DEĞİRMEN SELE GİDERKEN ÇAKILDAĞIN (*) HESABINDAYIZ

DEĞİRMEN SELE GİDERKEN ÇAKILDAĞIN (*) HESABINDAYIZ

  

DEĞİRMEN SELE  GİDERKEN  ÇAKILDAĞIN(*)  HESABINDAYIZ


Gazeteler, Gazeteciler, Politikacılar Önce Sözüm Sizedir:

Gazetenin yaşaması için para kazanması, gazetecinin gündemde kalabilmesi için ilgiyi çekmesi, sansasyonu yakalaması gereklidir. Kabul. Gazeteler, gazeteciler eğlendirir, eğitir, haber verirken bir de kamuoyu oluşturur. Bu eylem, giderek ülkenin nabzında atar, düşünce olur; siyasal örgüt olarak ortaya çıkar, ülkenin gidişini düzenler. Onun için basın dördüncü güç sayılmıştır. Medya çağında gazete, dördüncü güç olmaktan çıkıp birinci güç olmuştur nerdeyse. O bakımdan gazetelerin ve gazetecilerin sorumluluk duygusu ve yurtseverlikleri birinci derecede önem kazanmıştır.Gazete ve gazeteci ticari hüviyetin çok ötesinde ulusal harcın pekiştiricisi olmak katına yücelmiştir.

Sermaye, endüstri, iş çevreleri ülkenin ekonomik ve sosyal yapısında söz sahibi iseler de bunların istek ve eğilimlerini karara dönüştüren, yasallaştıran, kamuda uygulanırlığını, geçerliğini sağlayan politik güçlerdir. Onların iradesi olmadan, hiçbir şey toplum hayatının yönlendiricisi durumuna geçemez. Öte yandan halk yığınları, siyasal tercihlerini, isteklerini, seçtikleri politikacılar eliyle görüntüler, güce dönüştürür. Politikacı, onların eli ayağı olarak hareket etmek durumundadır. Zaman zaman silaha sarılıp ülkeyi düzeltmeye soyunan odaklar da politikacıyı hesaptan çıkaramazlar.Toplum, gücünü devlet olarak örgütler. Devlet de, politikacının kararlarıyla uygulamada varlığını somutlaştırır.

O bakımdan günümüzde, bir ülkede yaşanan iyilik ve kötülüklerin ilk pay sahibi ya da sorumlusu olarak gazeteler, gazeteciler, politikacılar akla gelir. Herkes vatanseverdir. Herkesin vatansever olması gerekir. Ama politikacıyla,  gazete ve gazetecilere, bu konuda düşen pay; aldıkları onur payından, hiç de aşağıda olmamak gerekir. Bundan dolayı önce sözüm sizedir: Gazeteler, gazeteciler ve politikacılar!...

Nelerle Uğraşılıyor?

Gazetelere, Meclis ve politika haberlerine, televizyonlara bakınız, nelere ağırlık veriyorlar. Şöyle, ilk göze çarpanları, sıralayalım isterseniz:

Başbakan oğlunun botunu giyerek Hakkari ‘ye gitti.

Solun ideoloğu sayılan, bu konuda bilimsel yapıtlar vermiş olan politikacı bir yazar:   “ Sağın destekçisi olan  SHP ile birleşilemez. “

Aynı partinin bir bakanı, kendisinden önceki bakanın işlemlerini askıya ve soruşturmaya alıyor.

Bir bakan, iki gün önce takdirname verdiği müsteşarını görevden alıyor.

Bilim adamı niteliğini yitirmediği, klasik politikacı kurnazlıklarını kullanmadığı için, politik çevrelere aykırı düşen ve gerçekten demokratik bir kişiliğin örneği olan bir parti başkanı, partisinin milletvekillerince diktatörlükle suçlanıyor.

Otuz yıldır ülke yaşamında söz sahibi olan bir partinin milletvekilleri, dün genel başkan seçtikleri başbakanlarının altını oymak için delege oyunlarına girişiyorlar.

Faili meçhul cinayetler soruşturması için Meclise çağrılan Özel Harp Dairesi, bu çağrıya uymuyor.

Coşkuyla başbakanlığa getirilen kişi, ülke sorunlarının yoğunluğunu ileri sürerek Meclis’in tatile girmemesini istiyor, kabul ettiremiyor.

Vurgun, soygunun himayesi altında palazlandığı, gericiliği beslediği ileri sürülen Türkiye’nin geçtiğimiz on yılında damgası ve de sorumlulukları bulunan partinin lideri, sütten çıkmış ak kaşık rolünü rahatlıkla sürdürebiliyor.

Anayasa Mahkemesi, 12 Eylül’ün anayasasına göre karar almak zorunda kalıyor. Suç, bu anayasayı içine sindirenlerin olmuyor da Anayasa Mahkemesinin başına yükleniyor. Gazeteciler, bu konuda Mahkeme ile politikacıyı çatıştırmak için olmadık demeçler üretebiliyor.

Birbiriyle birlikte var oldukları söylenen ve aynı partinin içinden başarıya ulaşan başbakan ile cumhurbaşkanını birbiriyle sürtüştürmek için basının başvurmadığı söz cambazlığı kalmadı.

İnsanların, sanki inançlarında ötürü, birbirini öldürme hakkı varmış gibi, Sivas Olaylarında aydınların densizliği tartışılıyorç

Televizyonlarda açıkoturum düzenleniyor: Dün aynı partiden seçilen milletvekilleri, kalübeladan beri düşmanmış tavrı içinde görünüyorlar. Yine aynı açıkoturumlarda, bölücülüğe yanlayanların özellikle İttihat ve Terakki’ye Türkiye’nin laikleştirilmesine, Mustafa Kemal’e saldırıda yoğunlaştıkları görülüyor. İttihat ve Terakki’ye saldırının altında Ermeni ideolojisinin, laikliğe saldırının altında Araplaşmanın, Mustafa Kemal’e  saldırının altında Cumhuriyet Devletine karşı gelişin yattığını, nedense açık etmiyorlar.

Sanki suç, Türkiye’nin laikleşmesindeymiş gibi, laikliğin bir daha gözden geçirilmesi önerisi, hiç gündemden düşmüyor.

Bir ikinci Cumhurityettir, tutturulmuş gidiyor. Sanki birinci tamamlanmış da….Revize etmek de yok, toptan inkar.

Bölücü örgütün yaptıkları, abartılarak basında her gün yer alıyor.

Güvenlik güçlerinin planları basına sızdırılıyor, bunun zararını masum halk ve devlet çekiyor.

Magazin haberlerinin baskınlığı bir yana, birçok gazetenin ikinci sayfası ile son sayfası, artık, porno sergisine dönüşecek nerdeyse.

Neredeyiz Şimdi?

Her gün 25-30 kişinin ölümünü duymak, alışılan bir şey oldu. Turistik yerler sabotaj altında. Güvenlik güçlerine güven azalıyor. Devletin gücü, iç güvenliğin sağlanması için maddi ve manevi seferberliğe girmiş. Bunun faturası enflasyon olarak, büyümedeki hızın ket vurucusu olarak yansıyor hayatımıza. Nereden, kimden , hangi komşumuzdan canımıza, ülkemize tehlike geleceğini bilemez duruma düşmüşüz. Şaşkınız. Neredeyse karamsarlığa bürünüp kantlarımızı bırakacağız.

Bir diktatörün egemen olduğu bir komşumuzun, iç işlerine başkalarının güdümüne girerek taraf olmuşuz. Orada bir Kürt devletinin temelleri atılmış. Sınırlarımızı korumak için, bize dost mu düşman mı oldukları belli olmayan gayri resmi liderlerden yardım bekler duruma düşmüşüz. Yıllardan beri Arap Yarımadasından Cumhuriyet, Laiklik ve Mustafa Kemal düşmanı düşünceler beslenip ülkemize organlaşıyor. Bizim geleneksel ahlak ve  devlet anlayışımıza  uygun değil ama suyunu kestiğimiz zaman candamarları kuruyacak bir ülkede, bize karşı terörist eğitimi yapılıyor. Dün Rusya2nın egemenliğinden kurtulan bir ülke, eski bir soykırım ütopyasından aldığı hınçla, ülkemizi bölmek isteyenlerin yuvası ve destekçisi olmuş nerdeyse. Türkiye’nini yeni Türki devletlerle olanaklarının, gücünün genişleyeceğini gören egemen güçler: Ortadoğudan kuklalığın kalkmaması, iplerin ellerinden çıkmaması için, ellerinden geleni arkalarına koymuyorlar.

Türkiye, dünyanın nesrindeki bir haklı davanın savunucusu ise, onun karşısında yer alıyorlar. Ama Türkiye’nin gelişmesi için bir petrol boru hattı mı söz konusu, bir doğalgaz borusu Türkiye’den mi geçecek, Türkiye Yunanistan’la oturup Kıbrıs  sorununu mu çözecek: işte o zaman bu egemen güçler, sözüm ona hakkın(!) savunucusu olarak, birtakım milletlerarası kuruluşların yasalarına dayanarak aslan gibi karşımıza dikiliyorlar.

Koşullar Kurtuluş Savaşındakinden Ağır:

Kurtuluş savaşında saldırı, yurdun bütününeydi, hep birlikte karşı koyduk. Aramızdaki düşünce ayrılıkları bu kadar keskin değildi. Dünyadaki ayartıcı odaklar, şimdiki kadar ince oyunları bilmiyordu. Ekonomik çıkarlar bu kadar keskinleşmemişti. Yanıbaşımızdaki Rusya’da dünyayı sarsan bir olay gelişiyordu. Bu durumda Türkiye gözden çıkarılamazdı. Burada Batı anlayışına yakın bir devletin kurulmasına müsaade edilebilirdi. Türkiye çağdaş düşünceleri ilke edinerek savaşa girişmişti, uygarlık savında olan dünyanın, bunun karşısında olması; onların yüzünü kızartabilirdi.Öte yandan, doğrudan öz çıkarlarına yönelik bir durum da söz konusu değildi.Dahası Türk Kurtuluş Savaşının önderi, dünyanın çok az yetiştirdiği bir liderdi, Mustafa Kemal’di.

Dünyada o zamandan bu zamana gelişen ve değişen düşüncelere, ekonomik koşullara, iç yapımıza, çevremizde olagelenlere bakarsak, koşullarımız gerçekten zor mu zor. Olayları, durumları yeniden tarihin terazisine koymamız gerekmez mi?

Katakulliyle Üst Katta Kalınamaz Artık:

Dünyada düzenler, yapılar birçok kez değişmiştir. Genellikle hep alttakiler altta, üstekiler üstte kalmıştır. Faturayı abalı ödemiştir. Ama tam olmasa bile bir şeyler değişti: En küçük etnik gruplar bile kültürel özerklik istiyor. Liberalleşme adı altında ayrılıklar pompalanıyor. Bölünmeler, herkesin kendi rengi içinde dünya bütünüyle uyumlu biçimde yaşaması için mi, yoksa küçük lokmaların, büyükler tarafından daha kolay yutulur durum kazanmasına mı yönelik? Orası kestirilemez şimdiden.

Öte yandan Türk toplum ve devlet yapısında günün gerçeklerine yanıt vermeyen yönler pek çok . Kitleler- ister olumlu ister olumsuz yönde olsun- eski sağırlığını bırakmış görünüyor.

Yapıyı yeniden gözden geçirmek, mevcudun üstünde iyileştirmeye, çağdaşlaştırmaya girmek zorunlu hale gelmiştir. Sözünü bile etmek istemeyiz-tüylerimiz diken diken oluyor- ama bir çözülme başladığı zaman, artık kataküllüyle alttaki altta, üstteki üstte kalamaz. Her şey karışır. Halk hep çekerdi. Biz yine çekeceğiz, o belli. Biz eğiliriz ama, bir anlamda alışığız buna. Ya sizin haliniz nice olur? Düşmanımız değilsiniz, bize layık oldukça oturabilirsiniz yerinize.

Hep beraber sıkıntıdayız: Değirmen sele gidiyor, biz çakıldağın hesabındayız. Biz çözülmeden sonra, artık bu değirmende kimse un öğütemez, kimse bu değirmenden rant alamaz. UYANALIM ARTIK, HEPİMİZ İÇİN EL ELE VERELİM!

 

*ÇAKILDAK:Değirmenin işlev ve işleyişine hiçbir katkısı olmayan, sadece ses çıkaran ayrıntı türünden bir aygıt.   

Abece Dergisi, Ağustos1993

Etiketler:

Yorumlar (0 )