık vardır. Böyle bir incelemeye girmek yerine, kolaycı bir tutumla yıkmaya çalışmak, sıradan insanların yapacağı bir iştir.

       Cumhuriyetin üstüne oturduğu ilkeleri, bir incelesinler, bütün siyasal öğretileri birer yanından içerdiğini göreceklerdir. Hüner, gerektiğinde, bu ilkeleri, günün koşullarına göre kullanabilmektir. Katı öğretilerin, orasından burasından kemirildiğini görünce Mustafa Kemal'in ilkelerinin yaşam deneyinden çıkmış bir gerçekliğe oturduğunu anlayacaklardır. Örnekse, bir Lozan Antlaşması, çağdaşları yıkılıp gittiği halde ayaktadır. "Hayatta en gerçek kılavuz bilimdir."Cumhuriyetin ana simgelerinden birisidir. Dünya, Cumhuriyetin kuruluşundan beri, birçok anlamsız savaşlara sahne olurken, Cumhuriyet "Yurtta barış,dünyada barış" demiştir. İnsanlığın ulaşmak istediği gerçek demokrasiyi, zamanından önce işaretlemiştir.

       Cumhuriyetin onarılacak, değiştirilecek, geliştirilecek yanları yok mudur? Elbette vardır.Mustafa Kemal, katı bir dogmanın üstüne oturtmamıştır; Cumhuriyet, sürekli devrim/yenileşme demiştir. Onun bu yenilikçi yanını görmeyip, aksaklıklarını yakalayıp sündürmek, hangi iyi niyetin göstergesidir. Yıkıp yeniden yapmanın zorluğunu hala yaşamıyor muyuz? Birtakımları,geçmişin değerleri adına, Cumhuriyete savaş açmamışlar mıdır? Güçlerini, buradan almıyorlar mı? Gerçek aydınım deyip, işin bu yanını görmeyenler, bir anlamda gericilerin müttefiği (bağlaşığı) durumuna düşmüyorlar mı? Daha dün Sivas'ta 37 aydın yakılırken , Suudi kafasıyla aynı kefeye oturmak, aydınlar için bir onur mudur?

       Dünyanın bir siyasal karmaşaya düştüğü bu dönemde, kapitalizmin gizli tuzaklarına yakalandığımızın, onun bize, altında zehir gizlenen bir hoş pastayı, yenileşme/değişme diye sunduğunun neden farkında değiliz? Kim, kimin dümen suyunda giderek düze çıkmış? Osmanlının Arap-Fars etkisiyle ne hallere düştüğü belleklerimizden silindi mi? Sonra körü körüne Batıya sarılışın, içimizdeki sancıların ana çekirdeği olduğunu unuttuk mu? Herkes kendi yapısı,kendi varı üstünde yücelip dünyayla bütünleşebilir. Dünyayla bütünleşmek teslim olmak değildir, uyduluk hiç değildir. İki bin yıldan sonra kurduğunuz kendimize özgü bir yapıyı temelinden alt üst edeceksiniz, başkasına bağlanacaksınız, böylece birleştiğinizi,geliştiğinizi sanacaksınız. Ne büyük aymazlık!...

       Evinizdeki kirli Fadimenin adını, dünyanın güzel aktristiyle değiştirseniz, kirli Fadime gene kirli Fadimedir. Siz bu Cumhuriyetin hangi aksaklıklarını saptadınız? Onun nerelerini, nasıl değiştirmek istiyorsunuz? Çıkarılacakların yerine neyi, kimin yararına yerleştireceksiniz? Onları tartışalım. Biz bizim için değişip gelişelim. Kendi onurumuzu, varlığımızı korumadan, dünya ailesi içinde sağlam bir konum alabileceğimizi mi sanıyorsunuz? Sözüm, paravan arkasından ateş eden sinsilere ve gericilere değil, aydın olduğunu sanıp yüzeysel tartışmaların ağına takılanlaradır. Öte yandan seyirci durumunda kalan çağdaş kafalara da uyanalım artık demek istiyorum.

 

       Abece Dergisi, Kasım 1993

Etiketler:

Yorumlar (0 )